Devlet-i Aliyye, millet mefhumuna, iman merkezinde bir araya gelen insanlar şeklinde bakıyor ve dolayısıyla kendi sınırları içinde yaşayan milletleri de bu anlayışa göre kategorize ediyordu. Bugünlerde her ne kadar 36 etnik unsurdan bahsediliyor olsa da, Anadolu’dan başlayarak Devlet-i Aliyye’nin bakiyesinde kalan topraklarda, iman merkezi olarak hâkim olan İslâm’ı, doğru yolun sapık kollarını, mezhepleriyle beraber Hristiyanlığı ve Yahudileri ele alabiliriz.

Büyük Fransız İhtilali’nin neticesinde Avrupa’da doğan fikirlerden biri de ırka dayalı milliyetçilik, ulusçuluk fikridir. Bu fikir Avrupa’yı kendi içinde bölüp parçalayıp iki büyük dünya savaşının vesilesi olurken, Osmanlı Devleti gibi birçok ırkın, millet anlayışındaki nüans farkı dolayısıyla ahenk içinde yaşadığı, üç kıtada hüküm süren bir devletin de Batılılar tarafından parçalanmasının vesilesi olmuştur.

Kabaca bir muhasebe yapacak olursak diyebiliriz ki; Devlet-i Aliyye, kendi millet anlayışını, geçen seneler içinde yenileyememiş ve ne yazık ki son derece barbar bir zihniyetten doğan ve ırka nisbetle şekillenen milliyetçilik fikri, Osmanlı’nın dağılmasının vesilelerinden biri olmuştur. Yalnız dikkat edelim, milliyetçilik fikri Devlet-i Aliyye’nin dağılmasında aslî değil talî unsurdur. Aslî olan, Devlet-i Aliyye’nin, kendisinde hâkim olan fikirleri, zamanın değişen şartlarının muhasebesini yaparak, onlara tatbik edememesidir.

Hasılı kelâm Batılılar, Osmanlı’daki zafiyeti keşfetmiş ve bu yarayı kaşımak suretiyle Devlet-i Aliyye’nin üç kıtada hüküm sürdüğü sınırları içinde yaşayan milletlerin bir bir ayaklanarak dağılmasını sağlamışlardır.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ortaya çıkan Sırp, Yunan, Boşnak, Arnavut, Dürzî, Dersim ve son olarak Ermeni ayaklanmaları hep aynı yaranın kaşınması dolayısıyla cereyan etmiş, Devlet-i Aliyye’nin millet fikrini yenilerek tatbik edememesinden kaynaklanmıştır.

Devlet-i Aliyye’nin yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti ise, millet fikrini yenilemek yerine ulus-devlet modelini, ırka dayalı milliyetçiliği seçmiş ve Anadolu sınırları içinde yaşayan farklı ırklardan müteşekkil ahaliyi, Türk ırkı başlığı altında toplayarak sorunu çözebileceğini zannetmiştir. Geçen seneler göstermiştir ki, Anadolu’nun millet mefhumuna bakışındaki milliyetçilik-ulusçuluk varolan meseleyi çözememiş, bilakis derinleştirmiştir. Bugüne kadar içe yönelik olarak düzenlenmiş olan ordu, meseleyi cebrî bir şekilde bastırarak perdelese de, nihayetinde çözüme kavuşturulamamış olan sıkıntı, bugün aynen Ermeni Meselesinde olduğu gibi yüzünü değiştirerek Kürt Meselesi olarak yeniden gündeme gelmekte ve hakiki bir
çözüm beklemektedir.

***

Dergimiz yazarlarından Fatih Turplu, daha önceki sayılarımızda üç bölümü yayınlanmış Ermeni Meselesi bahsini bu sayıda geniş bir dosya hâlinde Aylık Dergisi adına ele alıyor ve tamamlıyor. Bütününe bakıldığında, Ermeni Meselesinin çıkış noktasından bugüne kadar uzanan seyrinin esasında sadece Ermeni Meselesinin değil bugünkü Kürt Meselesi mevzuunun da ne olduğunun açıkça hissedildiği bu çalışmayı alâkanıza sunuyoruz. “Osmanlı Devleti’nde Ermeniler ve Günümüze Kadar Ermeni Meselesi” başlıklı çalışmanın içerisinde daha önce Ermeni Meselesiyle alâkalı yayımlanan diğer üç yazının da bir özetini bulacaksınız. Bu dosyayı dergimizin kapağına da taşıdık ve “Osmanlı’dan Bugüne Ermeni Meselesi” manşetini kullandık.

Bu sayımızda “Sinemanın Hakikati” ve “Hakikatin Sineması” kitaplarının yazarı Enver Gülşen ile sinema üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Gülşen, “sinema hakikatin peşinde olanlarla karşısında olanların savaş meydanıdır” diyor.

Ömer Emre Akcebe, “Başyücelik Devleti-İktisat Vekâleti-Sanayi Müsteşarlığı”nı işlemeye “Sermaye” alt başlığı ile devam ediyor. Yazısında sanayileşme hamlesi için gerekli olan önemli şartlardan finansman meselesinin çözümüne dâir teklifler getiriyor.

Faruk Hanedar, “Düşünce Kuruluşları ve Stratejik Araştırmaların Ehemmiyeti” başlıklı yazısında, bir ülkenin dış politikadaki etkinliğiyle doğru orantılı olarak gelişen “think-tank”lere değiniyor. 

Aylık Dergisi’nin 133. (Ekim 2015) sayısının muhtevası böyle...

Gelecek sayımızda görüşmek üzere...

Allah’a emanet olun...