Dış ticaret rakamlarına filan bakıldığında dört dörtlük bir iktisadî düzenimiz var. Her gün ihracat rekorları kıran bir ekonomiye sahibiz! Nitekim her gün ballandıra ballandıra anlatılıyor yapılan ihracatlar. Dünyada büyük bir kıtlığın beklendiği dönemde hububat ihraç etmekle de övünüyoruz mesela. Bizde çok ya, asla sıkıntı olmaz ya; ondan olsa gerek.

Daha dün Ticaret Bakanı Mehmet Muş çıkıp “Mart’ta ihracat geçtiğimiz yılın aynı ayına göre yüzde 19,8 artışla 22,7 milyar dolar oldu. Bu rakam, tüm zamanların en yüksek mart ayı ihracat rakamı. 235,6 milyar dolara ulaşan son 12 aylık ihracatla Sayın Cumhurbaşkanı'mızın yıl sonu için işaret ettiği 250 milyar dolar ihracat hedefine emin adımlarla ilerliyoruz.” diyerek Türkiye’nin “ihracat” politikasının verdiği neticeyi anlattı. Anlayacağınız “sıkı tutunun uçuyoruz” demediği kaldı! Ama bir sıkıntı var; millet uçtuğunun bir türlü farkına varamıyor.

3-4 domates, 3-4 tane salatalık, 3 tane sivri biber, 2 bağ roka, 4’er tane patates-soğan ve 1 kilo kuru fasulye (eksik bir şey var mı diye kontrol ettim, ama yok; hepsi tane hesabı, kuru hariç malûm onu sayması biraz zaman alır!) 80 lira etse de ihracatımız harika olduğundan suyundan da koy diyor insanımız açıkçası… Halkın kahir ekseriyeti, her gün zamlı yeni fiyatlarla karşılaştığında “ihracat yapıyoruz ya ondan diyor” ve zam geldi diye canını sıkmak şöyle dursun, ihracat yaptığımız için seviniyor. Eee nasılsa “Dışarıya 5 dolara sattığımı içeriye 5 liraya niçin satayım!” diyen “vatandaş” kazanıyor; memleket kazanıyor! İçeriye 5 liraya satacağı malı dışarıya 5 dolara “zamlı ihraç” edip, anlayacağınız zamı ihraç edip tüm dünyayı kazıklıyor ya, “halk” aç kalmış ne ola!

Aynı gün, son dönemde klasikleştiği üzere, bir türlü “vatandaş” olma salahiyetine erememiş aşağı tabaka “halk”ın hayat pahalılığından yakınmasını dinliyorum. “Uzatmaları oynuyoruz” diyeninden “nasıl ayakta duruyoruz biz de bilmiyoruz” diyenine… Arada birisi “Ekonomi iyi aslında, o kadar da ihracat yapıyoruz, bak bakan yine açıklamış; ama nerede bu para?” diye soruyor... Sonra “O kadar ‘vatandaş’ var, elbet sıra bir gün bize de gelir!” diye usturuplu bir gönderme yapmadan da edemiyor.

Sahi, bu “koç” gibi vatandaşlar ve avaneleri ne zaman savacak da sıra halka gelecek? Yoksa, başkaları onların sırasına çoktan talip mi oldu?

Görüş: Faruk Hanedar