Her sene aynı teraneyi dinlemekten, yani Amerika Birleşik Devletleri “soykırım” iddiasını kabul edecek mi, etmeyecek mi zırvasını dinlemekten nihayet kurtulmuş bulunuyoruz çok şükür. ABD Dışişleri bakanlığından yapılan bir açıklamayla, Amerika’nın 24 Nisan günü “Ermeni soykırımı” iddiasını resmen tanıyacağı netleşmiş oldu.

Evvelâ umumî hüküm:

Davranışın başı kendilerinde olduğu halde, Türklerden gördükleri zulme cevap vermek iddiasıyla, İttihatçılardan değil de, onların leşini çıkarttığı milletten intikam almaya kalkan Ermeni komitecileri, sözde Türk komitecilerine gerçek bir üstad ve talebe olduklarını isbat ettiler. Hem onlara öğrettiler, hem de onlardan öğrendiler ve tarihin en kanlı zulüm tablolarından birini çizmek sahtekârlığına (!) yükseldiler. Milletlerinin topyekûn bir kabahati yoktu; onların da başında (Taşnaksiyon) isimli bir ‘İttihatçı’ zümresi vardı ve bütün kuvvetini Türkün zaafından alıyordu. Yoksa Türkün kuvvetli deminde Ermeni’den daha rahatı ve Türk’le kaynaşmış olanı mevcut değildi.

Hafızamızı tazelemek açısından yaşananlar ile alâkalı hükmü de hatırlayalım:

Hepsinin, her şeyin, her cepheden ve hep birden suçunu ‘İttihat ve Terakki’ye bağlamadan; ve Ermeniye edilen zulmü, ona bir hak ve itibar değil, “İttihat ve Terakki” adına zulüm ve zimmet kaydıyla ele almadan gerçeğe ulaşılamaz. Onun içindir ki ‘yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?’ tarzında bir hesap fuhşuna düşmeksizin -çünkü herşey ‘İttihat ve Terakki’den- doğrudan doğruya Ermeniye edilen zulüm diye işe girişelim ve onların Şark sınırımızdaki şenaatlerine göz bile atmayalım ki, hakikat karşısında tavrımız soylu olsun. Zira ne Ermeninin en sonra Türke yaptığı, daha evvel kendisine yapılmış şu veya bu hareketle; ne de İttihat ve Terakki’nin Ermeniye başta yaptığı, önceki herhangi bir faciaya özür kazanabilir.

Ve ismine tehcir denilen veçhile:

Evet; daima (Taşnaksiyon)un değneği ve Moskof kamçısı altında Van’a saldıran Ermenilerin zulmünü, birden bire; İstanbul, Bursa, Eskişehir, Afyon, Ankara, Konya’dan başlayarak şarka doğru, bütün Anadolu Ermenileri ödemek mevkiinde kaldı. Bunların hepsi de, belki niyette ve bâtında, zalim kardeşlerinden farksızdı; fakat insanoğlunun ömrü boyunca şahit olduğu hiçbir mezhep, kanun ve ölçü gösterilemezdi ki, herhangi bir husus, kadroya ait cinayeti, o kadro insanlarının topyekûn umumî cins kadrosuna kadar şümmulendirebilsin…

Tüm bu tarih hükümlerini koyan Üstad Necib Fazıl, bir başka eserinde, bu sefer çok lâtif bir dille şunu der; “Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan; / Tarihi temizlemek sahte kahramanlardan!” Resmî tarih, şu, bu palavrası adı altında milletin ruh köklerine kör kalmak uğruna sahte kahramanlardan müteşekkil bir tarih uydurur, rezilleri kahraman diye lanse eder, bunlarla hakiki bir hesaplaşmaya gitmez ve adaleti tesis etmek adına başta en büyük muztarib Türk olmak üzere herkesin hakkını vermezsen, önce senelerce şantaja maruz bırakılır, sonra da olur olmadık bir zamanda tarihimize o sahte kahramanların en soysuzu ‘İttihatçılar” eliyle bulaştırılmış olan lekeyle yüzleşmek zorunda kalırsın.

Bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin “Ermeni Soykırımı” adı altında “İttihat ve Terakki”nin işlediği cürümleri bütün Türk milletine yıkmasının milletlerarası hukuk nezdindeki kıymeti nedir biliyor musunuz? Tıpkı ‘milletlerarası hukuk’un kendisi kadar büyük bir HİÇ!

Olan bizim “konuşanlara” oldu. Ne güzel her sene Nisan ayının ikinci yarısından itibaren ekranlarda ve köşelerinde “Amerika bu sene soykırımı kabul edecek mi, etmeyecek mi” diye uzun uzun konuşur ve yazalardı, ajandalarından sayfalar eksildi, yazık oldu.

Bir diğer taraftan, Amerika Birleşik Devletleri’nin neyi kabul edip etmediği bir yana, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi tarihiyle alâkalı hakiki bir hesaplaşmaya girişilmesinin vakti çoktan geldi de geçmiyor mu? Ne dersiniz?

Yavuz Beyoğlu