Ne trajiktir ki, günümüzde “fikrin kaderini belirleyen geçerliliği değil, yaygınlığıdır.” Ellerine geçirdikleri avantajı ömür boyu bırakmak istemeyen, bilginin kendisiyle çıkarları arasında gidip gelen akademisyenler, “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misâli, bir yandan davranışların yeniden düzenleneceği, yönlendirileceği “çekim havuzlarına” su taşırken; diğer yandan N.Nicolas Taleb’in sözcükleriyle “psikanalistlerin kendilerini eleştirenleri babalarıyla problemi olmakla itham ederek susturmaları” gibi, meçhule hürmet tavrı içinde tek başına doğru yolda yürüyeni, sürü mantığıyla hep beraber yanlış yolda yürümeye rıza göstermediği için, psikanalistlerinkine benzer ithamlarla susturmaktadırlar.

“Gaibi Allah bilir, bir de Allah’ın bildirdikleri.” Topluma yerleşmiş yanlış bir algı neticesi, gaibe dair bilgi vereni âlim zannederiz. Oysa gerçek âlim, gaibi bilemeyeceğini bilendir. “Hadiselerin farkındayız ama kuralları görmüyoruz.” Bu sebeple de “yarını bir başka dün gibi düşünme hastalığı”na düçarız. Oysa geçmiş ile gelecek arasındaki ilişki, mü’min feraseti gerektiren incelikli bir meseledir. İbda Mimarı’ndan ödünç aldığımız kelimelerle söylersek: Kaderimize değil, halimize şuurumuz olabilir; o da olduğumuz veya olabildiğimiz kadar. Her şeyde kuşanılması gereken bu şuur: Keyfiyetleri Allah’a havale ediniz” ölçüsünden de payımız olmadığı için, geçmişteki tahminlerimiz ve bunların sebep olduğu neticeler arasındaki farkı öngöremiyoruz.

Kendini bilmemenin yol açtığı bu körlüğün başka tezahürleri de var: Televizyonda yerli kabilelerle ilgili belgesellere meraklıysanız, mutlaka şahit olmuşsunuzdur; iptidaî insanların sömürgecilerle incik, boncuk, ayna v.b. şeyler karşılığı, altın ve gümüş takasına gülen insanlara rastlarsınız, bunlara bakıp eğlenen bu insanlar, onlara baktıkları şekilde kendilerine bakan başka insanlar olabileceği fikrini akıllarına getirmezler; şayet getirselerdi kendi hallerinin de dalga geçtikleri insanlardan pek farklı olmadığını görürlerdi.

İBDA DİYALEKTİĞİ’nin temel özelliklerinden birisi, belki de başlıcası: İnsana, doğru hükme varma becerisini sağlayan bilgiyi sunmasıdır. Bu beceri aynı zamanda farkındalığı, doğru hükmü ayırt etme yeteneğini de sağlar; yani, ” bilmeyi bilici duruma gelme” yeteneğini. Birincisinden mahrumiyet, ikincisinde de yetersizlik anlamına gelir. Yanlış önermelerden doğru hüküm çıkarma deliliğine soyunan Batı, “Yitik cennetin“ peşinde, aynaya baktıkça görüntüsüne dayanamayıp, şuurunun tırmandığı idrak seviyesinde kendini iptâl tutkusuna kapılırken; bizim ise hâlimize bile şuurumuz olmadığından; Maurıce Duverger’in nitelendirmesiyle, “Catoblépas’ın (kendi uzuvlarını yediğini farkedemeyecek kadar aptal masal hayvanı) Zenginliği”nin peşindeyiz.

Makalenin tamamı için TIKLA

Mevlüt Koç, Aylık Dergisi 90. Sayı, 2012