Rusya’nın Ukrayna’ya, Çin’in ise Tayvan’a müdahale etmesi yönünde bir beklenti ile girdiğimiz 2022 senesinin, birçok yerel ve global çatışmaya gebe olduğunu müteaddit kere iddia etmiştik. Şu ana kadar yaşananlar tezimizi doğruladı. ABD’nin Ukrayna’yı kullanarak Rusya’yı kışkırtması, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesini beraberinde getirdi, bir Rusya-Batı çatışması kendisini gösterdi. Rusya, bilhassa iktisadî yaptırımlarla yıpratılırken doğrudan sisteme tehdit olabilecek hamlelerle savaşı farklı bir boyuta taşımasını bildi.

Pasifik’te ise 1970’lerden bu yana küçük küçük adımlarla büyüyen Çin, bu süreci de temkinli bir şekilde takip etti, belki de Rusya’nın muhatap kaldığı, Tayvan’a müdahalesi durumunda kendi başına da gelecek olan yaptırımları gözlemledi. Son günlerde bilhassa Amerikalı yetkililerin verdiği demeçlerle Çin-Tayvan geriliminin yeniden yükseltilişini seyrediyoruz. Çin’in Tayvan’a müdahalesi, tıpkı Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi gibi kaçınılmaz bir hâl almaya başlıyor. Birkaç ay içerisinde bu müdahaleyi görmemiz ve dünya kamuoyunun en az Rusya-Ukrayna savaşı kadar dikkatini bu sahaya çevirmesi muhtemel.

Dünyada bunlar yaşanırken, 1940’lardan beri ABD tarafından her türlü alanda bir deney sahası olarak kullanılan ve son yıllarda zincirlerini kırmaya çalışan Türkiye de askerî müdahaleyi gerektiren bir takım zorunluluklar hissediyor. Zorunluluklarla gelen fırsat şeklinde değerlendirebileceğimiz bir ışık ufukta beliriyor. Bu ışık kaos ortamından kârlı çıkmayı ve uzun haksızlıkların kaçınılmaz neticesi olan bir hesaplaşma sürecinin yaklaştığını işaret ediyor.

Suriye’de ABD tarafından silahlandırılan PYD-YPG’ye karşı bir operasyon hazırlığında olan Türkiye ile yine son birkaç yıldır ABD tarafından aleni bir şekilde silahlandırılan Yunanistan arasındaki tansiyon her geçen gün yükseliyor. Rusya’ya karşı Ukrayna’yı, Çin’e karşı Tayvan’ı kullanan Amerikan emperyalizmi, hem PYD-YPG’yi hem Yunanistan’ı kullanarak Türkiye’yi bir kıskaca almış vaziyette… Türkiye de farkında olduğu bu cendereden çıkmak için hem Doğu cephesinde hem de Batı cephesinde bir operasyona girişmekten imtina etmeyeceğinin sinyalini sürekli veriyor.

ABD’nin, PYD-YPG’yi bugüne kadar silahlandırarak Türkiye’nin karşısına dikmek suretiyle yaptıklarını ve PYD-YPG’yi, Türkiye’nin kararlı bir hamlesinde buruşturup atması kaçınılmazdır. Eee, ne kadar “Biji serok Obama” diye bağırırsanız bağırın, emperyalizm kullanır ve işe yaramadığını gördüğünde buruşturup çöpe atar.

Bunun yanında Suriye’de Türkiye’nin karşısında olan diğer güç ise, tarihi boyunca Müslümanlara karşı Batı ile hareket eden, her ne kadar Batı ve Siyonizm karşıtı görünse de gücünü onlardan alan İran… Türkiye’nin, aslında başlayan Suriye operasyonunda karşısındaki en önemli unsur da İran… İran, bugüne kadar Müslümanlara yaptıklarının hesabını ödemek için bekliyor.

Suriye operasyonu konuşulurken Yunanistan meselesinin gecikmeli bir şekilde gündemin bir numaralı maddesi hâline getirilmesi ise, Türkiye’nin hem dikkatleri Batı’ya çekerek Doğu’daki operasyon için el yükseltmesi hem de bir göz dağı olarak görülebilir. Bir Türkiye-Yunanistan savaşının eşiğinde olduğumuz düşünülürken, Suriye’de operasyonun başlamış olduğu, bir de ekonomik sıkıntıların alıp başını gittiği demde Türkiye’nin en büyük ümidini turizme bağladığı (bu absürtlük ise başka bir yazı mevzuu) bir demde böyle bir operasyonun başlamasının zor olduğu da söylenebilir. Fakat Türkiye açısından her geçen an tehdidin arttığı göz önünde bulundurulursa; silahsızlandırılmış bölgeler başta olmak üzere tüm Yunan askerî unsurlarına karşı başlatılacak bir yıldırım imha harekâtı ve en fazla bir gün içerisinde görevi tamamlayıp “Bölgede savaş istemiyoruz!” çıkışı neden olmasın? Aksi takdirde iş yine uluslararası şartları kollamaya ve Çin’in Tayvan’a müdahalesini bekleyip tehdidin daha da artmasına ve Yunan’ın defterini o zaman dürtmeye kalkmaya gider.

Hülasa… Doğu’da Müslümanların kadim düşmanı Şii İran'a karşı; Batı’da ise yüz yıl önce Millî Mücadele’yi verdiğimiz Yunanistan nezdinde ABD ve tüm Batı’ya karşı bir hesaplaşma süreci bizleri bekliyor. Elbette içeride; 2 yüzyıllık Batılılaşma serüveniyle ve bilhassa yüz sene evvel deklanşörlerin önünde karısını Venizelos’un sadece koluna verenlerin kurduğu düzenle hesaplaşmanın da yaşanması kaçınılmaz.

Tam da bu süreçte muhatap olunacak 2023 seçimlerine ise Siyon Liderlerinin Protokollerinden şu ifadelerle temas edelim:

Halka muayyen bir müddet için kendi kendini idare etme yetkisi vermek, onları düzensiz bir güruh haline getirmeye yeter. Ondan sonra orada öldürücü bir didişme ortaya çıkar ve kısa zamanda sınıf mücadelesine dönüşür. Bu durumun içinde devletler yanıp yok olur ve onların değeri bir kül yığını derecesine iner. Bir devlet kendi sarsıntıları içinde kendini tüketse veya dahili anlaşmazlıkları onu dış düşmanlarından zayıf duruma getirse telafi edilemez bir kayba uğramış sayılabilir: O bizim hakimiyetimize girmiştir. Tamamı ile bizim ellerimizde olan sermayenin istibdadı ona bir saman çöpü uzatır. Devlet ister istemez ona sarılır. Eğer sarılmazsa dibi boylar.

Dünya ve memleketimiz yangın yerine dönmüşken bu şartlarda seçim düşünenlerin kulağına küpe olsun…

Görüş: Faruk Hanedar