“Manevi bir tabip (veya mütefekkir) tarafından tedavi ve terbiye edilmeyen bir nefsin (veya duygu, düşünce ve iradî faaliyetlerin) iyi, doğru ve güzeli görmesi veya bulması veya içselleştirmesi mümkün değildir. İslâm büyükleri aklın ve imanın gözünde perde olan nefs için nice sözler söylemişlerdir. İnsanoğlunun dünya hayatında nefsi terbiye edip zararsız hâle getirmek, bütün Kâmil Mürşitlerin (veya kurtarıcı fikre sahib yol gösterici Mütefekkirlerin) gayesi olmuştur.
Hadîs meâli: “Kişinin eserleri aslına delâlet eder.”

Demişlerdir ki, “Ağacın mâhiyeti gövdesinden değil, meyvesinden anlaşılır. Dolayısıyla da kurtuluş ancak, ilâhî nûra bağlanmakla mümkündür.”
İmam-ı Gazali Hazretleri, bütün felsefi hakikatleri akıl süzgecinden geçirdikten sonra aklın mahiyeti hakkında edindiği kanaat akıl sahiblerine çok şey söylemektedir, meâlen: “Aklı sonuna kadar gerdim ve anladım ki, Peygamberlik tavrı aklın ötesindedir.” Felsefî hakikatleri muhasebe ederken kurtuluşun Peygamberlik nuruna yapışmak olduğunu söyleyen de yine İmam-ı Gazalî Hazretleri’dir.

Âyet meâli: “Ey itminâna ermiş nefis! Sen O’ndan râzı. O’da senden râzı olarak, Rabbine dön, iyi kullarımın içine gir, gir cennetime...” (Fecr Suresi, 27-30. âyet)
Kudsî hadîs meâli: “Nefsini bilen Rabbini bilir.”

“Demişlerdir ki, nefsin ayıpları dört şeyle bilinir:

1. Mürşid-i Kâmil’in manevî gayreti,

2. Dostluğu menfaat düşüncesinden uzak, ruhen uyanmış arkadaş,

3. Kusurları takib eden düşman. Bunlar hasımlarını ilan ederler, sakınıp iyi huylu olmaya sebeptir.

İmam-ı Şâfiî Hazretleri: “Dostumdan ziyâde düşmanım bana hayırlıdır; dostum ayıplarımı örter, beni noksan bırakır. Düşmanım ayıbımı söyler, beni uyarır.”
4. İnsanların arasına katılmak... Zira insan, gördüğü iyilik ve kemâlâtı elde etmek ve noksan tarafını görmek ister.

Lokman Hekim: “Edebi edepsizden öğrendim, onların hallerinden müteessir olup edebe sarıldım.”

Tedaisi, İBDA Mimarı’nın telegram şeylerinin karşısındaki durumu!
Nefs-i Emmâre’nin kötü halleri: “Kibir, riyâ, ucub, süm’a, hıkd, haset, mevki muhabbeti, mal sevgisi gibi kötü ahlâkın esasları ve buğz, düşmanlık, zengini yüceltip fakiri aşağılamak, tevekkülü terk etmek, kıymetten düşme korkusu, bahillik, uzun emel, iftihar, gıll u gîş (karışık düşünce), kasvet (katı kalplilik), cefâ, gaflet, acele, hiddet, kalp darlığı, merhametsizlik, hayasızlık ve kanâatsizlik, yücelik arzusu, baş olma sevgisi, kötü huylarla keyiflenmek gibi rezil ahlâkın parçalarıdır.

Güzel haller: “Kişi, tevâzû, korku, ilâhî emirlere uymak, yaratılmışlara şefkat, şer’î hudutları muhafaza, vakar, alçak gönüllü olmak, Allah’tan korkmak, ihlâs, rızâ, Hakkı kabul ve minnet gibi güzel ahlâka sahip olup, insanlar arasında merhamet, yumuşak huy, geniş tabiat ve şefkat, himaye, sabır, edep, emniyet, ikram, cömertlik, hayâ, sürur ve nasihat gibi güzel huylarla; iman ahlâkıyla şöhret bulur; meziyet sahibi olur.” (1)

“İnsanda iki ruh vardır. Bunlardan biri Hayvanî Ruh (Akl-ı Maaş) olup, Allah’ın Celâl sıfatının tecellîsinden, diğeri ise Sultanî veya İnsanî Ruh (Akl-ı Maad) olup, Allah’ın Cemâl sıfatının tecellîsinden zuhur etmiştir. Bu iki ruhtan biri bedene hükmetmektedir.”

Akl-ı maaş ve akl-ı maad sözcükleri, aklın mahiyeti ile ilgili değil, nasıl kullanıldığını veya kullanıldığı alanı göstermeye yönelik kavramlardır. Maaş kelimesi, dünya hayatının maişetiyle ilgilidir. Maad kelimesi ise ahiret hayatını gösteren bir sözcüktür. Buna göre, bütün maksadı dünya nimetlerinden faydalanmak, dünya lezzetlerini elde etmek, dünyada mal-mülk, makam-mevki, şöhret sahibi olmak için aklını kullanan bir kimsenin bu aklına “akl-ı maaş” denilir. Buna mukabil, bütün maksadı ahiret mutluluğunu kazanmak için gayret sarfeden ve aklını bu yolda kullanan kimsenin aklına “akl-ı maad” denilir.
Âyet meâli: “Bildikleri, sadece dünya hayatının dış görünüşüdür; ama âhiretten habersiz, gafildirler.(Rum, 30/7)

Âyet meâli: “O halde bizi anmaktan, bu Yüce Kitabımızı dinlemekten uzak duran ve dünya zevkinden başka bir şey istemeyen kimseleri sen de bir tarafa bırak! Onların bilgi seviyesi ancak bu kadardır; bildikleri bilecekleri budur. Senin Rabbin, kimin Allah’ın yolundan saptığını, kimin doğru yolda yürüdüğünü pekiyi bilir.” (Necm, 53/29-30)

“Ayrıca aklın mesmu ve matbu olmak üzere iki yönü daha vardır. Çalışarak, öğrenerek kazanılan aklın adı mesmu veya müktesep akıldır. Yaratılış itibariyle var olan fıtrî akıl ise matbu olan akıldır. Aynı kişinin cahil iken kullandığı aklının düzeyi ile tahsilli, bilgili olduğunda kazandığı akıl düzeyi arasındaki fark, müktesep aklın seviyesini göstermektedir. Demişlerdir ki, kişi, fıtrî aklın azlığından sorumlu değil, ancak müktesep aklın azlığından sorumludur. Müktesep aklın direksiyonu kişinin kendi elindedir; rotasını dünyaya çevirdiği zaman akl-ı maaş, ahirete yönlendirdiği zaman ise akl-ı maada sahip olur.
“Aklı, insaflı ve âdilce kullanmanın yolu, onu dünya ve ahiret dengesini bozmayacak şekilde yönlendirmekten geçer. Bu da her iki dünya hakkında gereken bilgiye sahip olmakla mümkündür.

“Bazı kimseler: “Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!” derler. Bunların ahirette nasipleri yoktur. Bazıları da “Ey bizim (Yüce) Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Ve bizi cehennem ateşinden koru!” derler. İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler. Allah hesabı çok çabuk görür.” (Bakara, 2/200-202) meâlindeki âyetlerde dünya ve ahiret dengesinin ne kadar önemli olduğu vurgulanmıştır.”

“Hayvanî ruh” bedene Aklı Maaş üzerinden hükmederken rehberi Şeytan’dır. Sultanî veya İnsanî ruh ise bedene Aklı Maad üzerinden hükmeder ve rehberi Melek’tir.

“Hayvanî ruh daha ziyade yemek, içmek ve giyinmek gibi insana zevk ve lezzet veren şeylerin hepsinden sefâ ve kuvvet bulup İnsanî ruha gâlip gelir, onu idaresi altına alır ve sapık yolda yürütür.”

“Sultanî veya İnsanî ruhun zevki ise daha ziyade zikir, fikir, ibâdet, ilâhî emirlere itâat ve Allah’ın men ettiklerinden uzak kalmaktır ki, bu hâl insan ruhuna mânen lezzet verir, sefâya sebep olur, İlâhî emirlere uyar, hayvanî ruha gâlip gelerek onu idaresi altına alır ve doğru yolda yürütür.”

“Bu iki zıt kuvvetten her biri bedene hükmedebilmek için dâimâ muhârebe ve mücâdele hâlindedir. Bunun cemiyet meydanındaki aksi veya görüntüsü Mümin ve Kâfir arasındaki mücadeledir, savaştır.” “İstikbâl İslâmındır” mânâsını mündemiç Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemini hayata hâkim kılma mücadelesi veren Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ile Krıstal Krallık hayali kuran Şeytanın dölleri arasındaki mücadelenin mahiyetini bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

“Nefs-i Emmâre isimli Hayvânî ruh Allah’ın rızasına muhâlif olan şeylerden lezzet ve kuvvet bulur.”

“Sultanî veya İnsanî ruhun sıfatı, Sâfiyedir. Buna Sıfat-ı İnsan da denir. Allah’ın Cemâl sıfatının tecellîsine mazhardır. Hakk’ın rızasından hiç ayrılmaz ve aralarındaki zıddiyetten dolayı muhârebe hâli devam ederken Sultanî ruh galip getirilmez de, Hayanî ruh kendi hâline bırakılırsa, Emmare sıfatı devam eder. Hayvanî ruh Sultanî ruh’a galip gelirse, insan hayvandan da aşağı bir hâle düşer (Belhümadal!), dünya ve ahirette felâh bulamaz.

“Eğer Sultanî veya İnsanî ruh Hayvanî ruhu kendi hâline bırakmaz ve mücadeleye devam eder, ona galip gelir, emri altına alırsa, ilâhî hükümleri eda eder. Bu kimselerin kurtulması umulur. Fakat nefsin hileleri karşısında tekrar asi olmalarından korkulur. Zira nefsin hileleri hudutsuzdur. Nefs-i Emmare sahipleri dünya adamları olup gaflet, kin ve zulmetle kalpleri kararmıştır. Bunların çoğuna nasihat kâr etmez. Sonları da iyi gelmez.”

“Bir kısmı da nefisleri sıfat-ı emmârede olduğu halde kendileri âhiret adamıdır. Bunların ekserisi imanla gider, ancak günahtan sakınmadıklarından azaba müstahak olurlar.”(Miftâhul-kulûb)

“İnsanın iki kaşı arasında bulunan Nefs ve bunun en alt derecesi veya en azgın hâli olan Nefs-i Emmare, tabiatı gereği makam ve riyaset sevdasıyla dolu bulunduğundan bütün gayreti, akranından üstün olmak, kendisi kimseye muhtaç olmayıp, cümle yaratılmışlar kendisine muhtaç ve emri altında olmasını ister.”
“Bu hal ulûhiyet davası gütmek mânâsında Allah’a şirk koşmaktır. Hatta bu bedbaht şirke dahi razı olmayıp yegâne hâkim olmak cür’etindedir.” Kristal Krallık hayali peşinde koşan Şeytanın dölleri mânâsına Yahudi şeylerini bu çerçevede değerlendirmek icab eder.

Hadîs-i kutsî: “Nefsine düşman ol! Çünkü o bana düşmanlığa kalktı.”

“Nefsin mevkî riyaset, yücelik ve tekebbür gibi isteklerine uymak, Allah’ın düşmanına kuvvet vermek ve onun kötülüğünü hoş görmektir.”

Hadis-i kudsî: “Kibriyâ ve azamet benim şânımdır. Kim bu hususlarda benimle nizaya (bana ortak olmaya) kalkarsa, onu cehennem ateşine atar, orada bırakırım.”

“Nefsin arzularına, Allah’ın buğz etmiş olduğu alçak dünya yardımcıdır. Bir şey ki düşmana yardım eder, o, lânete lâyıktır. Fakirlikle Allah Resûlü iftihar etti. Zira nefsin kötülüklerden arınması fakirlik ve âcizlikle kâbildir.”

“Peygamberlerin gönderilmesi dolayısıyla da şeriat hükümlerinden maksat, nefs-i emmarenin tahribi, nefsin hevâ ve hevesinin kırılmasıdır. Şeriatın hükümleriyle ne kadar amel edilirse, nefsin arzuları o nispette kırılır. Şeriat ölçüleri içinde yapılmayan riyazet ve mücadeleler de nefsin isteklerini artırır. Brehmen papazları ve Cûkiye sihirbazları, riyazet ve mücahedata devam ettikleri halde nefsi ıslâh yerine ona kuvvet verirler. Misal:

“Şerîatın emrettiği bir dirhemi zekât olarak vermek, kendi isteği ile bin altın sadaka vermekten ziyâde nefsi ıslâha sebeptir. Aynı şekilde, Ramazan Bayramı’nda Şeriatin hükmüyle amel edip oruç tutmamak, nefsin isteklerini def etmede yıllarca nâfile oruç tutmaktan üstündür. Hakeza, sabah namazı farzını cemaatle kılmak, bir sünnetin edasıdır. Lâkin tam bir gece sabaha kadar nafile namaz kılmaktan birkaç mertebe üstündür. Sabah namazını cemaatle kılmayan insan nefsini temizleyip de saadete eremez.”

“Nefsi temizlemek için iki yol mevcuttur. Bunlardan birincisi riyazet ve mücahede ki, bu, müritlere mahsus intisap yoludur. İkincisi ise, cezbe ve muhabbet yoludur. İkinci yoldan götürülene Murad, birinci yoldan gidene ise Mürid tabir edilir.”

Parantez: Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl, Esseyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri’nin muradıdır. İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ise, Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın muradıdır, denilebilir. Bu mevzu silsile hâlinde Allah Resûlü’ne kadar gider.

Parantez: “Seçilmiş” olmanın alamet-i farikası, kimin seçtiği ile doğrudan alakalıdır. “Allah’ın seçilmiş kulu” dendiğinde ilk akla gelmesi gereken şey, Allah’ın sevgili kullarının nazarını celbetmek ve onların muradına uygun hareket etmektir. Meselâ, Üstad Necip Fazıl, Esseyyid Abdulhakîm Hazretleri’nin muradı olarak yine Esseyyid Abdulhakîm Hazretleri tarafından seçilmiştir. Aynı şekilde, Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Üstad Necip Fazıl’ın muradı olarak yine Üstad Necip Fazıl tarafından seçilmiştir. Bu seçilmişlik köklere doğru gittiğinde Allah ve Resûlü tarafından seçilmişliğe kadar gider. 

“Bu saadete ulaşıp afakî ve enfüsî sıkıntılardan kurtulmak ancak Mürşid-i Kâmil vasıtasıyla, nefs-i emmarenin fenâ makamına ulaşmasıyla mümkündür” der İmam-ı Rabbânî (K.S.) Mektubat’ında.

Hadîs meâli: “Nefsime şiddetle karşı koymağa büyük şevkim var.” 

Demişlerdir ki, Mevlâ’ya bağlı olan her şey kavidir. Hiçbir şey kendiliğinden olmaz. Vasıtasız (Mürşidsiz, hattı zatında ruh ve fikirsiz) Mevlâ’ya bağlanmak ise noksan iştir. “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır”, sözü meşhurdur. Peki, belirli bir ruh ve fikri olmayana ne demeli? Başlangıçta İslâm davası güdüp sonraları yoldan sapıtanlara bir bakınız, orada görülecek manzara Mürşid’siz (ve dahi ruh ve fikirsiz) durumlardır.”

Cemiyet nizamının tesisi, daha doğrusu bir ihtilâl ve inkılâb sürecini nefsinde barındıran belirli bir dünya görüşü, aynı zamanda Mürşid (yol gösterici veya hidayete vesile olucu) mânâsını mündemiçtir. Bütün bir âleme nizam vermenin mücessem hâli olan Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm’ın hidayete vesile olucu keyfiyeti!

“Nefiste hayır kokusu yoktur. Eğer nefiste hayır görülse muvakkaten ona aksetmiştir. Bu akisten dolayı o kendini hayırlı ve kâmil sanır; emanete hıyanette bulunur da şerri artar.”

Yukarıdaki söz, İBDA Mimarı’nın, “aksiyonlarını bizden alıyorlar”, sözünün değişik bir şekilde ifade edilmiş hâli olsa gerektir.

“Nefs benlik ve güç veya kuvvet sebebiyle Mevlâ ile ortaklık peydâ edip düşmanlığa cür’et etmiştir.”

Nefs-i Emmare’nin hakikati yokluktan ibarettir. Yokluk ise “safi şer”dir. Şerde onun üstadı İblis veya Şeytan olduğu halde, nefsi emmare fesatta ondan birkaç derece ileri gitmiştir.”

“İblis veya Şeytan, emr-i ilâhîye karşı gelip “Ben Âdem’den hayırlıyım” demişti.

Âyet meâli: “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (Sâd Sûresi: 76)

“Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’a oyun ettikten sonra:

“Ben senden uzağım... Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım...” dedi.(Haşr Sûresi: 16)

Lâkin nefs, Rabbül âlemine karşı:

“Ben benim, sen sensin!..” demiştir.

“İblis veya Şeytan onun hocası iken, talebe durumunda kaldı. Nefsin hıyanetinden kurtulmak güçtür. Bu hastalığın tedavisine son nefese kadar gayret etmelidir.”

“Lâ İlâhe İllallah kutsî kelimesi görülen âlemde ve nefislerdeki kötü duyguları silmek içindir. Ve nefsi temizlemede son derece faydalıdır. Ehl-i tarik, nefsi temizlemek için bu kutsî kelimeyi kurtuluş yolu olarak görmüşlerdir.”

“Demişlerdir ki, nefse azgınlık geldikçe Kelime-i Tevhid’i tekrarlayıp imanı yenilemek lâzımdır.”

Hadîs meâli: “İmanınızı ‘Lâ ilâhe illallah’ kutsî kelimesiyle yenileyiniz.”

“Nefs-i emmâre isyan hâlinde oldukça bu kelimeye devam lâzımdır.”

İmam-ı Rabbanî Hazretleri, Kelime-i Tevhid kelimesinin mânâ ve ehemmiyeti hakkında, “Semâvât ve arz terâzinin bir yanına, bu kelime de diğer kefeye konsa, muhakkak bu kelime hepsinden ağır gelir...” buyurmuşlardır.

Özetlersek;
Kudsî Hadîs Meâli: “Nefsini bilen, Rabb’ini bilir.” 

Hadîs Meâli: “Cennette yüz derece var. En yücesi, Allah yolunda cihad edenlere verilmiştir. İki derece arası yerle gök arası kadardır.” (Buhârî)
Hadîs Meâli: “Kılıç, mızrak ve ok bulunmasa da, harp mahallinde bulunan kişi için altmış sene ibâdetten efdal ecir vardır. Orada göz açıp kapayıncaya kadar isyan vâkî olmaz.”

Hadîs Meâli: “Küçük harpten büyük harbe döndük.” (İbni Neccar)  

Hadis Meâli: “Nefsine düşman ol! Çünkü o, bana düşmanlıkla dikildi...”

“Nefs-i Emmâre, Kelime-i Şahadeti dille söyleyip kalple tasdik etmiş olduğu halde, yine kendi küfür ve inkârında ısrar eder. Semâvî hükümlere itimat etmez ve emr-i ilâhiye bağlanmaz. Kendi kimseye tâbî olmayıp herkesin kendisine tâbî olmasını ister. Baş olmak dâvasında, “Rabbiniz benim” iddiâsındadır.”

“Bu sebeple nefse düşmanlık ve onunla mücadele makbul ve rızâ-i ilâhîye vesiledir.”

“Şeriat hükümleri çerçevesinde nefisle cihad, Cihad-ı Ekber’dir. Çünkü dış düşmanla cihadda bazen anlaşma olur, Lâkin iç düşmanla (nefisle) cihad, son nefese kadar devam eder. Dış düşmanın öldürdüğü şehit; nefsin öldürdüğü, ebedî azaba mahkûmdur. Erhamürrâhimîn olan Allahü Teâlâ sonsuz rahmetiyle; iman edip azaptan kurtulmayı, sâde kalben tasdikle kabul etti. Nefsin iz’an ve kabulünü şart koşmadı.”

“Bazı Kâmillerin nefsi emmarelikten kurtulup olgunluğa ulaşır, ilâhî hükümlere tâbî olur ve kendisinde mücadeleye mecal kalmaz. Çünkü râzı olmuş ve kendisinden râzi olunmuştur.”

“Nefis mutmain olmazdan evvel, yalnız kalple tasdik etmek, taklid bir Müslümanlıktır. O halde, kılınan namaz, zekât, oruç, hac, cihad ve diğer ameller de sûri, yâni görünüşten ibarettir. Namaz kılarsa, namazın sûreti, oruç tutarsa, orucun sûretidir. Çünkü Nefs-i Emmâre, azgınlık ve inkâr hâlindedir. Nefis isyandan itâate dönerse, o zaman amellerin hakikati hâsıl olur. Cennet nimetleri ve dereceleri de bu sûretle artar. Hakk’a yakın olanların cenneti, cahil halkınkine nisbetle damla yanında deniz gibidir, Cemâl-i ilâhî ile müşerref olanların dereceleri de diğerleriyle kıyas götürmez.”

“Bu suret ve hakikatin hepsi, şeriat ve sünnetin sureti olup Peygamberimizin nurlarından alınmıştır. Biri şeriatın sureti, biri de hakikatidir. Onun ötesinde hiç bir kemâl yoktur. “Mârifet, idrâkin genişlemesidir” demişlerdir. İnsanın kemâli, ona bağlıdır. Onun kemâli de, nefsin Hakk’ı kabulüne bağlıdır. (2)
 
Dipnotlar
http://www.incemeseleler.com/ince-risaleler/1513-28-risale-nefis.html
http://www.incemeseleler.com/ince-risaleler/1513-28-risale-nefis.html

Baran Dergisi 540. Sayı