Rejim gardiyanlarının halka tepeden bakan tavrından bezen milletin büyük umutlarla yolunu açtığı Ak Parti devresinin 20. yılını yaşıyoruz. Geride kalan süreçte Türkiye son derece netameli hadiseleri öyle yahut böyle atlattı; fakat bir türlü mahut musibetlerin ardı arkası kesilmedi. “Kesilmez tabiî, öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki…” ile başlayan cevapları şimdiden duyar gibiyim. Evet, öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, adaletsizliğin ayyuka çıktığı, zulmün arşa ulaştığı, mazlum feryadının arzın diğer ucundan işitildiği demde dünyaya umut olmaya namzet coğrafyada, gelenekten geleceğe bir ibda ve inşa sürecinin memuruyuz. Tenakuz da burada ya, memuriyetimiz ve mecburiyetimiz bu iken adaletsizlik ve zulmün içtimaî vicdanda artık kabul görmüş bir vaziyette “burada” da yaşanması…

Doğrusu, Batılıların direktifleriyle Batıcılar eliyle kurulan rejim, öyle muhkem bir yapıya sahipti ki, aradan 100 yıl geçmesine rağmen bugüne kadar halkla barışık olan hiçbir iktidar onu ortadan kaldırmayı başaramadı. Aşına aşına yerle bir olmaya yüz tutmasına rağmen hâlâ yaşamaya devam ediyor. İktidarların böyle bir maksatları vardı-yoktu ayrı mesele, neticede ortada cemiyetin bu yönde olduğu aşikâr bir talebi var. Bu iktidarlardan en kuvvetlisinin, rejim surlarını en güçlü şekilde döveninin döneminde yaşıyoruz; fakat o surlar bir türlü yıkılmıyor. İşte bu noktada, nerede yanlış yapılıyor diye biraz durup düşünmek gerekiyor.

Erdoğan ve Ak Parti iktidarının vaziyeti

Malum olduğu üzere Ak Parti, iktidara geldiği ilk seçimlerde her cenahtan siyasetçinin bünyesinde buluştuğu, kendi içerisinde bir koalisyonu tedai ettiren bir yapıya sahipti. İktidarın ancak bu şekilde kazanılacağı düşüncesine sahip olan Erdoğan da, arzu ettiğini yapmak istediğinde ilk karşı sedanın kendinden çıkacağı bu yapı içerisinde sürekli zaman ve mekânı kollayıcı bir stratejiyle hareket etti. Sürekli bir kıvam tutturmaya çalıştı. Zaman içerisinde “birileri” tasfiye olurken bu sefer başka “birileri” parti içerisinde etkin konuma geldi, bu süreçte parti devletleşti, devlet partileşti… Batıcı rejimin tabiatına mutabık olan menfaat merkezli hizipleşmelerin önü bir türlü alınamadı. Oysaki, Erdoğan’ı iktidara getiren Batıcı rejime keskin muhalefetiydi…

Lideri Batıcı rejime muhalefet ederken, Batıcı rejimin dişlisi hâline gelen partinin bu vaziyetindeki en önemli amil, en genişinden en darına kadar içinde bulunduğu halkaların Erdoğan’ın hareket kabiliyetini kısıtlaması. Kanaatimce bu vaziyetin ortaya çıkması da yine Erdoğan’ın yoğurt yiyişini, alışmış olduğu denge gözetici siyaset tarzını terk edemiyor olmasından kaynaklanıyor. Aradan 20 sene geçmesiyle “İktidarız ama muktedir değiliz.” iddiasının rafa kalkmasına rağmen; iktidara gelerek hâkim pozisyonuna geçip halkın kendisinden istediği doğrultuda rejim gardiyanlarını sanık koltuğuna oturtup mahkûm etmesi gerekirken, rejim gardiyanlığı vazifesinin sadece askerî bürokraside olduğu zannıyla hareket edildi. Sadece askerler sanık koltuğuna oturtulup dostlar alışverişte görsün kabilinden kararlarla cezalandırılırken oligarşik zümreye hiç dokunulamadı, siyasetinden medyasına çete düzeninin diğer unsurları olduğu yeri tutmaya devam etti. Mafya-siyaset-emniyet “trio”sunu kullanınca akla ilk gelen isim gibi kirli tiplerin hısım akrabasının Ak Parti milletvekili olması söylediklerimizin inkârını imkânsız kılmaya yetiyordur zannediyoruz. Ak Parti döneminin geçmiş dönemlere nazaran pir-ü pak görünmesinin sebebi de çete düzenindeki illegalitenin bir nebze olsun bastırılması ve resmi bir boyut kazanmasıdır hiç şüphesiz. Batıcı rejime muhalefet ederek iktidara gelip Batıcı rejimin gardiyanlarıyla yol yürümek de başka bir tenakuz ki, bu da ayrı mesele…

Hiçbir zaman “hepçi” olmayı başaramayan iktidarın, halk sayesinde aldığı en kritik viraj “15 Temmuz”du hiç şüphesiz. Halk iktidarını sokakta kurdu, başkanlık koltuğuna Erdoğan’ı oturttu; fakat yaklaşık 100 senedir beklenen bu “fırsat” yine denge politikalarına heba edildi. Tabiî öyle olunca da 3-5 senede bir nükseden hastalıklar bugün tekrar belirtilerini göstermeye başladı. Fakat bu kez tam mânâsıyla bir “Yol Ayrımı”na gelmiş bulunuyoruz.

Batıcı rejimin artık dikiş tutmayacağı aşikâr; mesele, karşı çıkanlar olmakla birlikte halkın ekserinin istediği üzere Erdoğan’la ve yeni bir usulle mi, yoksa başka birileri ile mi hayati manevranın yapılacağı…

Görüş: Faruk Hanedar