-28 Şubat korkakları ve menfaatperestleri-

Konya eski milletvekili Mustafa Akış'ın tiviti (1) ile öğrendim, Barış Terkoğlu'nun "Erbakan'ın saklanan konuşması" (2) başlıklı yazısını. Mustafa bey yazının içeriğinden ziyade ("28 Şubat darbe değildir") dayandığı argümana ("o darbeyse bu ne?") hiddetlenmiş olmalı. Çünkü attığı tivitler, 28 Şubatçı köpekleri değil, "FETÖ"yü hedef alıyor, "FETÖ"nün "Erbakan'a yapılan baskı"dan faydalanarak "yürüyüp gittiğini" söylüyor, "o güne kadar sinerek zemin tutmaya çalışan Fetö, 28 Şubat ile birlikte dini/sosyolojik olarak sahada tek ve tam hakimiyet sahibi olmuştur" diyor. 

28 Şubat bal gibi bir darbeydi. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz ama ideolojik olarak işinize gelmiyor. O yüzden elma ile armutu birbirine karıştırarak meseleyi sulandırmak istiyorsunuz."dediği ilk tivitinden sonra bunu destekleyecek delilleri koyacak diye beklerken, işi birdenbire "Emperyalistler 80 yaşın üstünde dediğin bu generallere imam hatip okullarını kapattırırken, diğer yandan Fetö’nün okullarına karşı esas duruşa geçirttiler. İmam hatip okullarını kapatan bu generaller Fetö’nün okullarını neden kapatmadılar? Niye Fetö okullarına yol verdiler?"diyerek mevzuyu "FETÖ okulları" ile "28 Şubat işbirliğine" bağlayıveriyor: 

"Acaba imam hatip okullarından çıkmak zorumda kalan çocukların öbek öbek Fetö’nün okullarına teslim olması için mi bu operasyonu düzenlediler? 28 Şubat olduğu için Fetö askeriyeye sızdıracağı elemanların annelerinin başı açık fotoğrafını almakta hiç zorlanmadı. Halbuki Kurtuluş Savaşı’nda düşman bile açamamıştı o annelerin başını." 

"40 yaşından minik kardaşlarım, toplanın" denilebilecek bir durum aslında Mustafa Bey’in şu yazdıkları. Arada onu tanıyan gönüldaş hukukçularımız olmasa çok şiddetli bir tepkiyi hak ediyor aslında Mustafa Bey. Ki, kendisi de 1981 doğumlu olduğu için "40 yaş" mevzuunda tam sınırda aslında, o halde, "sen de gel yamacıma Mustafa kardeş, otur, dinle" diyelim yumuşak şekilde.

***

Barış Terkoğlu'nun yazısı tam bir yüzsüzlük, onda bir problem yok. 28 Şubat'ta Refahyol hükümetinin yıkılmasının askeri bir darbe, askerin zorlaması sebebiyle değil, hükümeti oluşturan partilerin kendi aralarındaki protokol gereği Cumhurbaşkanı Demirel'e istifalarını sunulmasıyla olduğunu yazıyor Bay Terkoğlu. Daha önceden seyretmediğini söylediği bir videodan (3) bahsediyor, orada Erbakan, Çiller ve Yazıcoğlu'nun yanyana oturarak yaptıkları 21 Haziran 1997 tarihli basın toplantısından bahsediyor: 

"... Hayır, gizli saklı bir şey değil. Necmettin Erbakan’ın, bir yanına koalisyon ortağı Tansu Çiller’i, öbür yanına destek veren BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nu oturttuğu basın toplantısından söz ediyorum. Erbakan’ın konuşması, hükümetinin istifasından üç gün sonraydı. 21 Haziran günü TRT’den canlı yayımlanmıştı. Erbakan’ın basının karşısına çıkma nedeni beklentisinin karşılanmamasıydı. Zira, istifanın ardından, yeni koalisyonun Çiller’in başbakanlığında kurulmasını bekliyordu. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, görevi ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermişti. Görüntüyü izledim. Necmettin Erbakan söze şöyle girmişti: “Bütün ulusumuzun takip ettiği gibi, 18 Haziran günü, bizim DYP ile bir yıl önce yapmış olduğumuz protokolümüz uyarınca, protokolümüze uyarak Sayın Demirel’e başbakanlıktan istifa mektubumu sunmuştum.” 28 Şubat MGK’si, adı üstünde, 28 Şubat’ta oldu. Erbakan hükümeti o gün değil, dört ay sonra görevi bıraktı. Erbakan nedenin askerle sorun değil, koalisyon protokolü olduğunun altını çiziyordu."

Siz de seyredebilirsiniz o videoyu, evet, Erbakan aynen Bay Terkoğlu'nun naklettiği gibi "protokolün reddedilmesi" ile hükümetin düştüğünden bahsediyor. Devam edelim:

"... Yani cumhurbaşkanının görevi Çiller’e vermemesi ya da başkasına vermesi “darbe” ise (ki değil), Erbakan’a göre sorumlusu önce Demirel sonra Yılmaz’dı. Askerle sorun iddiasına da tepkiliydi:

“Efendim, ülkede bir gerginlik varmış da hükümet bunun için istifa etmişmiş... Hayır! İşte bizim istifa mektubumuz apaçık ortada... Başarılı bir hükümet, sadece ahde vefa örneği gösteriyor. Protokolün gereği olarak en güzel bir ahlâk örneği gösteriyor. Bu siyasi tarihimize böyle geçecek!”

Erbakan, istifa kararına “bir yıl önce Çiller’e verdiği söz”ü gerekçe olarak sunuyordu. Gelgelelim, bugün AKP-FETÖ işbirliği ile açılan 28 Şubat davasını sürdürenler, Erbakan’ın kendi sözlerine rağmen “Hayır, Erbakan’a askerler darbe yaptı” diyordu."

Erbakan'ın, kapatılan RP ve sonrasındaki Fazilet Partililerin, Saadet Partililerin 28 Şubat davasına müdahil olmaması önemlidir. Adamlar hiç değilse "tutarlılar"; bizi asker yıkmadı, protokol kabul edilmeyince hükümet düştü "mod"unda aynen devam ediyorlar malumunuz. 

Mustafa Bey yaş itibariyle -"40 yaş"- tam sınırda ve Beyşehir'den Ankara'ya yeni gelip hukuk tahsiliyle meşgul olduğundan "bazı şeyleri" çıkaramıyor olabilir ama Erbakan'ın bu dediklerini kabul etmek zorunda; "niyet okumaya" da lüzum yok, hemen söyleyelim, "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz"... Hem o dönemin ASKİ tesislerinin dili olsa da, orada yapılan toplantılardan haber verse!

O günler, Refah Partisi'nin Yenilikçi ve Gelenekçi kanat olarak sınıflandırıldığı dönem. Bu sınıflandırmada yer alan Yenilikçilerin ortaya çıkışında "bayrağı" abisinden devralan Korkut Özal'ın "katkılarını" da bilenler bilmeyenlere anlatsın. Bu iki kanadın oluşmasında, o günlerde anlatıldığı gibi, "askere karşı çıkanlar ile askerin suyuna gidenler" şeyinin pek kıymeti yok. Refah Partisi idaresi korkak davranmıştır, bunda hiç şüphe yok ama ötekiler de "savaş edelim" diyenlerden değildi. (4) Aslında yayılan "savaş edelim intibaı"na uygun davranılmış olsaydı, milyonlar 15 Temmuz'da olduğu gibi sokaklara çıksaydı, 19-20 sene sonra yaşanacak olanlar pek yaşanmazdı gibi, ama "takdir Allah'ın"... 

Yenilikçi kanadın Fazilet Partisi kongresi öncesi kendilerini attırma taktiği güttüğünü bilmeyen yok. Kaçın kurrası olduğunu bilmedikleri Erbakan'ın "siyasi dehası (!)" ile karşılaşınca tabii ki bu olmadı; üstelik FP'nin idaresine girdiler mecburen. (5) Girmeseler "fitne yapıyorlar" damgası yiyeceklerdi; tuzağa düştüler yani. FP idaresinde halim selim Recai "abi" bir yanda, canavar Şevki ve Oğuzhan diğer yanda, hepsini idare eden "siyasi deha Erbakan" en tepede olunca, kıpırdayacak halleri de kalmadı. Tek kurtuluş, Fazilet'in kapatılması olurdu herhalde ve 1998'de kapatılan Refah'ın yerine kurulan Fazilet Partisi de 22 Haziran 2001'de kapatılınca ve hemen ardından kurulan (20 Temmuz 2001) Saadet Partisi'ne Erbakan tek tek çağırarak üye kaydetmeye başlayınca da 14 Ağustos 2001'de Ak Parti'yi kurarak ayrıldılar. Gerçi Ağustos 2001'e kadar pek çok çalışma yapılmış, örnek üç parti tüzüğü hazırlanmıştı çok daha önceden ve ben bunu görüp "parti tüzüğünün tenkidi"ni yazmıştım, illerde de teşkilatın oluşturulma faaliyetine gayr-i resmi girişilmişti ama "bahane" yoktu; "siyasi deha Erbakan"ın inadı "ee yani, haklılar artık, bu ne!" tevilli bahaneyi verdi. 

Aslında meselenin özü şu: Abdullah Gül'ün kendilerine yönelik "gençler, tecrübesizler" iddialarına karşılık söylediği, "neremiz genç; ille de 70 yaşına geldikten, heyecanımız pörsüdükten sonra mı genel başkan olalım." (6) lafı işin özüdür, Refah-Fazilet'de kendilerinin düşündüklerini gerçekleştirecek "iklim" olmadığı için, kendi partilerini kurdular ama onlar da korkak davrandılar ayrı mesele. 

***

"Bugün"den bakarak "dün"ü yazmaya çalışmak ısmarlama iştir, "uydur uydur söyle”ye kadar yolu vardır, Ak Parti'nin kuruluşu da "merkez parti" olmak içindir ve vitrinleri de buna uygun olarak düzenlenmiştir. Ne arasan vardı kısaca o vitrinde. 2007 seçimleri öncesi, yani partinin gireceği ikinci seçim öncesi, İstanbul il başkanlığında Erdoğan tarafından "sınırlı sayıda katılımcıyla" yapılan toplantıda, "ARTIK KENDİ ÖZ ADAYLARIMIZI ÇIKARMALIYIZ, HERKESİ MECBUREN ALDIK VE NE YAPTIKLARI, SÖYLEDİKLERİ ORTADA; BANA BİZİM ADAYLARIMIZI ÇIKARIN" sözü üzerine hazırlanan listeler vardır ama çok azı istisna "öz adaylar listesi" ıskartaya çıkarılmış, aday yapılamamıştır. Bunları bilenler, biliyor. 

Kuruluş safhaları çok karışık olan Ak Partiyi bir kenara koyalım, kendisi cumhurbaşkanı danışmanı ve cumhurbaşkanlığı kurulu üyesi de olan Mustafa Bey’in sözlerine dönelim: 

"Generaller imam hatipleri kapatırken Fetönün okullarına dokunmadılar, çünkü imamhatipten gelecek öğrencilerin o okullara "öbek öbek" teslimi operasyonu yaptılar! O güne kadar sinerek yaşayan Fetöcüler sonra şaha kalktı, 28 Şubat ile birlikte dini/sosyolojik olarak sahada tek ve tam hakimiyet sahibi" oldular!" 

Yeminle, eğer onu tanıyan gönüldaşlar olmasa arada çok sert ifadeleri hak ediyor Mustafa Bey ama diyemiyoruz ve sadece "yanılıyor ve yanıltıyorsunuz" diyoruz. 

Nasıl bir "çaresizlik sendromu" içerisine girilmiş ki, Gülenistleri dev aynasında görüyor! "Dini/sosyolojik olarak sahada tek ve tam hakimiyet" kurduklarını söyleyebiliyor! Bunu, tartışmalı 15 Temmuz darbesini bir kenara bırakın, büyük kısmıyla hâkim oldukları adliye ve emniyet bürokrasisindeki güçlerine rağmen 17/25 gibi beceriksiz darbe girişimi yapmaya kalkan bürokratik klik için diyor yahu!!!

Konya ve ilçesi Beyşehir'den belki öyle görünebilir (7), küçük yer çünkü ama Gülenistlerin "sahada" bahsettiği gibi bir güçleri olmadığı, -Özal ile başlayan süreçtir- 2010 yılına kadar açılan yolda iyice semirdikleri, o tarihten sonra da hükümet ile oturup pazarlık yapabilecek güce sahip oldukları, (8) ardından da bu yönde hareket ettikleri her yerde yazılıp çizildi, onu bırakın "yakinen" de biliyoruz bunu. Yani Gülenistlerin esas gücü “bürokrasi” içerisindeki konumlarında (9) başka yerde değil. Buna rağmen, 28 Şubat Cuntası içerisindeki klikler savaşını görmez, Karadayı cuntasıyla zımni işbirliği yapılarak, Demirel ile birlikte hareket edilerek Çetin Doğan-Çevik Bir cuntasının tasfiye edildiğinden habersizlik de nedir? Hasan Köni'yi (10) bulup konuşmasını tavsiye ederiz Mustafa Bey’e. Ardından bu cuntanın ılığı-soğuğu hiç farketmez hepsinin niyetinin aynı olduğunu anladıklarında ve iki yüzlü ve aptal Gülenist şakirt polis şeflerinin "zorlama" raporlarını okuyunca, "darbe davaları sürecinin" başlatıldığından da habersiz (11) Mustafa Bey. O darbe davalarına, Ergenekon, öyle bir şeydi ki, "bu davanın savcısı benim!" dedirtilmiş Erdoğan aleyhine ve "yasadışı dinleme emri vermekten" soruşturma açılmasını sağlayacak "Gebze akaryakıt kaçakçılığı dosyası"ndan sayfalarca "yasal dinleme tapeleri" (12) ek klasörlerin içerisine sokulmuştu. Mustafa Bey o dönem parti içerisinde ve gençlik teşkilatının başındaydı ve herhalde MKYK üyesiydi, hukukçuydu, hiç mi okumadı onları veya "sahanın tek ve tam hakimi" olanların "anlattıklarına" inanarak mı davrandı? İşte önce bunun cevabını vermeli kendisi, sonra "elma ile armutu karıştırma" teşebbüsünde bulunmalı. 

Yaş itibariyle "40"ın sınırında olduğundan hatırlamıyor olabilir Mustafa Bey ama, Fetulah Gülen "başörtüsü teferruattır" dediği an kitle, yani Ak Partiye oy verecek seçmenin ekserisi onlar hakkında hükmü vermişlerdi; onların okullarına elbet giden olmuştur ama bu o kadar da fazla değil. Gülenistlerin dershanelerine gitmeyen öğrenci sayısı azdır herhalde ama okullarına giden sayısı daha da azdır ve giden öğrencilerin babaları da ya iş adamıdır, ya siyasetçidir, ya kalbur üstüdür, ya parası çok olandır; misal -adı çıktığı için yazıyorum- Berat Albayrak işte. Babasının "etkinliği" sebebiyle ve belki de "özel indirimli" olarak Fatih Koleji'nde okumuştur. Babasının "efsane" kitaplarını okuyanlar, Milli Gazete'de senelerce makale yazdığını bilenler, onun "Fetulahçı" olmadığını bilirler; ama "kaliteli okulda çocuklarını okutmak" imkanı sağlanınca bu fırsatı kaçırmayacak kadar da "oflu!" 

Mevzuyu lüzumsuz yere uzatmadan asıl meseleye gelelim.

Bay Terkoğlu'nun yazısının temeli, "Refahyol hükümetini asker yıkmadı, Erbakan'ın kendi açıklaması var, protokolü kabul etmeyen Demirel yıktı" olarak anlaşılmalı. Bahsedilen "80'lik ihtiyarlar" hangi suç isnadıyla yargılanıyorlardı? Eski TCK'da yeralan "hükümeti cebren vazife görmekten men" suçundan:

"147. madde: Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren iskat veya vazife görmekten cebren menedenlerle bunları teşvik eyliyenlere ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası hükmolunur."

Koca koca adamlar, o günlerin "tarih" olduğunu, geride kalıp unutulduğunu, şimdiki neslin de "ne verirsen onu yer" kabilinden olduğunu zannediyorlar ki, "ne asker zorlaması, Erbakan kendi diyor işte, protokolün kabul edilmemesi yüzünden hükümet yıkılmış" alçak yalanını hiç utanmadan söyleyebiliyor, bunu da mahkeme tutanaklarına geçiriyorlar! Ama doğrusu Mustafa Akış ve gibileri bu cevabı hakediyorlar. 

Yazının başında yazdığım cümleyi tekrarlamanın yeri: "Mustafa Bey yazının içeriğinden ziyade ("28 Şubat darbe değildir") dayandığı argümana ("o darbeyse bu ne?") hiddetlenmiş olmalı."

İşte Bay Terkoğlu'nun "argümanı" da yazısında şöyle:

"- Daha da önemli bir ayrıntı... Eğer Erbakan’ın anlattığı, “Demirel’in görevi Çiller’e vermemesi” darbe ise, bunun yakın tarihte örneği de var. Malum, Erdoğan, 2015 Haziran-Kasım aralığında, yaptığı manevralarla, muhalefete hükümet kurma görevi vermeyerek, olası bir alternatifi önledi. Öte yandan, İSTİFA İLE DARBE AYNI ŞEYSE, 2016 YILINDA BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU’NUN İSTİFA ETTİRİLMESİ ne oluyordu?"

Meşhur "Pelikan Bildirisi"nden (13) ve ardından hızlıca gelen gelişmelerden bahsediyor burada. O zaman da yazdık, şimdi de yazalım, Ak Parti'den asla silinmeyecek UTANÇ KAYNAĞI bir hareketti, A. Davudoğlu'nun "istifa ettirilme" süreci. (Boşalan yerlere kimler geldi, diye de sorayım.) Hem genel başkan, hem başbakan ama parti MKYK’sı ondan habersiz elindeki yetkileri kısıtlıyor! Can Paker gibi bir "light Soros"un desteklediği "çete-klik", herkesin önüne o "bildiriyi" koyuyor. BAKIN, DAVUTOĞLU'NDAN RAHATSIZLIK OLABİLİR, DENİLEN HER ŞEYİ DE YAPMIŞ OLABİLİR, BUNU KONUŞMUYORUZ, İSTİFA ETTİRİLME SÜRECİNİ KONUŞUYORUZ. REZALETTİ! KENDİ GENEL BAŞKANI VE BAŞBAKANINA BUNU LAYIK GÖREN BİR PARTİ İDARESİ DE HER ŞEYE MÜSTEHAKTIR! HER ŞEYE! 

Bay Terkoğlu işte bunu hatırlatıp, "o darbeyse, bu neydi peki?" diye soruyor. Soruyor ve Mustafa Bey de hiddet ve celal içinde abidik gubidik lafları sıralıyor, naklettik yukarıda. 

"Olay benzerliği" bakımından incelense, Bay Terkoğlu'nun da haklılık payı var ve buna sebep olanlar da, 20 küsur senedir parti idaresinde bulunan, şimdi de başdanışman ve Kurul üyesi bir hukukçu olan Mustafa Akış bey gibileri! 

Bu "protokol bahanesi"ne sığınanlar, Sincan'ın içinden geçen tanklar hakkında da bakın nasıl tanıklıklar buluyorlar:

"- Tanık olarak dinlenen emekli Korgeneral Erdoğan Karakuş ise, 1969 yılında Mürted Hava Üssü’nde çalışmaya başladığını belirterek, “1965 yılından beri tanklar ve zırhlı birlikler Sincan’ın içinden geçerek Mürted’e gelirdi. Ben de göreve başladıktan sonra birçok kez konvoyun hava güvenliğini sağladım. 1992 yılında NATO denetlemesi vardı ve 100’e yakın zırhlı birlik ve tank Sincan’ın içinden geçerek üsse geldi. O yıllarda Sincan, 4 bin 800 nüfuslu bir kasabaydı yani ‘içi’ ‘dışı’ diye bir şey yoktu. Ayrıca 9 Şubat 1992 yılında Somali’ye gidecek 48 tane tank Sincan’ın içinden 48 gün boyunca geçerek üsse geldi ve biz de uçaklara yükleyerek Somali’ye gönderdik” dedi." (14)

Gördünüz mü nasıl da "normal" gösteriyorlar o "tankların geçişlerini!" 

Sadece bu "olaylara" bakarsanız, "no problem" ve HATTA "FAZLA ALINGAN ÇIKTI BU İSLAMCILAR" DEME YÜZSÜZLÜĞÜ bile gerçekleşebilir. Çünkü, Mustafa Akış bey gibi "kıymetli hukukçular" bir yana, hele "light Soros" tipliler, 28 Şubat döneminde (15), 1993'de ÖZAL'IN ÖLÜMÜYLE BAŞLAYAN SÜREÇTE "YETİM KALAN LİBERAL SOL GRUP VE DÖNME AKTİVİTELERİ"nin ortaya saçılmasından endişe ettiklerinden mi nedir bilinmez, basın ve sermaye ayağı olmadan eksik, kadük ve işte Bay Terkoğlu'nun arsızca laflarına muhatap olacak 28 Şubat Darbesini sadece "80'lik ihtiyarlar" (demek ki o günler de 50'li yaşlardalar ama!) ile sınırlı tuttuklarından oluyor bunlar! 

Oysa, 2012'de yazılmış, resmi hale gelmiş, 15 Temmuz Raporu gibi "gayr-ı resmi" duruma sokulmamış TBMM Raporu var 28 Şubat hakkında. (16) Asker ayağı anlatıldığı gibi, esas işi yüklenen basın, sermaye ve STK ayakları da orada bir bir yazılmış, çizilmiş. 

"80'lik ihtiyarlar" mahkemelerde istediklerini söyleyebilir, diledikleri tanıkları getirebilirler, ama o gün gazetelere atılan manşetler, yazılan makaleler, televizyonlarda söylenen sözler olmadan, "gerekirse silah bile kullanırız... silahsız kuvvetler iş başında... yeni vatandaşlık görevim..." başlıkları/manşetleri hesaba çekilmeden, onları yazanlar "80'lik ihtiyarlar" ile sanık sandalyesine oturtulmadan "post modern darbe" denilen 28 Şubat ve evet FETÖ de anlaşılamaz! 

Şu sahneyi hafızanızdan çıkarın ve seyredin:

Kadıköy'de bulunan apartmanın bir dairesine "baskın" yapılıyor. Kapı kırılarak içeri giriliyor; bir kadın ve bir erkek var. Erkek olan "gıyabi araması" olan Aczmendilerin lideri Müslüm Gündüz. Kadını koyun bir kenara. Kameralar, fotoğraf makineleri, gazeteciler, polisler herkes doluşmuş küçücük daireye. Tıklım tıklım. Yarı çıplak erkek, giyinmeye çalışırken engellenen... Çekilen görüntüler günlerce televizyonlarda döndürüldü, gazetelerde kullanıldı. Kapının kırılarak girilmesi bir kenara, arandığı meseleden serbest kalması bir kenara, evin içine gazetecilerin iteleye iteleye tıkılması bir kenara, görüntülerin servis edilmesi bir kenara... Baştan aşağı hukuksuz ve adi bir polis operasyonuydu o. Ama bakın "kimler" orada; Mustafa Akış Bey de dinlesin, yaşı küçük bilmiyordur çünkü. 

Operasyonun Kemalist iradeyle yapıldığından şüphe yok; Susurluk'ta kamyona çarpan piç sistemlerini gözden uzak tutmanın yolu olarak da görüldü bu. Ama o gazetecileri oraya toplayan, mesela Tuncay Özkan'ın altında çalışan muhabiri bizzat arayarak davet eden, kendisiyle iki üç saat başbaşa sohbet etmek istediğim, bu sohbet neticesinde de kritik bilgileri kesinlikle alacağıma emin olduğum Gülenist polis şefi Ali Fuat Yılmazer! (17) 

Ya bu görüntüler olmadan önce ufak ufak başlatılan ama görüntüler eşliğinde hızlanan "özeleştiri" meselesi? (18) Bunları Gülenistlerin yayın organlarında dinlediğimiz gibi, Kanal7 Grubu ve Yeni Şafak gazetesinde de okumadık mı? Ahmet Hakan'ın "İskele Sancak"ında çıkıp, "kötü islamcılar... müslümanların adını kötüye çıkaranlar... islam barış ve sevgi dinidir... bu grupları müslümanlar askerin zoruna gerek kalmadan kendileri atmalıydı" diyenleri kim unutabilir? Yeni Şafak'ta "entellektüel birikim" diyerek içine doldurulan "tarihselciler" eliyle yaptığı yayın. "Hocaların hocası Hayrettin Karaman"ın "dinlerarası dialog" lafları da o günlerden... Bunlar sadece Aczmendiler ve İbda Mihrakı hakkında atıp tutmadılar iğrençliklerini herkesin önünde göstererek, aynı zamanda Refah Partisi içinde bulunan belli kişi ve gruplara da yöneldiler. Son tahlilde kendilerinden bir farkı olmayan Kayserili Şükrü Karatepe için o günlerde "mahalleden" yapılan yayınlara bakın, yeter. Veya Hasan Hüseyin Ceylan'a... 28 Şubat hakkında "80'lik ihtiyarların" dışında bir şey yapılmamasının sebebi bu olabilir mi? Çünkü "HEPİNİZ ORADAYDINIZ" denilecek bir durumdu yaşananlar. 

TC Devletininin kuruluş sürecinden gelen, devletin kurucu unsuru olan (Kürtler, Türkler filan "kurucu unsur biziz" palavrasını sıkmasınlar, değiller!) aslıyla İ.T. olan iki ana Kemalist akım arasındaki kavgada bu "özeleştiriciler" meze oldular, hâlâ farkında değiller aslında; onun için de "SÖZ, SİZE DOKUNMAYACAĞIZ!", derdimiz "sizler" değilsiniz, sizler "KULLANIŞLI APARATSINIZ" zaten, her devir kullanılmışsınız, hâlâ kullanılıyorsunuz, bu sebeple kenarda durun, "laf dinleyin", ana gövdeyle hesaplaşmada arada kaynamayın demek isteriz onlara. 

Aparat oldukları nereden belli denilirse, 30 senedir "bürokrasi" içindeler, neredeyse son on sene -güya tabii- tam hakimler, istediklerini yapacak güçleri var ama -yine güya!- çok önem verdikleri "cumhurbaşkanlığı sistemi"ni bile yukarıda bahsettiğim "liberal sol dönme irtibatlılar" yazdılar, "teşkilat şeması" bile çizecek zekaları yok! Ve dikkat edin buraya, Ali Fuat Yılmazer kontrolündeki 17/25'deki salak hukuki darbe denemesi bir kenara, o günden sonra "piyasaya" düşen "yolsuzluk iddialarında" neredeyse parti içindeki çetelerden herkes var ama "hangi çete" yok?

Yani... Mustafa Akış Bey, Bay Terkoğlu'na "fetö fetö fetö" diyebilir cevap olarak, tribünden alkış da alabilir (19) ama bu ayağına sıkmaktan başka bir mânâ ifade etmez! Erbakan'ın "hükümeti"ni "vazife görmekten" engelleyenler olarak "80'lik ihtiyarları" içeri atıyorsanız, Ahmet Davutoğlu hükümetini "vazife görmekten" engelleyenlere de bir şey yapmalısınız; "parti içi çekişme" diyebilirsiniz ona, nihayetinde bu bahane bile "engel olmayı kabul etmek" üzerine kuruludur, 28 Şubatçı köpeklerle aralarınıza FARK koymak istiyorsanız, bahanenizin mantıklı olmasını istiyorsanız şayet, "2012 TBMM Darbeleri Araştırma Raporu"nda kaydedilmiş, "sivil ayaklar" hakkında acımasız bir soruşturma kampanyasına başlamanız gerekir. Başlamazsanız, Bay Terkoğlu tezatınızı gözünüze gözünüze sokmaya devam eder! 

Sözümüz de söz unutmayın; karar sizin. 

Notlar:

Dinleme Parçası: Hakan Türkmen - Hurilerle Nurilerle

1)https://twitter.com/mustafaakis/status/1546623293154803718

2) https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/baris-terkoglu/erbakanin-saklanan-konusmasi-1956646

3) Erbakan'ın Çiller ve Yazıcıoğlu ile birlikte yaptığı 21 Haziran 1997 tarihli basın toplantısı. Erbakan ilk on dakikasında "protokol gereği istifa ettiklerini" üstelik övüne övüne anlatıyor. Demirel'in kendisine "bu protokol beni bağlamaz" dediğini ve kendisinin de "evet haklısınız" dediğini de naklediyor. Gözü "koltuktan" başka birşey görmeyen Erbakan, 1980'lerden itibaren başlayan "Devlet reeorganizasyonu"nun farkında değil, tasfiye edilmesi planlanan devlet içi çeteye karşı girişilen operasyonda gayet kolaylıkla harcanacağını göremiyor. Demirel, hükümet kurma görevi verdiği Mesut Yılmaz’dan, “şuna bir “başbakan yardımcılığı ver de sussun” diye ricada bulunsaydı, mevzu kalmazdı herhalde ama Erbakan “şartları” hiç okuyamamış biri.

https://www.youtube.com/watch?v=XZZCXKaHM8M

4) https://bianet.org/bianet/siyaset/274-yenilikcilerin-neresi-yeni

5) https://www.hurriyet.com.tr/gundem/yenilikci-kanat-kopma-stratejisi-belirliyor-39213182

6) https://www.indyturk.com/node/144116/siyaset/t%C3%BCrk-siyasi-hayat%C4%B1nda-yol-ayr%C4%B1mlar%C4%B1-ve-yeni-partiler

7) Mustafa Akış'ın doğum yeri Konya Beyşehir. "Hayırsever işadamları Ali ve Kamil Akkanat kardeşler" tarafından yapılan okulda ilköğretimini gördü. Ankara'da yüksek yerlere çıkınca elbette "hayırsever kardeşler" ile de irtibatını kesmedi. (http://bgrt.com.tr/haber-cumhurbaskani-basdanismani-mustafa-akis-beysehir-de-16212.html) Ama "hayırsever kardeşler" denilenlere ait Akkanat Holding'in alemgirli işlere girdiği veya girdirildiği de basına düştü. İlgili linkte yeralan Türk Alman Üniversitesi'nin rektörü filan ayrı mevzu, onunla ayrıca ilgilenmek gerekir manasına ayrı mevzu tabii, "fetöcü kaynadığına" dair haberler de çıktı: 

https://www.patronlardunyasi.com/haber/Ihanete-devam-Hazine-arazisini-aralarinda-paylastilar/211693

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/618270.aspx

8) Eski HSYK daire başkanı İbrahim Okur'un savunmasının okunması gerekir: https://yrapor.wordpress.com/2021/12/23/ibrahim-okurun-2017-tarihli-savciliga-verdigi-tahliye-talepli-dilekcesi/

9) "Bürokrasi içindeki güçleri" de, fırıldaklık ve oyun kurmayı belki iyi bildiklerinden ama en çok da menfaatperestleri iyi tespit edip bir iki koltuk veya "titr" vererek kendilerine bağlamaları ve "zoraki" de olsa ittifak oluşturmalarında... Bugün çıkıp "hayır ben fetöcü değilim" diyen ama "maklubeye kaşık sallayanlar" var ya, doğrudur, misal Mehmet Özhaseki için "Fetöcü" dendi, biz de dedik ama bu onun Erenköy Cemaatine bağlı olduğu gerçeğini değiştirmiyor, Gülenistler zaten çetele tutmuyorlar, önemli olan hedeflerine ulaşmaları, "maklube masalarında" döndü herşey! Veya bazılarının, özellikle Hakyol Grubu'nun adı, mesela TBMM başkanı Mustafa Şentop'un adı da böyle çıktı, çocuğu "fetö okulları"nda okudu, başbakan ile HSYK arasında ilişkiyi sağlayan "unsur"un adı da çıktı, oysa bunlar reddettiler, haklılar, Hakyol cemaatindenler, doğru söylüyorlar, ama "maklubeye kaşık salladılar" mı, evet, mevzu da bu. "FETÖ'nün sahanın tek ve tam hakimi" olması da -bürokrasi sahası ama, milletin içi değil- bu menfaatperestler sebebiyle oldu Mustafa bey. 

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/meclis-baskani-sentopun-kizi-yksde-turkiye-32ncisi-oldu-1855993

https://muyesseryildiz.com/2022/03/04/basbugun-isaret-ettigi-isim-o-gece-tbmmde-simdiki-aym-uyesi-de-vardi/

https://muyesseryildiz.com/2022/03/03/ilker-basbug-hangi-burokrata-dikkat-cekti/

10) Hasan Köni ve "irtibat ve iltisakları" hakkında, 1998-1999'dan iki yazı; yaşı tam "40"ın sınırında olduğu için Mustafa Akış bey bilmez bunları, okusun. Önemli: 2010'lara kadar da Erdoğan ve Ak Parti muhalifiyizdir, eh şimdi kendileri de Babacan ve ekonomik durum meselesinde "o günleri" kötülediklerine göre BİZ HAKLIYIZ, ve 2010'dan sonra da "kafa göz yara yara" giden Erdoğan'ın "şartlı destekçisiyiz." Okuyunca, anlaşılır bunlar. 

http://www.geocities.ws/sinamiorhanupto/maksintayyibek1.htm

11) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ali-fuat-yilmazer-erdogan-ergenekon-davasi-icin-dogrudan-talimat-veriyordu-661608

12) Erdoğan'a "bu davanın savcısı benim ben!" dedirttikleri Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinde bulunan ve böylece "kayıtlara geçirilmiş" de olan tapeler; Mustafa akış bey ve diğer partili hukukçular mışıl mışıl uyuyorlardı tabii! 2009'da yayınlandı; öncesi de var da boşverin orayı. 

https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/tayyip-erdogan-ve-abdullah-gulun-tsk-icinde-gizli-orgut-calismasi-tamami-5566

https://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/haberler/aydInlIk-acIklIyor-tayyIp-In-tsk-IcIndekI-gIzlI-orgutu-8544

http://www.geocities.ws/sinamiorhanupto/maksintayyibek2.htm

13) Pelikan Bildirisi'nin yayınlandığı sayfa: https://pelikandosyasi.wordpress.com/

14) https://www.sozcu.com.tr/2022/gundem/28-subat-davasinda-yeni-gelisme-2-7009982/

15) 28 Şubat döneminde olanları kronolojik olarak ve ama hafiften geçen sayfalardan gösterelim:

https://web.archive.org/web/20120625104803/http://dosyalar.hurriyet.com.tr/fix98/75yil/1995.htm

https://web.archive.org/web/20100108162240/http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/ayintarihi/1997/mayis1997.htm

16) 2012 TBMM Darbe Komisyonu sayfası, tam adıyla: Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu: 

https://acikerisim.tbmm.gov.tr/handle/11543/2782?locale-attribute=en

17) https://www.odatv4.com/medya/adamin-yatak-odasinda-sizin-ne-isiniz-var-0810161200-101864

18) Liberal sol dönme-avdeti çetesinden Ruşen Çakır'ın, 2010'da başından geçenleri anlatması. 2010, "Yetmez ama evet" diyen grubun "öcüleri" göstererek "2. Cumhuriyeti" kurmak için fingirdeştikleri dönem; Aczmendilere bakışlarını da "buradan" manalandırın: https://medyascope.tv/2022/05/07/gomasinen-90-aczimendiler-ve-muslum-gunduz/

2000 senesinin 28 Şubatı yaklaşırken, 1990'ın başlarında bizzat bizimle görüşen ama sözlerini tutamayan Muhsin Yazıcıoğlu'nun BBP'sinin Muhalif mi, Alperen mi nedir işte garip isimli tabloid boy çıkan dergisinde BBP idarecisi Hakkı Öznur'un, 1999 boyunca cezaevlerinde defalarca askeri saldırıya uğramış, 2000'in 25 Ocak'ında da bir şehit, onlarca yaralı gönüldaşımıza malolan "Noel Baba Operasyonu" sonrasında bize dair yazdığı "karanlık mahfiller tarafından beslenen örgüt" lafları... 2000'ler boyunca meydana gelen suikastlerin kendi "gençleri" arasından "sürüldüğünü" görmek utandırmış mıdır bu "hocasının keltoşunu" acaba? 

19) Mustafa Akış, Erdoğan'ın, "MİLLETİMDEN ÖZÜR DİLİYORUM, ALDATILDIM!" açık yürekliliğini bile çok gören şu lafları yazıyor, 2020 yılında:

"Yukarıdaki açıklamaları göz önüne aldığımızda FETÖ-siyaset ilişkisine nasıl bakmalıyız ya da nerede aramalıyız? Örgütle siyasi ilişkiler tartışmasının yapıldığı son dönemlerde enerjimizi ideolojik bakış açılarımız üzerinden boş yere harcamak yerine FETÖ’nün siyasetle ilişkisinin her dönemin güç odakları üzerinden tarif edilmesi gerektiğini, dolayısıyla bu yapının gelişerek devleti ele geçirmek istemesinde bütün siyasal iktidarların ve muhalefetlerin tabiri caizse kusurunun bulunduğunu; bu konuda tüm samimiyetiyle kendisine özeleştiri getirenlerin daha da kıymetli olduğunu ve en büyük kusurun da FETÖ’nün önünü açan vesayet sisteminde olduğunu söylersek doğru bir değerlendirme yapılmış olur."

Mustafa bey gördüğünüz gibi "tutarlı", iki sene sonra Bay Terkoğlu'na verdiği cevabın aynını "update" ediyor. Büyük bir kibir o laflar. Bir ay sonrasında 17/25'in geleceği 22 Kasım 2013 tarihinde artık ayrı yerde "mevzilenmş" olan Ruşen Çakır'ın "AĞUSTOS DERSHANELER SAVAŞI" üzerinden yazdığı bir tivite, "fitne hoşuna gidiyo dii mi?" diye gevşekçe cevap veren birinin, (https://eksisozluk.com/img/l6xx5d7s) tarihi kafasına göre yazması normaldir; üstelik, Ruşen'in tivitinde bahsettiği "Erdoğan'ın MİT krizini sineye çekeceğini sanmak" ibaresi var orada, hatırlanmalı, 7 Şubat hadisesini de Gülenistlerden değil "ergenekonun oyunu" olarak görmüşlerdi "bunlar." Erbakan nasıl bahsedilen videoda "saf saf konuşuyor" ise, Ak Parti idarecileri de aynı saflıkta idiler o günlerde. Salakça bir kibirle hazırlanan 17/25 hukuki darbe teşebbüsü olmasa, istedikleri gibi de çevirir dururlardı aslında bunları "Cemaat" ama Kısıklı'nın kapılarına dayanma kibrini göstermeleri birilerinin -hamdolsun- uyanmasına vesile oldu! 

https://www.star.com.tr/acik-gorus/feto-siyaset-iliskisi-siyasi-ayak-tartismalari-haber-1513100/

Görüş: İbrahim Haceviç