İmam Gazâli’nin fıkıh usulü eseri el-Müstasfa girişinde “Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez” sözü oldukça yaygındır. Mantık ilmi, İslam tarihinde en genel manada bugünkü anlamda ‘metodolojiyi’ sağlamaktadır. Metot ise en genel tanımıyla, bir amacın gerçekleştirilmesi için izlenen yol ya da usuldür.


Bugün İlahiyat camiasında bir kesimin en büyük eksikliği metot noktasında tutarsızlıklarıdır. Önce Cihat Kısa, ardından Mehmet Azimli örneğinde gördüğümüz gibi İslam lehine olan sahihliği noktasında üzerinde tartışma bulunmayan hadisler ve rivayetlere şüpheyle yaklaşılıyorken, şaz, zayıf veya uydurma sözlerin kaynak gösterilmesinde bir beis görülmemesi çelişkinin en bariz örnekleri gibi. 
Marmara Üniversitesi’nde Mezhepler Tarihi hocası olan Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara Twitter’da yaptığı bir paylaşımda bu durumu şu sözlerle ifade ediyor: “Bizim ilahiyat camiasının küçük bir kısmında Sünnet'in kaynaklık değeri ve hadis-i şeriflerle ilgili sıkıntılarını belli eden arkadaşların, nerede şaz rivayet varsa sarılmaları çelişkisi konuyu takip edenler açısından malum bir husus. İzmir'de Hz. Meryem hakkında ve arkasından Çorum'da gündeme gelen vak'alarda bu husus çok bariz. Bu apaçık çelişkinin büyük bir usulsüzlük ve metodoloji problemi olduğunu Kuran İslamı ve tarihselciliği konu ettiğimiz derslerimizde öğrenciye misallerle anlattığımızda hayli müspet neticeler alıyoruz.”


Melikşah Sezen ise konuyu şu şekilde özetliyor: “Bu ne yazık ki gitgide yaygınlaşan bir hata. İslâm ulemâsının “sahih” olarak tespit ve naklettiği haberlere münekkit bir edayla yaklaşan kişiler, iş kendi tezlerine geldiğinde sıhhat araştırmasına girişmeden, yer verdikleri rivayetleri eleğe tabi tutmadan üzerine atlıyorlar. Halbuki Sahih-i Buhari, Sahih-i Müslim ve İmam Malik’in Muvatta’ı gibi, hadis otoritelerinin defalarca elinden geçen ve en güvenilir rivayetleri ihtiva ettiği artık âdeta müsellem olan hadis mecmualarına karşı son derece lakayıt davranılırken, defaatle eleştirilmiş, sıhhati hususunda mevzû ya da zayıf hükmü verilmiş rivayetlerin sıhhat durumunu görmezden gelerek kullanıyorlar. Bu ilmen tutarsızlıktır, ahlaken de son derece yakışıksız, edebe mugayir bir iştir. İlimle iştigal kişinin ahlâkını, mizacını yansıttığı yerlerin başında gelir. Asılsız ve şiddetli zaaflarla malul nakillere mal bulmuş mağribi gibi atlayanlar aslında bu şekilde sadece ahlâkî seviyelerini ifşa etmiş oluyorlar.


Peygamberler beşer-üstü değil, beşerin üstünüdürler. Onların üstünlüğü marifetleri, ittibaları ve ittikalarında beşer takatinin son raddesinde seyretmelerindendir. Bu faikiyeti kabul etmeyen enbiyayı numune-i imtisal bilmez, kendisine örnek alamaz, muhabbetinin odağına koyamaz. Peygamberi örnek almayan ona benzeyebilir mi? Halbuki dinin kemâli, her noktada, muamelatta, ahlâkta ve itikadda peygamberlere benzemek, sireten ve sureten onlar gibi olmaya azmetmekle tahakkuk eder. İnsansa nefsini büyüttükçe hakiki büyükleri görmez oluyor. Mevlâ muhafaza etsin.”
Sonuç olarak metot hususundaki yetersizlik temelinde niyetteki bozuklukta ve ahlaki yoksunlukta bulmaktadır. Nasıl ki niyet başlı başına yeterli değilse yöntem de yeterli değildir. Asıl hedef doğru mihenk noktasıyla halis niyet ve doğru yöntemdir. 

Haber-Yorum: Abdulkerim Kiracı