Son günlerde Türkiye’nin gündemini Sedat Peker’in Youtube’dan yayınladığı videolar tayin ediyor, ifşaatlara konu olanların karşı açıklamalarını dinliyor ve yine Peker’in yapmış olduğu açıklamalardan yola çıkarak bahsettiği konuların alabildiğine geniş bir planda ele alındığına şahitlik ediyoruz. Muhalefet, yapılan ifşaatlar içinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adının geçmesi dolayısıyla buradan iktidara yüklenmeyi de ihmâl etmiyor. Tabiî bir de yine bu beyanlara dayanan, süper lig puan cetveli gibi hazırlanmış ve her gün güncellenen cürüm cetvelleri de var.

Açık konuşmak gerekirse, ne tek tek yapılan ifşaatlar ne de bunlara verilen cevablar bizi zerre kadar alâkadar etmiyor. Türkiye’de kahvehanede oturan adamın bile bildiği hakikatler bugün sanki ilk defa duyuluyormuşçasına yapılan yayınlardan da tiksiniyoruz.

Tüm bu yaşanan hadiselerin bizi alâkadar eden tek tarafı şu; Türkiye Cumhuriyeti, İttihat ve Terakki’den başlayan bir geleneğin cumhuriyetin ilânı ile beraber hukuk kisvesine bürünmesi neticesinde, devlet gibi görünen bir çete düzeninin paravanıdır. Anayasa değişiklikleri, darbeler, yaşanan büyük sosyal hadiseler, siyasî iktidarların değişmesi ve idare şeklinin değişmesine rağmen bir TÜSİAD ismiyle ön plana çıkan baronlar kulübü, bir de bu baronlar ile siyasîlerin parçaladıkları avların ardında kalan kırıntıları toplamak için birbirlerini yiyen sırtlanlar Türkiye’de yerini her zaman korumuştur.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun 2000 senesinde idamla yargılandığı mahkemede Türkiye’nin hukuk düzeni ile alâkalı olarak söylediği, Türkiye’de yaşanan pek çok gelişme onu tasdik ettiği için belki bizim de lâfı yalama etmek bahasına sıkça tekrar etmek zorunda kaldığımız veçhiledir:

- “T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ekonomi de, siyaset de, ordu da, polis de... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır.”

“İtibardan tasarruf olmaz” diye bir ifâde sıkça konuşuluyor Türkiye’de; fakat unutulan şu ki bir devletin itibarının kaynağı devlet adamlarının kullandığı araç gereç, binalar değil, adalettir adalet! O yüzdendir ki, Hazret-i Ömer adaletinden kaynaklanan itibara güvenerek devrin Bizans elçisini ağaç altına serdiği yamalı bir yamçının üzerinde karşılamakta sakınca görmemiş ve bu vaziyet Bizans nezdinde İslâm devletinin itibarını sarsmak şöyle dursun bilâkis yükseltmiştir.

Sedat Peker’in ifşaatları başta da dediğimiz gibi siyasetin, sermayenin ve çetelerin yanında vatandaşın da gündemini belirliyor. Sokağa çıkmayanlar bilmez ama şehrin en ücra köşelerinde bile herkes, büyük alâka uyandırmış bir dizinin yeni bölümünü beklercesine Peker’in yeni açıklamalarını bekliyor, bunu konuşuyor.

O bunu yaptı, şu bunu yaptıdan öte, Türkiye’de birisi çıkıyor ve aslında herkesin bildiği fakat bunu konuşması gerekenlerin, takib etmesi gerekenlerin, cezalandırması gerekenlerin senelerdir kulağının üzerine yattığı bir yerde, yüksek perdeden vatandaşın hislerine tercüman oluyor. Vatandaş, Sedat Peker hoparlöründen kendi sesini işittiği için bu işe bu kadar dikkat kesiliyor.

Buradan kaç kez ikazda bulunduğumuzu hatırlamıyoruz. Kanunlara uygun ama ahlâksız rant gelirleri ve direkt kanunsuz işlerden nemalananlar, bilhassa internet vasıtasıyla vatandaşın gözüne tarihte hiç olmadığı kadar çok batıyor. Hele ki şimdi. Bir tarafta sırf çocuğuna et yedirebilmek için kasaptan 15 liralık et almaya çalışan, meyveyi tane ile alan vatandaş, diğer tarafta ise hukuk nazarında imtiyazlı zümrenin, o adamcağızın oturduğu mahalledeki herkesin ömür boyu çalışsa elde edemeyeceği milyarlarca dolarlık kazancı bir veya birkaç vurgunla cebe indirdiği bir ortam… Kıyamet kopar, kıyamet!

Eskiden olsa, çete zihniyetini sonlandırmak için değil de vatandaşın gazını alıp işleri devam ettirebilmek için faş olmuş tipler “Flamingo Yolu”na çıkartılır, bir süre sonra yaşanan hadiseler balık hafızası mezarlığına gömülür, herkes kaldığı yerden devam ederdi. Bugün ise Türkiye için artık böyle bir seçenek yok. Balık hafızası mezarlığına gömülenlerin nasıl hortladığını herkes gördü. Artık mesele kişiler olamaz, mesele bizzat düzenin ta kendisidir!

Soruşturmak, yargılamak, hüküm vermekle vazifeli olan herkesin bir şekilde bu çete düzeninin parçası hâline geldiği ve düzenin devamlılığını muhafaza etmekle görevli olanların da bütün bu pislikleri üreten rejim bataklığına kolculuk edebilmek için rutin dışına saptığı bir devlet ayakta falan kalamaz.

Türkiye’de yaşanan sorunlar rejime uygun davranılmadığından değil, rejimin bizatihi kendisi sorun üretme gayesine matuf tesis edildiği için yaşanmaktadır ve o bunu dedi, şu şunu yediyi bırakıp, artık bu esası konuşmak gerektir. Dün derini gitti, paraleli geldi, bugün de paraleli gitti derini geliyor… Bu zincirin kırılması ise Türkiye’de kişilerin değil, düzenin değişmesinden geçiyor.

Dedikodu herkesin hoşuna gider, çünkü tarafların sorumluluğu yoktur. Rejim değişikliği gibi bir mesele ise bütün tarafları sorumluluğa davet eder. Türkiye’nin dün, bugün ve bu gidişle yarın da aynı meselelerle uğraşmamasının yolunun rejim değişikliğinden, Allah korkusu karşısında başındakinden sonundakine kadar kimsenin imtiyazlı olamayacağı biz düzenin tesis edilmesinden geçer.

Dedikodu mu hoşunuza gidiyor, şikayet edip dırdırlanmak mı; yoksa hukuk düzeni mi arıyorsunuz? Yol belli, iz belli. Hadi şimdi görelim samimiyetinizi?

Görüş: Yavuz Beyoğlu