Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’un hendese hocalarından ve defterdar olan Kasabbaşızâde İbrahim Efendi’nin hayatı hakkındaki bilgiler çok azdır. Babası Ali Ağa’nın kasapbaşı olması sebebiyle Kasabbaşızâde lâkabıyla anılan İbrahim Efendi 1787 yılında Süratçi Nâzırlığı bünyesinde Katar-ı Hâcegân’a dâhil olarak memuriyet hayatına başlamıştır. Devlet memurluğunda defterdarlığa kadar yükselmiştir. Osmanlı Devleti’nin askerî alanda modernleşme arayışlarının yoğun olduğu bir dönemde yaşayan İbrahim Efendi, I. Abdülhamid devrinde açılmış bulunan Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn’da hendese dersleri vermiş ve bilâhare buranın müdürlüğünü deruhte etmiştir. Bu dönemde aynı mühendishanede ders veren Gelenbevî İsmail Efendi ile teşrîk-i mesaisi bulunmaktadır.

Daha çok felsefî içerikli eserler kaleme alan Kasabbaşızâde İbrahim Efendi 26 Kasım 1820 senesinde İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Beyoğlu Mevlevîhânesi hazîresindedir.

Kasabbaşızâde İbrahim Efendi’nin kaleme aldığı eserleri genelde İşrâkîlik ve Platonculuk vurgusu taşıyan eserlerdir. Ancak o İşrâkîliği Hermes-Pisagor-Platon çizgisinde gelişen bir felsefî ekol olarak görmektedir. Bu bakış açısında muhtemelen Seyyid Şerîf Cürcânî tarafından ilk olarak Şerhu’l-Mevâkıf’ta zikredilen ve ondan sonra da yaygın olarak kullanılan dörtlü tasnifin (Meşşâîlik-Kelâm-İşrâkîlik-Tasavvuf) etkisi söz konusudur.

Kasabbaşızâde’nin İşrâkîlik kadar üstünde durduğu bir diğer konu da Eflatuncu ideler konusudur. Risâle ʻalâ beyâni aksâmi’l-ʻâlemîn isimli risalesinde cisimler, akıllar ve ideler âlemini konu edinmekte ve bu üç âlem arasındaki irtibatları açıklamaktadır. Risâle teteʻalleku ʻalâ beyâni’l-müsüli’l-Eflâtuniyye ve’l-müsüli’l-muʻallaka ve’l-farkı beynehümâ’da ise ideler kavramını Meşşâî, İşrâkî ve İslâm düşüncesi geleneğine göre ele alan müellif, ideleri din diline uyarlanmış bir şekilde açıklamaktadır.

Kasabbaşızâde’nin, rüyalar hakkında yazmış olduğu bir risalesinden, onun rüyayı bir bilgi kaynağı olarak kabul ettiği neticesini çıkarmak mümkündür. O, rüyaları meşhur tasnife uygun bir şekilde kâzib-sâdık şeklinde ikiye ayırmaktadır. Bunların izahını ise felsefî gelenekteki izah tarzına uygun bir şekilde yapmaktadır. Buna göre kâzib rüya, dimağdaki mizâcın itidalini kaybetmesi neticesinde, hiss-i müşterek ve hayalin etkisiyle meydana gelir ve hiçbir şekilde bilgi kaynağı değildir. Ancak sâdık rüyalar nefs-i nâtıkanın soyut akıllarla birleşmesi neticesinde meydana gelen olaylardır. Akıllarda bütün mevcudâtın sûretleri bulunduğu için nefis uyku esnasında cismanîliğinden soyutlanıp bu akıllarla birleştiğinde, onda bu sûretlerin izleri kalır. İşte bu izler, sâdık rüyalardır ve sahibi için güvenilir bir bilgi kaynağıdır.

Kasabbaşızâde, rûhu yine felsefî geleneğe uygun bir şekilde bedenden ayrı mücerred bir cevher olarak görmektedir. Ona göre kişi öldükten sonra rûh idrâk fiiline devam etmekte, hattâ bu şekilde hayatta olan kişilerle irtibata geçebilmektedir.

Kasabbaşızâde’ye ait olduğu bilinen bazı eserler ise şunlardır:

1. Şerhu’l-İzhâr. Birgivî’nin İẓhârü’l-esrâr adlı Arapça gramer kitabı üzerine yazılmış bir şerhtir.

2. Sefînetü’l-mesâʾil. Felsefî ve kelâmî meselelerin ağırlıkta olduğu bir felsefe sözlüğü görünümünde olan bir eserdir.

3. Risâle ala beyâni aksâmi’l- âlemîn. Kozmoloji ve ontoloji konularına dair bu risâlede cisimler ve akıllar âlemiyle bu iki âlem arasında bir vasıta olarak düşünülen muallak ideler âlemi incelenmektedir. Eserin en önemli yönü, İşrâkıyye’de olduğu gibi Meşşâîlik’teki ay altı ve ay üstü âlemi anlayışının dışında üçüncü bir âlemden bahsetmesidir. İki âlem arasında bir tür soyutluktan somutluğa geçişi sağlayan muallak ideler âlemine ceberût âlemi veya misal âlemi de denilmektedir. Bu âlemde dünyadaki bütün varlıkların birer ilk örneklerinin bulunduğu şehirler vardır.

4. Risâle teteʿallaku alâ beyâni’l-müşüli’l-Eflâtûniyye ve’l-müşüli’l-muʿallaḳa ve’l-farkı beynehümâ. Eflâtun’un ideleriyle muallak ide kavramlarının, Meşşâî, İşrâkī ve dinî literatürdeki anlamlarını açıklayan risâle Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Kasabbaşızâde’ye göre Allah’ın dışında müessir ve müdebbir varlıklar vardır. Müessir varlıklar, Allah’ın kendilerine verdiği güçle cismanî varlıkları gerçekleştiren “on akıl”dır; müdebbir varlıklar ise oluşan cisimlerin idarecisidir. Ulvî (semavî) cisimlerin müdebbiri feleklerin nefisleridir; süflî (ay altı) cisimlerin ise biri türlerinin, diğeri fertlerinin olmak üzere iki farklı müdebbir ideleri vardır.

5. Risâle fî ahvâli’l-İşrâkıyyîn. Müellifin İşrâkī filozoflardan saydığı Eflâtun, Hermes ve Pisagor’un felekî nefislerle kendi nefislerinin birleşmesini (ittisâl) ve Pisagor’un mûsiki ilmini nasıl elde ettiğini araştıran bir eserdir.

6. Risâle fî keyfiyeti’r-rüʾyâ. Rüyanın mahiyeti, kısımları ve nasıl meydana geldiğini açıklayan bir risaledir. Müellife göre rüya kâzib ve sâdık olmak üzere ikiye ayrılır. Kâzib rüya hiss-i müşterek, hayal ve beyni oluşturan mizaçtan, sâdık rüya ise nefs-i nâtıkanın soyut akıllarla birleşmesinden kaynaklanmaktadır. Zira bu akıllarda bütün varlıkların sûretleri bulunmaktadır. Nefsin bu akıllarla birleşmesiyle sûretler nefiste izlerini bırakır ve böylece rüya gerçekleşmiş olur.

7. Risâle fi’r-rûh yüsemmâ bi’n-nefsi’n-nâtıka. Değişik mezhep ve âlimlerin görüşlerinin kısaca mukayese edildiği eserde müellif, ruhu bedenin bir aleti değil aksine ondan tamamen ayrı ve mücerret bir cevher olarak görmekte, hatta kişi öldükten sonra bile ruhunun algılamaya devam ettiğini ve sağ olan kişilerle irtibat kurabildiğini iddia etmektedir.

8. Risâle fi’l-maḳūlâti’l-ʿaşere. Aristocu bir bakış açısıyla on kategoriyi açıklayan bir eserdir.

9. Risâle fî beyâni menâzili’l-kamer ve müksihî fîhâ. Ayın menzilleri ve bu menzillerde geçirdiği süreler konusunu inceleyen bir eserdir.

10. Risâle fî i‘tikād-i Ehli’s-sünne ve’l-cemâa. Ehl-i sünnet’in tanımını yapan ve görüşlerini kısaca anlatan bu Türkçe eserde müellif, genellikle Mâtürîdîler’in görüşünü benimsemekle birlikte Eş‘arîlik ve diğer mezheplerin görüşlerini de zikretmektedir. Eser Risâle-i İ‘tikādiyye adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1258).

11. Risâle fî beyâni’l-mürekkebât elletî lâ mizâce lehâ fi’l-cev. Bu Türkçe eserde hava tabakasında, yerkürenin dış kabuğunda ve iç katmanlarında meydana gelen olaylar incelenmektedir. Kasabbaşızâde’nin en ilgi çeken görüşü depremle ilgili olanıdır. Ona göre deprem yer altında ısınıp genişleyen hava, buhar ve dumanın yer kabuğunun zayıf olan kısmını kırmasıyla oluşur. Depremin meydana gelmesinin en önemli sebebi güneş tutulmasıdır. Güneşin tutulmasıyla yeryüzüne gelen ısının âniden kesilmesi yer altında bulunan gazların soğuyup büzüşmesini sağlar. Güneş tutulmasının sona ermesiyle yeryüzüne âniden gelen güneş ışınları, bu üç maddenin ısınıp genleşerek yer kabuğunu en zayıf yerinden kırmak suretiyle depremi oluşturur. Depremi önlemek için deprem bölgelerinde derin kuyular açılarak yer altında sıkışan gazların boşaltılması gerekir.

Kaynakça: İsmail Erdoğan. “Kasabbaşızâde İbrâhim”. DİA, XXIV, syf: 527-28. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2001; İDA, “Kasabbaşızâde İbrâhim”.

Görüş: Abdulkerim Kiracı

Baran Dergisi 773. sayı