Selâm ile...

Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti ilk iktidara geldiği 2002 yılından 2009 “one minute” hadisesine kadar Batıcı bir politika güttü. Davos’ta yaşanan hadisenin ardından Türkiye ile İsrail arasında yaşanan gerilim “Mavi Marmara” hadisesi ile had safhaya ulaştı. Bu süreçte Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşarak daha millî bir politika izlemeye başladığını gördük. Batı ile köprüler atılırken içeride de Batı işbirlikçisi unsurların temizlenmesi sürecine girildi. Ak Parti döneminde devletin her kadrosunda kilit noktalara yerleşen Gülen cemaati mensupları, hükümet ile cemaat arasında zuhur eden restleşme neticesinde bir bir temizlenmeye başladı. Neticede Gülen cemaati terör örgütü listesine alındı. Batıcı unsurların temizlenmesi yönünde adımlar atılması ve Türkiye’nin millîleşme sürecine girmesinin ardından rejim de tartışılmaya ve konuşulmaya başlandı.

7 Haziran seçimlerinin arefesindeyiz. Başkanlık sistemi tartışmaları etrafında rejim değişikliğinin konuşulduğu 7 Haziran seçimlerinden önce konuşulan tek şey Ak Parti’nin anayasayı değiştirecek ve başkanlık sistemini getirecek bir çoğunluğa erişip erişemeyeceği... Aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın milletin oyları ile cumhurbaşkanı olmasının ardından başkanlık sistemi fiili olarak yürürlüğe girse de hâlâ adı konulmadı.

Dünya düzeninin tartışıldığı demlerde Müslümanların bir uyanış sürecine girmesi ve Türkiye’de de İslâmcı gelenekten gelen ve belli bir süre Batıcı politikalar izledikten sonra özüne dönmeye çabalayan bir yönetimin iktidarda olması dünya düzeni açısından bir tehdit unsuru olarak algılanmakta. Çünkü Batı medeniyeti ile millî unsurların çarpıştığı, yani hayat tarzları alanında bir çatışmanın yaşandığı demlerdeyiz. Bu da beraberinde rejimin sorgulanması ve değişmesi gerektiğinin dillendirilmesini getirdi.

Bunlar yaşanırken, elbette müesses nizamın koruyucu unsurları olan Batı ve yerli işbirlikçilerinin birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Bugün CHP, MHP, HDP gibi siyasî partilerin yanı sıra sermaye, medya ve taşeron cemaat birlik olup Ak Parti’ye karşı safları sıklaştırdı; yani tüm Batıcılar bir safa dizildi. Türkiye’de daha önce böyle bir koalisyonun oluştuğu, birbirine benzemeyen bu hiziplerin bir araya geldiği görülmüş bir durum değil.

Bu kutuplaşma Türkiye’de yaşanan hayat tarzı kavgasının aynadaki aksidir. Elbette bu kavgada Müslümanların durması gereken saf bellidir. Kapağımızı bu çerçevede şekillendirerek “Kusulan Nefret ve Kinin Hedefi Erdoğan’ın Şahsında İslâm’dır” diyoruz ve nerede durulması gerektiğini işaretliyoruz. Kapağımıza taşıdığımız bu mevzuyu “Genel Seçim Değerlendirmesi” başlıklı yazısıyla Fatih Turplu kaleme aldı. Yine kapak mevzumuzla alâkalı Kâzım Albay’ın “İslâmcı-Batıcı Çatışması ve 7 Haziran Seçimleri” başlıklı yazısını önemine binâen Baran Dergisi’nin 437. sayısından iktibas ediyoruz.

Ömer Emre Akcebe, “Başyücelik Devleti İktisat Vekâleti”ni işlemeye “-Ziraat Müsteşarlığı- İmkânlar, Başlıca Meseleler ve Kalkınma Politikası” alt başlığı ile devam ediyor.

Faruk Hanedar, Mısır’da Mursi’ye idam kararı verilmesi vesilesiyle Ortadoğu’da yaşananlara dâir bir yazı kaleme aldı. Yazısının başlığı “Kansız Devrim Mümkün Mü?”

Sezâi Dilbilen’in bu ayki yazısının başlığı “İdeolojik Dolandırıcılık; Demokrasi”...

M. Taha İnci, bu ay kültür meselesini “Kültür ve Niçin Kültür?” başlıklı yazısında işliyor.

18 Haziran tarihi itibariyle Ramazan’a giriyoruz. Gaza ve cihad ayı Ramazan’ın İslâm âleminin kurtuluşuna vesile olmasını dileriz.

Gelecek sayımızda görüşmek üzere...

Allah’a emanet olun.