Gündem “birilerince ısrarla dayatılan” şey değildir. Bu başa alınması gereken bir hakikat… Çünkü değişen gündemlere şahitlik eden insanlar mevcut “gündelik” gündemin peşine düştüklerinde kendileri ile beraber fikirleri de eriyip gitmektedir. Bizim gündemimiz ise değişmez; Büyük Doğu-İbda… Ve biran önce bu “Tatbik Fikir”in mücessem hale gelmesi, devletleşmesi… Bütün derdimiz ve hesaplarımız bunun üzerine kurulu. Yalancı rüzgârlardan, sun'i gündemlerden, sahte kahramanlardan, ahmak soydan insanlardan uzak kaçıp, inancımız ve ideolojimiz doğrultusunda gündemler oluşturmak, kendi gündemimizi hayatın tüm sahasına taşıyıp tartışılabilir hale getirmek lazım. En kestirmeden ifadeyle şu: Yepyeni bir ruh ve inkılâb heyecanıyla donanımlı, ideolojik eğitimden geçmiş, kendini sürekli yenileyen, her daim yeni bir hamle ve aksiyon peşinde olarak “ve benim olmadığım yerde kimse yoktur” şuuruyla hareket ederek“kendimizden başlayarak insanımızın düşüncesinin genel fikir çerçevesine kendi dünya görüşümüzü”(Kültür Dâvamız,36, SM) yerleştirmek tek gündemimizdir.
GONGU ÇAL, FİKİR MUSLUKLARINI AÇ
İslâm ihtilal ve inkılâb sanatçısı Salih Mirzabeyoğlu'nun “Kültür”ü tanımlarken kullandığı ifade bu manada yapılması gerekenin ne olduğunu ihtar ettiği gibi aynı zamanda irfan dünyamızda –ufuk açıcı- olması gerekeni de idealleştirir. “Kültür, birçok şey ezberlemek değil, birçok şey öğrenip de onları unuttuktan sonra insanda kalan bilgi hassasıdır!” (S.M Kültür Dâvamız, 178)
Öğrenilenin ve kalanın bir terazisi olmayacağına göre en büyük ölçü; “iman olsa tezahürü olur” hikmetinden payla kişinin kendi kendisiyle, kişinin başkasıyla ve Allaha karşı muhasebe yapmaya girmesidir.
“Dünya ahiretin tarlası” ve aynı dünya “Müslümanca yaşamaya memur insanların inşa ve ibda etmeye mecbur oldukları” yer. Günümüzde küfrün tüm şubeleri Müslümanların elinden bu memuriyeti aldığından dolayıdır ki, dünyada en küçük canlı varlıktan en büyüğü insana, topraktan atmosfere, rüzgardan okyanuslara kadar her yer “küfrün inşasına” terk edilmiştir. Dünyayı terk derken kastedilen “dünyayı küfre terk” değil, dünyayı Allah’ın emirleri doğrultusunda ihya ve imar ettikten sonra ona hiçbir ehemmiyet vermemek iken, yaşadığımız hayat bunun tam tersini göstermektedir. Tükettiğimiz kültüre bakın, idealize ettiğimiz fikre bakın ve ahiret davası çerçevesinde gideceğimiz yere göre hazırladığımız azığa bakın. Bin bir türlü fecaat, binbir türlü karışıklık.  Oysa –tıpkı Resul’un yaptığı gibi- Müslümanın memur ve mecbur olduğu şey dünyayı küfür ve şirk şubelerinin elinden alıp hakiki merkezine oturtmak ve dünyayı insanca-Müslümanca yaşanabilecek yer haline getirmektir.
Bu manada tek bir harf tanesi kalmamacasına “ilim ve irfan” sofralarından fikir devşirmek, bunu yaşam tarzı haline getirip şube şube yaymak, mücerred fikir istidadını artırıcı faaliyet alanlarını açmak ve iştirak etmek, bu manada ruh, akıl, kulak ve dil alışkanlığı kazanmak için her daim bu sofralarda bulunmak elzem ve gerekli. Sonrası en kolayı; gongu çal, fikir musluklarını aç. Musluktan akacak fikir yoksa akıtılanı kana kana içecek susamış kitle yoksa, içtiğini şahsında bünyeleştirecek kimse yoksa, işte asıl sıkıntı burada. Ezberden deyişle; Büyük Doğu-İbda fikir pınarı yerli yerinde; ona dudaklarını uzatacak ve kana kana içecek susamış cins kafalar nerede?
DÜŞMANINI AZALTMAYA DOSTLARINI ARTIRMAYA BAK
Bir başka deyişle; ayrıştıran değil birleştiren ol.
Hz. Ali’nin bir müşrikle çarpışırken, o müşriğin Hz. Ali’nin yüzüne tükürmesi ile kılıcını indirmesi ve çarpışmayı durdurması karşısında müşriğin şok geçirir gibi dönüp Hz. Ali’ye “beni altedip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin? Seni ne alıkoydu?” sorması ve akabinde içinde o müşriğinde olduğu ve kimbilir kaç milyon kişinin Müslüman olmasına-müslüman kalmasına vesile olan o ulvi-hikemi sözü söylemesi “Ben seninle Allah yolunda ve sırf Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni öldürecektim. Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, sana kızdım. Eğer o an öldürseydim, sana olan kızgınlığımdan dolayı bunu yapmış olacaktım. Yani seni Allah rızası için değil de kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. İşte bu düşünceyle seni serbest bıraktım.”
Heyhat! O ulvi ahlak nerede, biz nerede? Davanın zafere ulaşamamasındaki en büyük sıkıntımız bu değil mi? Nefsin kör heva ve heveslerine, iğrenç kin, haset ve kıskançlıklarına, sonu gelmez inat ve büyüklenmelere kadar hepsi, Hz. Ali’nin “bir kılıç hamlesi kadar ölüme yakın” durmasına sebebiyet veren o keskin nefs muhasebesinden ilhamla ters yüz edilemez mi?
İslâm ihtilal ve inkılâbına inanmış dava adamlarının duvarlarında tablolaştırılıp asılması gereken bu ifade, hikmetleri ile birlikte iyi tefekkür edilmeli ve oluşumuzun anahtarı ile olamayışımızın sebepleri Hz. Ali’nin bu sözlerinde aranmalı.
Eba Müslim El Horasani, Büyük Mutasavvıf, âlim ve aynı zamanda bir savaşçı. Bir sözü çok mühim. O söz; “Onlar zararlarından emin oldukları için; dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de; düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”
“Kendi nefs aynanda âlemi seyretmek” nedir, nasıldır? Düşün tefekkür et. Harekete geç. Tohumsan olmadan çatlama, Meyve isen güneş görmeden belirme, asker isen kılıç kuşanmadan savaşma, ilim erbabı isen “hikmet sahibine görünmeden” “âlim” diye ortaya çıkma.
GÜNDEM OLUŞTURAN EYLEM BİÇİMLERİ
Elbette eylemdeki tek gaye gündem değil. Hatta belki de en son arzulanan ya da beklenen şeydir. Bu başlıktaki niyetimiz savunulan ve idealize edilen dünya görüşünün kitlelerin ruh dünyasına sızması sağlamak ve bir yaşam tarzı olarak pratikte tatbik edilebileceğini görmek ve göstermektir. Gündem bir manada medya demek, medyada yer almak demektir. İslâm edeb ve ahlak ölçüleri çerçevesinde eylemin her çeşidi makbul ve meşrudur. Hz. Ömer’in kırkıncı Müslüman oluşu vesilesiyle onlarca Müslümanın kolkola girerek Kabe’ye kadar tekbirlerle- kelime i tevhidlerle yürüyüşü, Allah’ın Resulü’ne hakaret edenlere yine O Resul’ün izniyle sahabenin suikast tertip edişleri, Mekkeli Müslümanların mallarını yağmalayan ve bunu dönemin “kapitalizm mantığı” ile kervanlarla dışarıya pazarlamaya götürenlere baskınlar düzenlenmesi, Mekkeli müşriklerin ekonomilerini zayıflatıcı akınlar-seriyyeler yapılması, çeşitli merkezlere mektuplar yazılması, Kâbeye hacca gelen kitlelere konuşmalar (günümüz deyişiyle konferanslar) tertip edilmesi, çeşitli putların kırılıp aşağılanması, Beni Kureyza Yahudileriyle “başörtüsü” sebebi ile savaşa tutuşulması vs. İslâm tarihinde “şuurlara alternatif eylem biçimleri” olarak yer etmiştir.
Bu mana çerçevesinde güncelliğini hiç kaybetmeyen malum “GAYE-FİKİR” ile fikrini geliştirmeye kalkışan insan, hem mevcut gündemi yorumlamış hem de fildişi kuleler hesabı zirvelere doğru yol almaya başlamış olur. Hatta öyle bir noktaya varılır ki; “gündem” ortaya konan fikrin-eylemin peşine takılır. Ve her eylemin kitleler üzerindeki  tesiri ancak bağlı olunan fikrin kana kana içirtilmesiyle gerçekleşir. Biraz önce dediğimiz şey burada geçerli; gongu çal, fikir musluklarını aç. Eylemi “gong” olarak tahayyül edin, peki sonrası? Bir şey vermeyeceksen eylemi niçin yaptın, yani gongu niçin çaldın? Eylem şart!.. Eylemsiz hiçbir şey olmaz. Ancak eylem “gong” hüviyetinde bir ses çıkarma iken, fikir, bu sese kulak kabartan, fikre yüzünü dönen insanlara hayat veren ruhu üfler. Bu kadar mühim.
Zamana, mekâna ve gerçekleşen hadiselerin durumuna göre her çeşit hassaya sahip olmak lazım. Bünyeleştirilmesi gereken hakikat olarak “gerekeni gerektiği yerde yapabilme şuuruna” erişerek “fikirse fikir kavgaysa kavga” yapabilme iş ve fikir faaliyetine girmek lazım.
YA OL YA ÖL!..
Yazımızı İrfan Sultanının –emir telakki ettiğimiz- bir ifadesi ile tamamlayalım;
“Anadolu insanının iptal edilmiş hislerini iade etmek… Buna memuruz, buna mecburuz!..
Anadolu insanın mefluç ruhuna ve maddesine hayat nefhası üflemek… Buna memuruz, buna mecburuz!..
Tepetaklak devlet ehramını yerine oturtmak… Buna memuruz, buna mecburuz!..
Anadolu insanın muhtaç olduğu ahlâkı bir şahmerdan baskısıyla dışarıdan içeriye doğru mühürlemek… Buna memuruz, buna mecburuz!..(S.M, İbda Diyalektiği, 228) 

Baran Dergisi 350. Sayı