Bilindiği gibi Amerika Afganistan’dan çekiliyor. 20 yıldır işgale karşı mücadele eden Taliban savaşı kazanmış görünüyor. Kabil’deki havaalanın güvenliğinin Amerika’dan Türkiye’ye devredilmesi kararlaştırıldı. Türkiye de bunu kabul etti. Şimdi birileri “Taliban haklıdır, Türkiye Amerika’nın emriyle orda bulunacak.” diyor. Genelde selefî olduğunu iddia eden kesimlerle, keskin İslamcılık oynayan cücüklere ait olan bu iddialar vesilesiyle bu hadiseyi değerlendirmek iktiza etti.

En başta Taliban’ı konuşalım. Keskincilik oynayanların çok yücelttiği Taliban, Amerika’ya karşı verdiği mücadeleyle bütün Müslümanlara örnektir. Bunu kimse inkâr edemez. Haricîliğe varan halleriyle insanları iğrendiren selefî kesimlerden uzak, Ehli Sünnet menşeli bir harekettir, bu da doğru. Öte yandan savaş bitip de iş devlet ve medeniyet inşasına gelince maalesef son derece yetersiz, kısmen de selefîleri andıran donuk tavırlarıyla eksik bir örnektir. Kimse unutmasın ki, Sovyet işgaline karşı 10 yıl destansı mücadele vermiş ve Afganistan’ı kurtarmış olan Mücahidler de Taliban’dan farksız değillerdi. Şöyle bir hatırlayalım kimdi onlar? Gulbeddin Hikmetyar, Ahmed Şah Mesud, Burhaneddin Rabbanî… Bu isimler bir zamanlar, şimdiki Taliban’dan daha meşhur ve prestijli liderlerdi. Çok zor şartlarda savaştılar ve kazandılar. Nihayet Kabil’i de aldıktan sonra iş devletleşmeye ve medeniyet inşasına gelince tökezlediler. Tacik asıllı Mesud ve Rabbanî’nin üstünde mücahidlerin ilk geçici devlet başkanı olan Peştun asıllı Müceddidî’nin yerine 1992 yılında Tacik asıllı Rabbanî’nin gelmesi Mücahidleri birbirlerine düşürdü. Görünüşte eski suçlarından dolayı Özbek asıllı Dostum’u Mesud’dan isteyen Hikmetyar, Dostum’la ittifak sayesinde Kabil ele geçirildiği için buna yanaşmayan Mesud’a düşman olmuştu. O zamanlar bazı İbda bağlıları da kısmen keskincilik hatasına düşerek Hikmetyar’ı desteklemişti, neyse ki çok sürmedi. Sonra gün geldi o Hikmetyar soluğu İran’da aldı. Siyaset böyle bir şey arkadaş, hayatta kalmak için zaruretlere başvurmakla fırsatçılık arasında gider gelirsin. Stratejist mi oportünist mi olduğun işin sonunda belli olur. Her neyse, gerçekte etnik olarak Tacik ve Peştun düşmanlığı da denebilecek bu hadisede Pakistan, Kabil’i Mesud’dan almaya çalışan ve rahatça sivil halkı bombalayan Peştun asıllı Hikmetyar’a destek verdi. Sovyet işgali ve öncesinden beri Pakistan Peştunlar üzerinden Afganistan’ı nüfuzuna almak istiyordu bunu unutmayalım. Belki Rabbanî başkanlığında bir hükümetin önünü kesmek için Pakistan’ın müdahalesi olmasa o kargaşa olmazdı denebilir ama Pakistan olmasa zaten Afganistan’da cihad da zor olurdu, o da ayrı bir gerçek. Herkesin kendine göre haklı olduğu tuhaf bir kavga.

Sonuçta muzaffer Mücahidlerin devlet macerası fiyaskoyla sona erdi. 1996 yılında Peştunlar’a dayanan ve arkasında Pakistan’ın olduğu Taliban bu kargaşaya son vererek Afganistan’a hâkim oldu. Aslında Pakistan işi karıştırıp istediği sonuca ulaştı desek pek abartılı olmaz kanaatindeyim. Her neyse, bütün bu olanlar yüzünden Taliban hareketi her ne kadar Peştunlar için çok sevimliyse de Tacikler ve geri kalanlar için hiç de öyle değildir ve bu bakış zor değişir.

Peki şimdi ne olur? Taliban Peştunlar’ın yaşadığı her yerde kolayca hâkim olur, ama diğer kesimler Taliban’ı kolayca kabul etmez. Yıllarca Amerika’ya karşı savaşmış olan Taliban, onlar nazarında mücahid ve kahraman olarak görülmüyorlar. Hatta Hikmetyar’ın 1992’de Kabil’i bombalamasından beri Peştun liderlere bakışları şüphelidir. Esasında, kurmaya çalıştıkları rejimlerinin Peştunlar tarafından yıkıldığı düşüncesinden dolayı ağır travma geçirmiş olan Tacik ve Özbekler’in her şeyi unutmalarını beklemek safdillik olur. Bu durumda Taliban Afganistan’ı nasıl yönetecek ve mevcut Afgan hükümeti Taliban’la uyuşmak için hangi şartları ileri sürecek? Cevabı zor bir soru, eğer ülkenin kendi içine kalırsa. Yoksa cevabı basit: Türkiye ve Pakistan kafa kafaya verip anlaşırsa işler yoluna girer. Pakistan etkisindeki Taliban ve Türkiye’yle arası çok iyi olan mevcut hükümet mecburen ağababalarını dinleyecektir. Eğer Taliban Pakistan çizgisinden çıkmışsa yahut çıkarsa Türkiye’nin o zaman başı ağrır ve hemen Afganistan’ı terk etmek gerekir.

Onca acıdan sonra Taliban’ın kucaklayıcı olması şarttır. Bunun için de devlet ve medeniyet fikri zarurettir. Şeriatın haram saydığı şeyleri yasaklamakla iş bitmiyor. İnsanlara yaşamaktan memnuniyet duyacakları bir hayat teklifiyle gelmek gerekiyor. Üstad Necip Fazıl Afgan cihadının başladığı yıllarda yani bundan 40 yıl önce kendisinden yardım istemeye gelen Mücahid liderlerden İdeolocya Örgüsü isimli eserini dillerine tercüme ettirmelerini istemişti ve mealen demişti ki: “Rus’u kovarsınız, ondan sonra ne yapacağınızı bu kitap öğretir”. O sırada sadece savaşı zaruret gören ve ilerisini hesab edemeyen Mücahidler maalesef bu ikazı dikkate almadı. Kızıl Ordu’nun çekilmesinden sonra Üstad’ın haklılığı anlaşıldı. Bütün İslam âlemi bu kahramanların devlet ve medeniyet inşasını beceremeyip birbirine girmesini üzülerek seyretti. 1996’da asayişi sağlayan Taliban döneminde en azından içerde kavga olmaması bile bir kazanç sayıldı, artık gerisini siz düşünün. İslamî bir dünya görüşü ve tatbik fikri olmadan bir yere varılamayacağı bu pratikten açığa çıkmış oldu ama çoğu Müslümanın ve de İslamcı mücadeleyi kirleten “serbest radikaller”in gözünde İslam’ın hakim olduğu bir devlet düzeninin bu zamanda yaşamasının mümkün olmadığı kanaati oluştu.

İbda Mimarı’nın Adalet Mutlak’a konferansından bir hatırlatma yapmanın yeridir: “Silâhlar sustuğu zaman, gazetecinin konuşacak bir lafı kalmıyor… Sen şuraya geldin, senin hiçbir düşmanın da yok, sen buraya nasıl bir şey teklif ediyorsun? Hangi düşünceyi teklif ediyorsun? Şimdi böyle bir durumda kalır kalmaz herkes kendine düşman aramaya başlıyor, çünkü düşman yoksa, kendi de yok gibi bir vaziyette…” Mesaj net değil mi? 40 yıllık savaş ve acıdan sonra mazlum ve yiğit Afgan halkının hem huzurlu hem de izzet sahibi olarak yaşaması Taliban hareketinin tavrına bağlıdır. Verdikleri mesajlarla bu yönde işaretler gösteren ve bizleri de umutlandıran Taliban’ın hem ülke yönetiminde hem de dış siyasette bu pek keskinci kütükleri sevindirmeyecekleri ihtimali güçlü görünüyor.

Peki, Amerika bunca yıllık uğraş ve zarar ziyandan sonra ne diye apar topar çekiliyor ve Türkiye’yi buyur ediyor? Dikkat edin buyur ediyor, dedim. Çünkü bu Türkiye için tarihî bir fırsattır. Erdoğan Macaristan ve Pakistan’la bu işi yaparım mesajıyla ve Taliban’ı ciddiye aldığını gösteren beyanlarıyla bu işten bütün Müslümanların kârlı çıkacağı bir siyasetin işaretini verdi. Türkiye ve Pakistan o ülkede en kalabalık olan Tacik ve Peştunları bir koalisyon halinde bir araya mı getirir ne yapar bilemem ama içerde çatışma olmasına mâni olurlar. Veya onlar işin içindeyken büyük çatışma zor olur. Amerika’nın sadece yenilip kaçtığını düşünmek doğru olmaz. Daha önce Irak ve Afganistan işgaliyle İran’ın önünü açan ve İslam âleminin başını ağrıtan Amerika, Türkiye ve Taliban arasında çatışma olsun diye çekilmiş olamaz. En fazla Türkiye Kabil’den bana ne der, çekilir ve her şey ortada kalırdı. Ufuktaki Çin tehdidini fark eden Amerika, Çin’i ekonomik ve askerî olarak dizginleme çabası içinde. Okyanus yönünden Güney Kore, Hindistan, Tayvan ve Avustralya ile ittifak kurmaya çalışıyor. Belki ilerde Filipinler de bu çabanın içinde yer bulacak. Yaşlı Japonya buna yanaşmadı. NATO zirvesinde de Avrupa Amerika’yı Çin’e karşı yalnız bıraktı. Rusya Çin’le dost durumda. Geriye Orta Asya’daki Türk devletleri ve İslam âlemi kalıyor. Çin’e karşı sağlam bir blok yahut denge unsuru olabilecek başka bir şey ortada yok. Önderlik kabiliyetine sahip Türkiye’nin yanında Pakistan’ın olması sayesinde Afganistan’da barış ve huzurun sağlanması mümkün ve bu iş birliğinin Türk devletlerini cezbedeceği de açıktır. İslam âleminin Türkiye liderliğinde ayağa kalkması için sıçrama tahtası olabilecek bu zemin son derece değerlidir. Ayrıca Amerika’nın çekilmesine sevinirken Amerika’yı bile korkutan Çin tehdidinin büyümesi karşısında yalnız kalırsak iş nereye varır diye düşünmeliyiz. Başyücelik devletinin güçlenmesi için dış siyasette ahmak fil Amerika’yı gütmesini emreden Üstad bir yanda, Erdoğan’ın kahraman Taliban’a karşı Amerika’nın emriyle Afganistan’a koştuğunu düşünen kütükler bir yanda. Bugüne kadar İngiltere, İsrail, İran ve Çin tarafından tepe tepe kullanılan Amerika, yeni farkına vardığı Çin tehdidi karşısında alelacele bu oyunu kursa ve bir şeyler elde etse bile bizim daha kazançlı çıkmamız için bu fırsat ganimettir.

Türkiye ve Pakistan’ın Çin’le yakın ilişkilerinden dolayı öyle mi olur böyle mi olur diye şüphe ileri sürerek işin içinde başka oyunlar aramaya gerek yok. Bu iki ülkenin Amerika’yla ne kadar yakın ilişkileri olduğu da açık. Birdenbire Çin’e karşı savaş açacak değiller. Amerika’nın Çin korkusu ve Çin’in ekonomiye dayalı yayılma planı arasında iki taraftan da istifade etmeyi becerecek olana yol açıktır. İstikbali için yatırım yapmak her devlet için hayatî derecede önemlidir. İki zıt rüzgâr arasında Türkiye ve İslam âleminin güçlenebileceği böyle bir zemin, yatırım için son derece müsait. Tabii ki çöpsüz üzüm değil ama Amerika’ya karşı savaşmış güçlü bir İslamî yapıyla tamamıyla bağımsız ve Müslümanların istikbalini gözleyen bir siyaset çerçevesinde muhataplık büyük kazançlara gebedir.

Dileriz savaştaki cesaret ve metanetine şahit olduğumuz Taliban, feraset ve basiretle yüzümüzü güldürür. Ve yine dileriz ki Türkiye Mısır’daki Müslümanlara laiklik, demokrasi zırvalaması yaptığı gibi, Afganistan’daki Müslümanlara da, üstlerine bomba yağdırıp hürriyet ve demokrasi getirdiğini söyleyen kafirlerin yalanlarını gevelemez. Belki mazlum ve vakur Afganistan’da İslamî bir nizam kurma çabasında hisse sahibi olur. Aksi halde ahmak filin yükünü sırtlanmış olur.

Son olarak herkesten ve özellikle keskincilik oynayan sazanlardan beklentimiz, Müslümanlar çatışacak diye ellerini ovuşturmak yerine onların ittihadı için dua etmeleridir.

Allah Müslümanlara hürriyet ve hâkimiyet versin. Amin!

Görüş: İbrahim Tatlı