Birkaç senedir her gün sabah namazlarına yürüyerek gitmesiyle tanınan Gürsel Tanrıverdi, yürüyüş serüvenini Baran Haber’e anlattı.

2018 yılında açlık orucuna karar veren Tanrıverdi, bu kararıyla birlikte her gün sabah namazlarını kadim bir camide kılmaya başladı. O günden beri de istisnasız yürüyor, her gün bir camiyi ziyaret ediyor.

Açlık uygulamalarına sedef rahatsızlığı sebebiyle başladığını anlatan Tanrıverdi, 21 günlük bir açlık sürecinde hastalığının kalmadığını, fizyolojik tarafıyla birlikte manevi tarafına da etki ettiğini şu sözleriyle anlatıyor:

“Açlık uygulamasıyla birlikte aperatif yiyecekleri hayatımdan çıkardım. Bütün hastalıkların fizyolojik tarafları olduğu kadar arka planda psikolojik tarafları da vardır. Çünkü insan bir bütündür. İnsanı zaten bu bütünlük insan kılıyor. Bu düşünceyle eş zamanlı olarak 21 günlük açlıkla beraber 21 gün sabah namazlarını camilerde kılmaya karar verdim ve oturduğum mahallemden uzağa doğru bütün camileri ziyaret ederek sabah namazlarını kılmaya başladım. Bu uygulama beni olumlu manada etkiledi. Adeta başka bir dünyaya açılmış gibi hissettim kendimi. Açlıkla beraber ilk gittiğim cami Ankara’da Hacı bayram Veli Camii oldu. İlk orada sabah namazımı eda ederek cami ziyaretlerimi başlatmış oldum.”

İstanbul’da oturduğu muhitinden 15 km’lik uzaklıkta olan Eyüp Sultan Camii’ne yürüyerek gittiğini aktaran Tanrıverdi, ilk uzun yürüyüşünü de bu camiyle başlatmış oldu. Haftalık ziyaretlerini günlük ziyarete çevirişini de şöyle anlatıyor Tanrıverdi:

“Ertesi hafta Hırka-i Şerif Camii’ne yürüyerek gittim. O camide karşılaştığım bir topluluğun her gün sabah namazını Suriçi’nde bir camide kıldığını öğrenince, sadece hafta sonları gerçekleştirdiğim yürüyüşümü günlük gerçekleştirmeye karar verdim ve o topluluğa dahil oldum. Bu sefer evden sabah ezanına yetişecek şekilde kalktım ve yürüyerek Suriçi’ne yürüdüm ve önceden kararlaştırılan camide sabah namazımı eda ettim. Bunun arkasından Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii, Fatih Camii, Süleymaniye Camii, Beyazıt Camii, İskender Paşa Camii, Yavuz Selim Camii, Şehzade Camii, Arap Camii geldi. Yürüyerek ulaşabileceğim tüm alanlardaki camileri sabah namazında ziyaret ettim. Bu ziyaretlerim, pandemi sebebiyle camilerin cemaatle koparılışına kadar sürdü. Fakat kısıtlama kararlarının alındığı zamanda da boş durmadım. Yaptığım alışkanlıkları kaybetmemek için 6 km uzaklıktaki iş yerime yürüyerek gidip gelmeye başladım.”

İnsanın bu modern zamanlarda koşturmaca ve hengâme içerisinde geçen ömrünün, kendisiyle baş başa kalmasına fırsat vermediğine dikkat çeken Tanrıverdi, “İnsanın bu keşmekeşten sıyrılabilmesi, kendisine zaman ayırabilmesi için yürümesini tavsiye ediyorum. Felsefecilerin, mutasavvıfların, düşünürlerin, öncülerin, seyyahların bize kadar ulaşan en önemli uygulamalarından biridir bu. Yürümenin insanı terbiye ve teskiye edici, arındırıcı bir tarafı var. Yine sıkıntıları olan, bunalımları olana da ciddi manada büyük fayda sağlamaktadır.” diyor.

“Kadim eserlerimizle ünsiyet kurulmalı”

Özellikle kadim camileri seçme sebebinin de bu camilerin bizim hafıza merkezlerimiz olduğunu aktaran Tanrıverdi, “Medeniyetimizin en önemli göstergeleri ve izleri oralardadır. Buralar bizim müktesebatımızı, kopmuş bağımızı yeniden kurmaya yarayacak yerlerdir. Bir nevi kaybettiğimizi hatırlamamıza fayda sağlayacak yerlerdir. Bizim o medeniyetten uzaklaşmamız ve kopmamızla beraber ortaya koyulan bir medeniyet ortada, bir de bu hakikatler ortada. Orayla bağımızın, temasımızın koparılmaya çalışıldığı malum. İşte bu sebeple bu kadim yerlerle tekrar ünsiyet kurulması gerektiğini düşünüyorum. Ve bu camileri merkeze alarak külliyeleri, sebilleri, bedestenleri, kütüphaneleri de beraberinde ziyaret ediyorum.” diyor.

“Geleneksel üslupta olan camilerin verdiği hissiyat çok farklı”

Gürsel Tanrıverdi, mimari üslupların kişiye farklı hissiyatlar verdiğini de şöyle anlatıyor:

“Cami ziyaretlerimde şunu da fark ediyorum; geleneksel üslupla yapılan bir cami ile barok üslupta yapılan cami arasındaki hissiyat çok farklı. Süleymaniye Camii’nin, Fatih Camii’nin ve bu gibi camilerin yerini tutmuyor barok üslupta yapılan camiler. En ideolojik mesleklerden birinin mimarlık olduğu söylenir. Çünkü mimar hangi medeniyetin mensubu ise o medeniyetin anlayışına göre eserini inşa ediyor. O doğrultuda eserini şekillendiriyor. Yapıların fikri ve zihni dönüşümlere tesiri tartışılmaz bir gerçek.

Özgüvenimizin zirvede olduğu dönemlerde biz yine Batı medeniyetinden esinlenmişiz, onlardan ilham almışız, onların insani tecrübelerini ve birikimlerini eserlerimize yansıtmışız fakat kopyalamadan, biz kılarak, bize ait kılarak eserler inşa etmişiz. Bir de Tanzimat döneminden bugüne kadar yapılan Batı kopyası eserler var. Fakat bu eserler de sonuçta bizim realitemiz. Farkın farkını idrak etmek, ibret almamız açısından da büyük fayda sağlıyor.”

 “Dünyayla irtibat buradan başlıyor”

Dünyanın her yerinden İstanbul’daki camilere Müslümanların geldiğine dikkat çeken Tanrıverdi, İstanbul’un önemli bir merkez olduğunu, özellikle selatin camilere dünyanın her tarafından insanların gelmekte olduğunu, bu sebepten bu camilerin sadece bizi değil tüm dünya Müslümanlarını ilgilendiren bir konumda durduğunu söylüyor.

Tanrıverdi, “Gençlerin dünya Müslümanlarıyla tanış olabilmesi, irtibat kurabilmesi, haberdar olabilmesi açısından da yine camiler bulunmaz bir nimet. Diğer taraftan da öğrendiği yahut öğrenmekte olduğu bir dilin pratiğini yapması açısında da camiler önemli bir konumda. Dünyanın her tarafından gelen Müslüman kardeşlerimizle bu yönden de bir diyalog halinde bulunulabilir.” diyor.

“Camilerin yalnızlığına şahit oluyorum”

Tanrıverdi, camilerin yalnızlığına da dikkat çekiyor:

“Acı ve elem verici tarafı ise birçok caminin özellikle sabah namazı vakitlerinde yalnızlığına şahit oluyorum. Bazı camilerde tek saf bazı camilerde üç dört kişi. Dolayısıyla da bu vebalden kendimizi kurtarmak adına eşimizi, arkadaşımızı, çocuğumuzu alarak bu camileri yalnız bırakmamak gerekiyor.

“Gençleri camiye sevk edecek projeler gerekiyor”

En basitinden şunu diyebilirim; imam hatip lisesi meslek dersleri öğretmenlerinin Arapça, Kuran’ı Kerim, hadis, siyer derslerini ayda bir bile olsa camilerde yapmaları hususunda plan ve program yapmalarını tavsiye ediyorum. Yine imamların da bu tarz projeler içinde hareket etmelerini isterdim. Elbette bu konuda çok güzel işler çıkaran imamlarımız da var.

Mesela bizim mahallemizdeki imam hatip lisesinin öğretmenleri karar almıştı. 10 hafta boyunca Suriçi’ndeki camilerde sabah namazı kılma programı yapmışlar. Belediye de onlara servis tahsis etmiş. Haftada bir sabah 35 kişilik öğrenci grubuyla namazlarını kılıp derslerine dönüyorlar. Bu onların hayatlarında unutulmaz bir iz bırakacak. Bu onların ufkunu açtı. İleride de büyük bir fayda sağlayacak bu program. Gençleri camiye sevk edecek projeler gerekiyor.

Bir camiye gitmiştim. Kimse yoktu. Bir sonraki gün için bir organizasyon yaptım ve 60 kişi toplanarak o camiye gittik. İmamlar nasıl sevindiler. Yani imamların bize, bizlerin onlara ihtiyacı var.

Camilerin yalnız bırakılması kimi imamlara da bir alışkanlık kazandırmış. Zaten kimse gelmiyor düşüncesiyle kapıyı kilitleyip gidiyorlar. Böyle yapmamaları için biz cemaatin de camileri yalnız bırakmaması gerekiyor. Bir heyecan oluşturmamız gerekiyor ki onlardaki o gaflet de tamamen kalksın.”

“Camiler hayatın ana merkezi”

Cami ile hayat arasındaki ilişkiye yabancılığımıza ise Tanrıverdi kadim tarihimizi misal gösterdi:

“Tarihimizde camiler hayatın ana merkezindeydi. İnsanlar bütün müşküllerini, sorunlarını orada çözüyordu. Bu tüm meselelerde böyleydi. Buralar harici bir yapılanmaya ihtiyaç bırakmıyordu. Biz bu gerçeği göremediğimizde ‘Osmanlı STK’laşmaya bilmem kaçıncı yüzyılda başladı, bilmem ne dernekleri yeni kuruldu’ gibi çok İslam dünyasından ve medeniyetinden bihaber davranıyor. Hayatın merkezinde camiler olduğu zamanlarda bu tip sivil toplum kuruluşlarına gerek yoktu. Şehrin de ana noktası camiler olduğu için yola oradan çıkılır, kararlar oradan alınır, ilimler de yine onun etrafında verilirdi. Külliyeler o sebeple caminin yanındadır; adı üstünde cami, toplayan. Cami bizi bir araya getiremiyorsa kalbimizde bir sıkıntı var demektir. Bizim aslî hüviyetine döndürmemiz de ona yönelmemizle olur.”

Haber: M. Taha İnci