1970'’li yıllar evimize televizyon geldi. Televizyon, insanları karşısına alıp kendisine bağlayan sihirli kutu. Anne ve babalarımızı kimilerinin ise dedelerini esir alan, saatlerce başında bekleten en büyük ahlak erozyonuna uğratan sebeplerden biri. O zamanlar kim televizyon alırsa komşular ziyarete giderdi. Bir bakıma televizyon alan aileyi tebrik ederlerdi. Şimdiki anne ve babalar televizyona yani teknolojiye esir olmuşlardı. Birçok maddi ve manevi şeyleri kaybeden o zamanın nesli, şimdi de çocuklarının tablet, cep telefonu ve bilgisayar mahkûmu olmalarının amili iken, bu durumu dert ediniyorlar. Aslında yaşadıkları hakiki bir acı ve ıstırap değil. Hakikî manada acı ve ıstırap olsa sorunun kaynağını önce kendilerinde görürlerdi. Kendilerine çeki düzen vererek yavrularının temel meselesine adam akıllı el atarlardı. Hakiki manada acı ve ıstırap duysalar nihai manada bunun bir dünya görüşü problemi olduğunu ve bu dünya görüşüne nispetle tezatsız bir sistem kurmak gerektiğini idrak ederlerdi. Halkın Müslüman olduğu yerde İslam ahlakının pıhtılaşarak hukuk ve iktisat sisteminin oluşması, yaşanılan devletin de buna göre dizayn edilmesi gerektiği bedahet çapında anlaşılırdı.

***

Neyse 8 veya 9 yaşındayım. Televizyondan iğrenç bir ses duyuyorum. İnsanı ürperten ve adeta “Bu insan sesi olabilir mi?” dedirten iğrenç bir ses. Daha o yaşta bana bunu dedirten neydi acaba. Fıtratımda bana verilen ve henüz bozulmamış ruhi sezgi olmasın. 1974 yılında televizyona baktım bana doğru konuşan kişi Oğuzhan Asiltürk idi. Şu an Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Üyesi.

***

Bülent Ecevit. Bu milletin kanını emenlerden. Bu milletin diline ve dinine düşman kesilenlerden. Bizim insanımızın Ecevit hakkında olumlu görüşlerini “Adamın malı mülkü yok, diğerleri gibi yemedi içmedi.” şeklinde ifade ederler. Bunun aksine siyasetçiler için “Yedi içti lakin hizmet de yaptı.” diyen azımsanmayacak bir güruh da var. “Yemedi” yahut “yedi ama hizmet de yaptı!” diyerek siyasiler hakkında müspet konuşanlar, bu millette ahlaksızlığın tavan yaptığının göstergesidir. Niye mi? Çünkü devlet adamı hizmetiyle ve adaletiyle devlet adamıdır. Devlet adamı makamını kendine menfaat alanı olarak kullanmaması ile devlet adamıdır. Bizce ne o ne de bu… Her ikisi de tarihin çöplüğüne atılması gereken iki anlayıştır.

Ecevit… Yemeyen Ecevit’i “Onbirler” olayıyla biliriz. Hükümet kurmak için diğer partilerden 11 milletvekillini ayartıp onlara bakanlık veren biri olarak… Yavuz Ağıralioğlu’nun hararetle savunduğu parlamenter rejimde bunlar çok kolay oluyordu. Üç kâğıtçı tipleri kanuni çerçeve içerisinde ayart ve iktidar ol. Böylesi bir anlayış acaba bir milleti nasıl yönetirdi? Nice kaybolan yıllar gördük. Dürüst, yemeyen, demokrat ve solcu bilinen beyefendi Ecevit’in partisinden bir hanım, karşısına aday olarak çıkınca parti kongresinde neredeyse katledilecekti. Bunun yanında Müslümanların asla unutmaması gereken bir sahne. Fettöş’ün şefaat ettiği Ecevit yemin töreni esnasında meclis kürsüsünü kuşattırmış Merve Kavakçı’ya yemin ettirmemişti. Bizim Milli Görüş mücahitleri de bu durumu -Müslümanı çıldırtması gereken bu hali- “mal mal” kılları kıpırdamadan hissiz bir şekilde seyretmişlerdi. Belli ki, beyefendiler provokasyona gelmiyorlardı. “Tüh sizin adamlığınıza.” denilen bu tipler hala ortalarda siyaset yapma, bu milletin duygularını istismar etme derdinde. Biraz utanma, biraz haysiyet sahibi olsanız evlerinize girer ve bir daha çıkamazdınız.

Sahi rahmetli Erbakan dilimize, dinimize düşman Ecevit ölünce taziyeye gitmişti. Taziyeye gitmiş, Rahşan Ecevit'i de sinirlendirecek şekilde Ku’ran okumuştu. Acaba kendisi yaşarken Başkan Tayyip Bey vefat etseydi ona da taziyeye gider miydi? Onun da ruhuna Kur’an okutur muydu?

***

Beden dili üzerine kitaplar okudum. Batı tandanslı kitaplar. Her kültür ayrı bir hassasiyete sahip olduğuna göre o kitaplar bizi tam anlatmasa gerek. Veya batı düşünce ve yaşayış tarzı başta biz olmak üzere her yeri kuşattığına göre, herkes Batıya öykündüğüne göre, nispeten belirli bir ölçüde izah edebilir. Beden dilinin bizdeki şahikası Erzurumlu İbrahim Hazretleri’nin Marifetnâme kitabıdır. Salih Mirzabeyoğlu’nun “İnsan” adlı eserinde de beden diline dair bahisler vardır. Her şey insandan emaredir. Sûret fikrin tezahürü. O yüzden tecrübe sahibi ve iyi gözlemci biri suretlere baka baka bir kanaat sahibi olabilir. Bu kanaatini mutlak hakikat olarak saymamak şartıyla tabiî; mutlak hakikat olarak kanaat getirirse hududu çiğnemiş olur. Bu beden diline ait bize ait veya dıştan kitapları okuyunca bende insanların suret ve karakterleri üzerinde ister istemez yoğunlaştım. Kendime dair şuurlu veya şuursuz birtakım karakter tesbitlerinde bulundum.

Gerdan... Mesela bir insan gıdığını kaldırıp kafasını hafiften eğip boynunu aşırı gösteriyor ve insanlara üstten bakma temayülü gösteriyorsa kibirli ve kendini beğenmiş biri olarak geliyor. Semra Özal, Mesut Yılmaz'ın karısı Berna Yılmaz, Taha Akyol ve Mustafa Kamalak bu tespitime dair misaller.

Hayatımda Mustafa Kamalak kadar kibirli kendini beğenmiş birine az rasgeldim desem abartı yapmış sayılmam zannediyorum. Aynı zamanda zavallı ve acınası. Rabbim bizleri böylesi şahsiyetler olmaktan uzak eylesin.

Malum geçen hafta Milli Görüş’ün büyükleri birbirine düştü. Birbirine atan-tutan, birbirlerini ihanetle suçlayan şahsiyetsizlikler ve güldürür sürtüşmeleri... Mustafa Kamalık’ın karısı Zübeyde Kamalak’ın ağır sözleri, tenkit ettiklerine cehennemi gösteren ifadeleri… Daha önce Mustafa Kamalak bir televizyon programında, bir şahsı işaret ederek “onunla cennette bile yan yana olmak istemem” demişti. Karı-koca birbirine gayet iyi uymuşlar. Siyasi olarak ne kadar hırs varsa, neler söyletiyor insana. Bu sözleri ancak itikaden sapıtmış tipler söyler. Rabbim bizleri bu duruma düşmekten korusun. Ne olacaktı ki? Necip Fazıl, Erbakan’ı tenkid etti diye Büyük Doğu külliyatını okuma, okutma. Ehli sünnet dışı şahısların Mısır ve Pakistan menşeili eserlerine kucak aç. Kendini de gençlerinin ruhunu ve kafasını da bu kitaplarla iğfal et. Varacağı yer burasıdır.

Milli Görüşçü kardeşlerimiz ve Akit Gazetesi’nden dostlar rahmetli Erbakan’a ithafen “hocamız yıllar öncesinden Fettöş hakkında bizleri uyarmıştı” diye söylerler. Rahmetli Erbakan hocamızın uyarılarını ne biz, ne başkaları bilir, sadece bunlar uyarılardan haberdardır. Keşke uyarılarını Milli Gazete’den okuma bahtiyarlığına erseydik... Böylelikle Erbakan hocamızın basiret ve ferasetini dile getirirdik. Oysa zavallı ve acınası kibir dağı Mustafa Kamalak “hocaefendi”nin medyasında cirit atıp “hocaefendi”ye ne methiyeler düzmüştü. 15 Temmuz olmadan önceydi değil mi!.. Doğrusu bunlar oy için her taklayı atarlar.

Sesler ve beden dili diyorduk… Her şey insana dair. İnsanı anlatır. Tasavvuftan pay alırsan bunları görmek nasibi artar. “Sanat güneşi” lakaplı bir Zeki Müren vardı. Sanat müziğini katleden bütün ukdesi güzel cümle kurmak olan sapık bir insandı. Hiçbir zaman kanım ısınmadı bu şahsa. Ne olursa olsun hiçbir şekilde dinleme eğiliminde olmadım. Doğrusu Orhan Baba ve Ferdi Abi ile yetinmeyi yeğledim. Bir gün Özdemir Erdoğan, Zeki Müren’den bahsederken, “Sesi nasıl böyle? Erkek sesi mi yoksa kadın sesi mi? Ne o ne bu. Ses erkekten erkek sesi hüviyetinde çıkarsa güzeldir, ses kadından kadın sesi hüviyetinde olursa anlamlıdır! Zeki Müren'de ne o ne bu. Bu yüzden insan ruhunu yozlaştırır!” demişti… Bizim muhitimizde böylesi bir sese yer yok. Sahi Özdemir Erdoğan, Oğuzhan Asiltürk'ün sesini duysa nasıl bir tespit yapardı acaba?..

Türk basınının mertlerinden (!) Fatih Altaylı, Oğuzhan Asiltürk'ü Adnan Oktar'ın evinde görmüş. Biz Fettöş’ün ve Adnan Hoca'nın sapıklığını yazarken bunlar iç içe… Adnan Hoca kılıklı sapığın kitapları Milli Gazete'de boy boy reklam edilip okunması için teşvik ediliyordu. Gazete reklam için ne kadar para almıştır kim bilir? Sapıklıklar pompalanırken Ehli Sünnet’in pürüzsüz savunucusu Necip Fazıl’ın eserleri milli görüş camiası tarafından yasaklandı. Millî Gazete’de yazıyor diye “İsmet Özel, Necip Fazıl'dan daha büyük şair!” dediler. Şimdi yazmıyor ya İsmet Özel de “tukaka”dır herhalde.

Baran Dergisi 754. Sayı

Bahattin Yeşiloğlu