Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un geçen hafta yaptığı açıklamaya göre Türkiye’de sosyal ağ kullanım oranı da yüzde 82,8’e ulaşmış durumda. Bu rakamlar, birkaç sene önce Türkiye’nin sosyolojisini yansıtmadığı düşünülen sosyal ağların artık neredeyse herkes tarafından kullanıldığı gerçeğini ortaya koyuyor. Kamuoyu oluşturulmasındaki gücü, sivil toplum inisiyatifi rolü belirtmesi ve tabiî ki dönen manipülasyonlarıyla sosyal medya artık hakkında kapsamlı araştırmaların yapılması, akademik makaleler ve tezler yazılması gereken bir saha olarak karşımızda. Bu sahada zaten çalışmaların yapıldığını söyleyenler olacaktır… Evet, birtakım çalışmalar yapılıyor; fakat ekserisi sathî kalıyor. Çünkü yargıya, siyasete ve en ehemmiyetlisi de sosyolojiye tesirine nazaran kitlelerin yönlendirilmeye karşı bu derece savunmasız olduğu bir sahanın teferruatçılık şuuruyla incelemeye tabi tutulması gerekiyor. 

Bugüne kadar görmezden gelinen sosyal medya platformlarının artık cemiyetin hislerini şekillendirme ve yönlendirme kabiliyetini haiz araçlar olduğu kaskatı bir vakıa olarak karşımızda duruyor. Misal vermek gerekirse; son birkaç aydır Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sağlık durumu üzerinden yapılan manipülasyonlar ve artık devleti yönetemiyor olduğu iddiasının köpürtülmesi, en koyu Erdoğan taraftarlarının dahi zihninde “acaba öyle mi?” sualinin belirmesine sebep olmuştu. Bu soru işaretleri ve öngörülemezlik döviz kurlarındaki yükselişle ortaya çıkan kriz ateşine odun taşıdı. 

Cemiyetin son derece karamsar bir iklime sürüklenmesinde yönlendirici rolünü Türk’ün ruh köküne düşman olan CHP çevresinin oynadığı aşikâr. Geçmişine bakmadan “Halkın cebinden parasını çalıyorlar.” yaygarası koparan bu zevat için Üstad Necip Fazıl, Büyük Doğu Dergisi’nin 1952’nin Haziran ayında yayınlanan 21. sayısında “Sen ey Nemrudlar kadrosu! Sen bu milleti, 27 yıl boyunca dininden ve imanından itibaren son çarığına kadar soy, perişan ve rehbersiz ortada bırak; yani hakkı, adaleti, insafı, vicdanı, ahlâkı, imanı kökünden baltala; sonra da karşımıza geçip bize bunlardan bahset!” derken, CHP’ye yaşama imkânı tanındıkça, bu memlekete yaptıkları fenalıkların ispat edilemez bir hâl alacağından korktuğunu belirtmektedir. CHP işte bu ispat edilemezlik hâlinin şartlarını, genç neslin CHP’nin ne olduğunu bilmemesinden ve daha ziyade elinde her imkân varken bu küfür şubesinin köküne kibrit suyu dökme cesaretini kendinde bulamayanların tavrından faydalanarak, sosyal medyadan yaptığı manipülasyonlarla unutturmaya çalışırken, Kılıçdaroğlu’nun "geçmişimizle helalleşeceğiz" açıklaması da unutmayanlar için hiçbir açık nokta bırakmama çabasından başka bir şey değildi.

Memleketin üzerindeki kasvetli hava geçtiğimiz hafta Erdoğan’ın “ben buradayım” dercesine yaptığı konuşma ve bir takım ekonomik tedbirleri devreye almasıyla dağılırken, bu kez de yerini her şeyin güllük gülistanlık olduğunu düşündüren bir manzarayı ortaya çıkardı ki bu da memleketimiz için en az diğerleri kadar zararlı.

Sosyal medyadan devam ediyoruz… “Tımarhanede sıradan bir gün” ifadesi Twitter’da sıklıkla karşılaştığımız bir ifade… Aslında memleketi tımarhaneye çevirenlerin kendilerinin akıl hastası olduğunu inkâr etmek için kullandıkları bir paravandan başka bir şey değil bu cümle. Olsun, en azından tımarhanelik vaziyetlerinin idrakinde olmaları da güzel. Zira sanayicisinin (TÜSİAD) doların düşmesi ve faizin artmasını istediği ve bunun için hükümete “neo-liberal” politikaların uygulanması gerektiği yönünde ültimatom vermeye kalktığı, kendisini “solcu” olarak tavsif eden BirGün’ün haber diliyle bu açıklamaya destek verdiği göz önünde bulundurulursa, memleketi tımarhaneye çevirmek konusunda pek mahir oldukları bile söylenebilir…

Geçen hafta bazı gazetecilerin Foy token diye bir kripto paranın sosyal medya üzerinden reklamını yaparak insanların milyarlarca lira dolandırılmasına sebep olduğu ortaya çıkmıştı. Twitter’da yaptığı paylaşımlarla bu tokenin reklam yüzlerinden olan İYİ Partili Levent Özeren ise tam da bu mevzunun gündemde olduğu günlerde cehaletini açığa vurmakla meşguldü. Erdoğan’ın faiz meselesi çerçevesinde “nas ne gerektiriyorsa onu yapacağım” sözüne muhalefet edeceğim diye cehaletini fâş eden Özeren, “Nas Sûresi ve ayetleri yeni mi indirildi?” diye sordu. Aslında senelerce “kurban bu sene de hacca denk geldi” şeklinde haber yapılan Müslüman memleketinde, bir başka Twitter kullanıcısının “Naslar ayetleri barındırır, Nas Sûresi ile alâkası yok” demesi üzerine Özeren’in Google hazretlerinden aldığı bilgi ile “Nâs Sûresi altı ayetten oluşuyor.” cevabını vermesi pek yadırganacak bir şey değil; fakat toplumun, memleketin tımarhaneye döndüğü iddiasında olan bir kesiminin halet-i ruhiyesini göstermesi bakımından ehemmiyetli. Fakat bu hatanın ardından yüzü bile kızarmadan, nedamet getirme ihtiyacı dahi hissetmeden aynı istikamette devam edebilmesi ise patolojinin meselesi…

Yine geçen hafta Habertürk'ün Ankara Temsilcisi Muharrem Sarıkaya’nın bir muhabiri canlı yayında tartaklaması ve karşısındaki Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin’in hiçbir şey olmamış gibi fındık fıstıktan bahsetmeye devam etmesi gündemdeydi. Bu mevzuun gündem olması ve Muharrem Sarıkaya isimli gazetecinin halkın önüne çıkacak yüzünün kalmaması da sosyal medyanın tesir gücüne bir misal olarak gösterilebilir. 

Anlaşılacağı üzere; sosyal medya olmasa 3-5 kişinin duyabileceği hadiseler üzerinden toplumsal tepkiler oluşabilirken, öte yandan bu platformlarda cehaletin ve nobranlığın da bini bir para etmiyor. Bu hâliyle de bir gayya kuyusunu hatırlatmıyor değil. Sosyal medya ile büyüyen gençlerin, gerçek hayatta olamadığı kılıklara bürünerek, menfi görünümüne mukabil doğru yöne kanalize edilirse en müsbet noktalara da varacak şekilde hislerini uçlarda yaşamasının ve düpedüz menfî tesirler uyandıracak şekilde itidalden uzaklaşmasının izahı da bu olabilir. 

Görüş: Faruk Hanedar

Baran Dergisi 781. sayı