Dostlar!

Ben, derin bir tarih muhasebesini yapmış ve bu tarih muhasebesi sonucu doğu ve batı dünyasını lif lif açmış, olmanın ve oldurabilmenin gerekleriyle mücehhez, gerektiğinde gereken hamleyi yapma aşkıyla yanıp tutuşan, bütün bunların icaplarını yerine getirerek “Ben ibda mensubuyum” diyenin yanındayım. Bu durumda tabii olarak bu insanı İbda mensubu sayar; ezeli ve ebedi kardeşlik adına bağrıma basarım. İnanıyorum ki o da benim yanımdadır. O beni kendinden görür, ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Ben ağzında fosur fosur sigara tüttüren, ayak ayak üstüne atıp “Dünyayı ben yarattım.” edasında, “gelsin çaylar, dinlesin beyler” hesabı hareket eden, kendini olmuşluğun zirvesinde gören ve “İbda mensubuyum.” diyen insanın yanında asla değilim. Bu insanı da İbda mensubu saymam. İbda mensubu olmak hal ehli olmayı ve edeple iç içe olmayı gerektirir. İbda mensubu olma, korku ve ümit içinde muvazene sırrını yüreğinde yaşamayı gerektirir.

Dostlar!

Ben, Anadolu toprakları içinde günah batağına düşmüş her insanın suçunu kendinde gören. Anadolu'da İslâm medeniyetinin yeniden inşaası uğruna istidadına göre aydın olma çilesi yaşayan, Resûller Resûlü (SAV)’nün “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır.” mukaddes ölçüsünün ihtarını her an yüreğinde hisseden ve “Ben İbda mensubuyum.” diyeni İbda mensubu sayarım. İnanıyorum ki o beni kendinden görür ve ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Ben; has fikrin sahibi Salih Mirzabeyoğlu’ndan bir çarpıcı paragraf okuyup onun eserleriyle, yıldızların yağmur olduğu gecelerde hemhal olmanın tadını almayan ve eserlerinden uzak duran, sosyal medyada hiç durmadan yazı döşeyip ona buna laf yetiştirenleri, değerli vakitlerini orada tüketenleri, kendini orada adam yerine koydurma derdinde olanları, cemiyet kaçkını, ağzından küfür eksik olmayan tipleri asla İbda mensubu saymam. Biz, Merhum Salih Mirzabeyoğlu’ndan lisanın ve yiğitliğin zarafetini gördük. Onun “olmadığı mananın maliki gözükme” ifadesiyle sahteliği çerçeveleyen sözünü baş tacı ettik.

Dostlar!

Ben, Anadolu'nun ücra bir köyünde toprak kokusuyla mest olmuş, bağrını güneşe verip alın terini akıtan, toprağına serdiği sade yiyeceğini gelip geçeni davet ederek paylaşan, Allah ve Resûlü’ne yapılan her türlü hakareti iliklerinde yaşayıp imanın öfkesini duyan ve ben ülkücüyüm diyen insanın yanındayım ve bu insanı ülkücü sayarım. Ben o insanın yanındayım ve inanıyorum ki o da benim yanımdadır. O beni kendinden görür, ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Falan hükümet zamanında İslâm’a aykırı birçok şeyler yapılsa da Ülķücü kadrolara yer verildi deyip o hükümeti ve başbakanı öven, “Biz bu davanın çilesini çektik, devlet adına her şeyimizi ortaya koyduk da bu dönemde bize hiçbir itibar gösterilmedi. Biz ne makamlara layıktık da bizi davet eden olmadı.” düşüncesiyle muhalif kesilen hatta bu muhalefetini geçmişte kendisinin kanına-canına kastedenlerle beraberliğe götüren Ülkücünün yanında değilim ve bu adamları Ülkücü saymam. Bu adamı, makam ve mevkiini davasının önüne almış, her türlü ihale vurgununa teslim olacak kadar paragöz, vatan-millet edebiyatını sadece menfaati uğruna yapan bir samimiyetsiz olarak görürüm. Bu adamı, Anadolu insanının acı ve ıstıraplarını unutmuş, davasını kendine yükselme aracı olarak kullanma derdinde bir zavallı olarak addederim.

Dostlar!

Ben, bir Marksist’in “Her türlü eşitlik-meşitlik olacak, insanlar kardeşçe huzur içinde yaşayacak, herkesin işi gücü olacak, kimse kimseyi sömürmeyecek.” diye süslü ve soslu laflarını sabırla dinledikten sonra “İyisin iyisin de gardaş siz Allah’a inanır mısınız?” sorusuna müspet bir cevap alamayınca, “Allah’a inanmayanın ta bilmem neyine…” diye küfrederek cevap veren kocakarı imanı sahibi Erzurumlu Ülkücü genci kendimden sayarım. Ve onu ezeli ve ebedi kardeşlik adına bağrıma basarım. İnanıyorum ki o beni kedinden görür, ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Ben, her türlü mafya oyunları içinde olan, devletin birtakım kirli işlerini yapıp Rabbimin kerih gördüğü işlere bulaşan, “Bütün bunları vatan ve millet uğruna yaptık, vatan sağ olsun.” diyerek nefs hilelerine yenik düşen insanları Ülkücü saymam. Ne o beni kendinden görür ne de ben onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Ben, Keş Dağlarının bağrında şehit düşen kar gibi temiz Muhsin Başkan’ın düz ve doğru duruşunu seven, onun gibi millete çevrilen tanklara selam durmayan ve burayı “Suriye yaptırmayız!” diyerek Ehl-i Sünnet dışı oluşumların bu topraklar üzerinde hakimiyetine geçit vermeyecek Alperen’i Alperen sayarım. İnanıyorum ki o beni kendinden görür, ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Nihal Atsız ile Ahmet Arvasi arasında gidip gelmeler, zihin bulanıklığı yaşayan, gönlünü ve kalbini Nihal Atsız’dan etkilenerek İslâmsız Türkçülüğe meylettiren, İslâm öncesi ecdadımızın zamanını idealize eden, Osmanlı ve Selçuklu devrine şöyle böyle hafiften bir muhabbetle yetinen, “Türk olsun da çamurdan olsun!” anlayışıyla hareket eden Alperen’i, Alperen saymam. Madem Alperen’de Ahmet Yesevi’nin edep ve ahlâkı, Alparslan’ın aksiyon ve cihadı mündemiçtir, “O halde Türk, Müslümansa Türk’tür.” Biricik hedef de Oğuz neslinin, Peygamber (sav) kavlince aleme nizam vermesidir. Turancılığı da nizam-ı alemin hasrı ve hedefi içinde görmek gerekir. Türk, İslâm’a şeref veren değil, İslâm’a hizmetleriyle şerefyab olandır. İslâm’ın izzeti uğruna vuruştukça izzetlenendir.

Dostlar!

Ben, “kurban” lafzını her dem söyleyip dururken, Allah ve Resûl ölçülerine teslim olup bu ölçüler uğruna mal ve canıyla mücadele eden, gerçek aşk ehli Menzil mensubu insanının yanındayım ve onun da benim yanımda olduğuna inanıyorum. İnanıyorum ki o beni kendinden görür, ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Ben, “Büyük cihat yapıyorum.” deyip küçük cihat yapanları küçümseyen, sadece hatmelerle ve geyik muhabbetleri ile nefsini yellendiren, buna rağmen kendini Menzil mensubu gören insanı Menzil mensubu saymam. Çünkü bilirim ki küçük cihadı küçümseyen, küçük cihat kaçkını bir sofinin büyük cihatta da yaya kalıp bir menzile varması imkansızdır. Sofi, büyüklenen değil, acizlik içinde tevazuu kanatlarını açarak Müslüman kardeşlerine kol kanat gerendir.

Dostlar!

Ben, zikri fikrinin ve aksiyonunun yakıtı yapmış, diğer tarikat mensuplarına hürmetle bakan, “orayı bırak da bize gel” demeyen, o tarikat mensuplarını ümmetin renkleri ve meşrepleri olarak bir zenginlik kabul ederek “Ben Menzil’e bağlıyım.” diyeni Menzil mensubu sayarım. Ben onun yanındayım ve inanıyorum ki o da benim yanımdadır. O, beni kendinden görür, ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Sohbetlerinde fikri-ilmi ön planda tutmayıp keramet anlatma yarışına giren, ümmete hizmet edilmesi gerekirken meydan yerinden kaçıp zikre sığınarak nefsin hilesine düşen, kendi dışındaki meşrepleri hor ve hakir görüp kendini onlardan üstün tutan ve hâlâ “Ben Menzil mensubuyum.” diyenleri asla Menzil mensubu saymam. İnanıyorum ki o beni kendinden uzak tutar, ben de onu kendimden uzak tutarım.

Dostlar!

Ben, Cumhuriyet döneminde İslâm’a karşı yapılmış tüm devrimlerin ne olduğunu kavrayıp bu zor şartlarda nice Allah dostunun ve fikir ehlinin ne zulümler altında neler yaptıklarını bilip bu insanların oluşturdukları iklimde siyaset yaptığının farkında olan, bu insanların emeğine, çilesine minnet duyan, Ehl-i Sünnet itikadına sıkı sıkıya bağlı, siyasi partiyi bir vasıta bilen, vasıtayı gayeleştirme tezatlığına hiçbir zaman düşmeyerek “Ben Millî Görüşçüyüm.” diyen insanı Millî Görüşçü sayarım. Ben bu Millî Görüşçü insanın yanındayım. İnanıyorum ki o da benim yanımdadır. O, beni kendinden görür; ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Ben, “Oylar gelsin de nerden nasıl gelirse gelsin!” diye meccani büyüme peşinde olan. “Kim gelirse gelsin ona hemen kucağımızı açarız. Onlarla zorlu ve engebeli yollarda yürürüz. Bize oy vererek vazifesini yapsın ve gerisini bize bıraksın!” diyen, “Bize oy vermeyenler bizden değildir.” anlayışında olan, Sapkın Şia kafasına kaymış, Selefi-Vehhabi sapkınlığına kendini kaptırmış, tasavvufa yan bakan, itikadını kaybetmiş, “Üç koltuk kazanırım!” diyerek Allah ve Resûlü düşmanlarıyla aynı cephede saf tutmaktan geri kalmayan Millî Görüşçüyü, Millî Görüşçü saymam. O beni kendinden görmez, ben de onu kendimden görmem.

Dostlar!

Ben, Ehl-i Sünnet yolunda, Merhum Zahid Kotku gibi, Merhum Esad Çoşan gibi düşünen, ilimle mücehhez iken nefsini terbiye etmiş, “Aslolan İslâm’a hizmettir!” diyerek makam ve mevkiye bakmadan, Allah ve Resûlü’nü sevdirme, İslâm’ın ölçülerini öğretme yolunda mücadele eden, gerektiğinde en cevval aksiyonu gösteren, tasavvufi terbiye ile içini güzelleştirirken ilimle de dışını güzelleştiren Hak Yolcu’yu, gerçek Hak Yolcu sayarım. Ben onun yanındayım ve inanıyorum ki o da benim yanımdadır. O, beni kendinden görür; ben de onu kendimden görürüm.

Dostlar!

Ben, bir makama geleli üç ay bile olmamışken daha üst bir makam peşinde siyasilerde öpülmedik etek bırakmayan, bulunduğu makama yetkililerce FETÖ ile mücadele etsin diye getirildiği halde, FETÖcüler telefonumu dinliyorlar, odama dinleyici koymuş olabilirler gibi kaygılarla, korkaklıkla makamında FETÖ ile ilgili konuşulmasını engellemeye çalışan, geldiği üst düzey makamın tüm kadrolarını kendi camiasından kişilerle doldurmaya çalışan, yanında tasavvufa, Mezhep İmamlarımıza laf söylendiği halde sesini çıkarmayan Hak Yolcu’yu, gerçek Hak Yolcu saymam. O, beni kendinden görmez; ben de onu kendimden görmem.

Dostlar!

Ben, Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi Hazretleri, Musa Topbaş Hazretleri ve Osman Nuri Topbaş Hazretleri’ne bağlı olan, atadan, dededen zengin oldukları halde hiçbir lükse, şatafata, israfa zırnık pirim vermeyen Topbaş ailesi gibi daima Müslümanların yardımına koşan, o aile gibi her hayırda payım olsun çabasında olarak “Erenköy Cemaati Mensubuyum” diyen insanı gerçekten o cemaat mensubu sayarım. Ben, onun yanındayım ve inanıyorum ki o da benim yanımdadır.

Dostlar!

Ben, tahsil ve yeteneğine bakmadan makam mevki peşinde koşan, Ankara’da cemaate duyulan itimadı, güveni ranta çevirmeye çalışan, belediye arsaları, villalık arazi peşinde koşan, vakfı kullanarak köşeyi dönen, vakıf işleriyle kendi işlerini birbirine karıştıran (Böyle yapanlar Merhum Hacı Gedikli ağabey tarafından dışlanmıştır), vakfı ve cemaati, okulu, şirketi için kazanç kapısı yapmaya çalışan, her dalda oynayan buna rağmen “ben Erenköy Cemaati mensubuyum” diyeni o cemaat mensubu saymam. O, beni kendinden görmez; ben de onu kendimden görmem.

Evet dostlar!

Ben, bir hata işlediyse tövbe serinliğinde gözyaşı dökeni, yapmış olduğu kötülüğü iyilik yaparak sileni Anadolu'dan velhasıl kendimden sayarım. Ben kendi kusurlarını görmekten başkasının kusurunu görmeyeni, başkasında bir kusur görse de “mümin müminin ayıbını örter” ölçüsü cihetiyle hareket edeni Anadolu'dan velhasıl kendimden sayarım. İnanıyorum ki o beni kendinden görür, ben de onu kendimden görürüm.

Ben bırakın bir türbeyi, en hakir bir ferdin kabri başında bile titremeyen, kendine kabir başında çekidüzen vermeyeni kendimden saymam. Ehl-i Sünnet’i baş tacı etmeyen hak mezhep kurucularının önünde saygıyla eğilmeyenleri Anadolu'dan velhasıl kendimden saymam. Allah ve Resûl ölçülerini topyekûn zaman ve mekânın şifrelerini çözücü mânâsı olarak görmeyenleri, bu ölçülerin günümüze uyarlanması gerektiğini iddia edenleri Anadolu’dan velhasıl kendimden saymam.

Şia sapkınlığına düşmüş, Katil Esed'i destekleyen, tecavüzcü katil Kasım Süleymani’ye ağıt yakan İrancıları, Selefi-Vehhabi-Ezherci sapkınları, Modernist İslâmcıları, müsteşrik kafalı tarihselci ilahiyatçıları, geçmişte Abant Toplantıları’nda boy gösterip Dinlerarası Diyalog ihanetinde yer almış bilumum ilahiyatçıları ve yazarları, Mut'acı ve evrimci M. İslâmoğlu ve taraftarlarını, Mason Süleyman Sami Gündoğdu Demirel münafığını ve pedofili sapığı İsmet Sezgin'i seven, onlara dua eden Nurcuları, FETÖ elemanı ve CIA’nın Washington Enstitüsü Türkiye Araştıramlaları Koordinatörü Soner Çagaptay’ın projesi Rum Ekrem İmamoğlu’na destek çıkan, hatta milletten topladıkları paralarla bir güruhu Kabe’ye götürüp Ekrem’e dua eden, faiz yemeyi meşru gören, adeta ikinci bir FETÖ durumuna gelen Süleymancıları söylemeye bile gerek yok. Bunların hiçbirini hiçbir şey saymam. Onlar beni sevmezler ben de onları sevmem.

Bahattin Yeşiloğlu

Baran Dergisi 750. Sayı