ABD ile İran arasında nükleer müzakereler çerçevesinde ambargonun kaldırılması ve karşılıklı mahkûm değişimini nasıl değerlendirmeliyiz?
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ABD güç kaybetmeye başladı. Bu güç kaybı hâlâ da devam ediyor. Bu çerçevede tutarlı bir politika da geliştiremiyorlar. Stratejik değerlendirmemizin merkezinde bunun olması gerektiğini düşünüyorum. ABD, basiretsiz, ürkek ve sadece faydasını palyatif çözümlerle korumaya yönelik bir dış politika izlemektedir. Bu politika İran’ı sadece kendi bölgesinde değil, tüm Ortadoğu’da ve Afrika’da güçlendirmiştir. İran’ın Şii mezhebi merkezli yayılmacılığının önünü açmıştır ve İran’ı bir aktör konumuna getirmiştir. Öyle ki İran’ın mezhep merkezli bu politikası bölgede bahsi geçen nükleer silahlardan daha tehlikeli bir silah hâline gelmiştir. 2003 yılında Saddam Hüseyin’in elindeki silahları ortadan kaldırmak bahanesiyle tankla, topla, tüfekle Irak’a girdiler. Bu sefer de İran’ı nükleer plânda alıkoymak çerçevesinde müzakereler yapıldı. Bu dönemde İran’ın nüfuz sahası Ortadoğu’da ve Afrika’da genişledi. Sadece devletler üzerinde değil, o devletlerin içindeki örgütlere sahip bir konuma geldi. Bu sebeple İran’ın nükleer silahlara sahip olmasının ehemmiyeti kalmadı, çünkü nükleer silahın sağlayamayacağı bir nüfuza erişti. Geçmişte nasıl ki Komünizm tehlikeli bir silahtı, bugün İran’ın mezhep politikası da tehlikeli bir silahtır.
ABD ile İran arasında bir sürtüşme varmış gibi bir algı oluşturulmasına rağmen Irak Savaşı’nın akabinde ABD, Irak’ta İran’ın rahatça yönlendirebildiği bir yönetim bıraktı.
O günden bugüne ABD, Ortadoğu’da İran’ın lehine olacak şeyler yaptı. Bunları yaparken de karşılıklı şeytanlaştırma yaparak dünyayı uyuttular. İran, ABD’yi şeytan ilân etti; ABD de İran’ı… Bunun en basit örneği İran’ın İsrail’e karşı söz dışında hiçbir eyleminin olmamasıdır. Zaten İran’ın tarih boyunca Batı’ya karşı böyle bir eylemi de olmamıştır. Buna rağmen dünyada İsrail düşmanı bir devlet olarak algılanmaktadır. Fakat nükleer müzakereler çerçevesinde ambargonun kaldırılması vesilesiyle açığa çıkan İran-ABD yakınlaşması ve ABD’nin her fırsatta İran’ın önünü açması, uzun vadede ne ABD’nin ne İran’ın çıkarına olacaktır. Şiilik merkezli bu politika bumerang hesabı dönüp dolaşıp onları vuracaktır. Bu politika sadece acı, ölüm ve yıkım getirecektir. Bu da dünyada egemen olmak isteyen bilim ve teknoloji sermayesini fazlasıyla rahatsız edecektir. Bu sermaye insanların refah içerisinde yaşamasından ve savaşların olmamasından fayda sağladığı için buna müsaade etmeyecektir.
İran’ın ekonomik sisteme entegre edilmesiyle birlikte zaten müthiş bir değer kaybı yaşayan petrol fiyatlarında daha da düşüş bekleniyor. Petrol fiyatlarının düşmesi Rus ekonomisini daha da zorlayacak gibi... Öte yandan İran, Suriye’de Rusya ile iş tutuyor. Böyle de bir denklem mevcut… Rusya-ABD-İran üçgeninde bu meseleyi nasıl değerlendirmeliyiz?
Rusya’nın müdahale etmesinin temel nedeni zaten çektiği ekonomik sıkıntılar. Öte yandan Rusya bu olacakları daha önceden gördü. Rusya aslında ne Suriyeliler, ne de İranlılara destek olma sebebiyle orada; Rusya temelde kendi varlığını korumak için orada ve Rusya, Suriye’de bir varlık mücadelesi veriyor. Kendisini kurtarmak için bunu yapmaya ihtiyacı vardı. Bunu Rusya’nın İsrail ile olan somut ilişkilerinden de anlayabiliyoruz. Rusya’nın yaşayacağı yıkımı önceden sezmesi de yine mazlumlara zarar verdi. Mazlum halkların kaderi de budur. Devlet ve siyasetçiler ne zaman güç kazanmak istese, bunu mazlumları ezerek yapıyorlar. Yani Müslüman kanı üzerinden dünya dengelerini değiştirecek çok büyük hesaplar tarih boyunca yapılmıştı; hâlâ da yapılıyor.
Bu anlaşmadan sonra bölgede nasıl bir süreç gelişir?
Bu anlaşma çerçevesinde planlanan şeyler çok sürdürülebilir şeyler değildir. Dünyadaki sermaye gelişimine baktığımızda, egemen olan güçler işlerin bu şekilde yürütülmesine ve bu kirli ittifakın ortaya koyduğu planları gerçekleştirmelerine izin vermez. Bugün hayattaki her şey ekonomi üzerinden şekilleniyor. Dünyada gücü elinde bulunduran sermaye odakları değişiyor, artık savaşlar ve gerginlikler petrol fiyatlarını artıramıyor.
Güneydoğu’da yaşanan hâdiseler çerçevesinde Kürt meselesi nasıl bir mecraya doğru yol alıyor?
Kürt meselesinin artık şiddetle çözülebilir hiçbir yanının kalmadığı ortaya çıkmıştır. PKK, bugüne kadar askerî ve siyasî olarak devlete karşı birçok başarı elde etmişti. Bu başarının arka planında devletin Kürt meselesini yanlış tanımlaması ve yanlış politikalar uygulaması yatıyordu. Böylece yanlış araçlar ve yöntemler kullanıyordu. Bu durum neticesinde ise PKK, kayıp gibi görünen şeyleri bile kazanca dönüştürebiliyordu. Gelinen noktada bugüne kadar hiç olmayan bir şey yaşanıyor. Her açıdan kaybeden bir PKK ile karşı karşıyayız. Her geçen gün daha çok geriliyor ve kaybediyor. Bu da mücadeleye devam edemeyeceklerini anlamalarını sağlıyor. Şu çok konuşulan ucube bildirinin yayınlanma sebebi de PKK’nın kaybetmesidir. Bu bildirilerin tek bir amacı vardır, o da dünyaya “bu mevcut iktidarı indirmiyorsunuz, bu iktidar da Kürtlere bu kadar zulüm ediyor, neden buna karşı çıkmıyorsunuz” demekti. Hâsılı adı “barış” olmasına rağmen savaşa çağıran bir bildiriydi. Bu da yenilginin diğer bir ifadesidir. Dünyanın en aptal insanları bile böyle bir bildiriyi kaleme almazdı.
Teşekkür ediyoruz.
Ben de teşekkür ederim.

Baran Dergisi 471. Sayı