Selâm ve Duâ İle…
Bir yeni sayımız ile daha sizlerle birlikteyiz…
Bu hafta Nakşibendî Yolunun Şehidlerinden Şeyh Said’in şehadet yıldönümü, rahmet ve gıbta ile anıyoruz… 
İnsanımızın ve inancımızın kavgasını yürüttüğümüz bu topraklarda, son 100 yıldır rahat yüzü görmedi-görmüyor Müslümanlar; rahatı rahatsızlıkta (davasının çilesini sırtlanabilmekte) gören ve en büyük rahatı da bu bilen bir mizacın yolu üzerindeyiz bunu da ekleyelim… Memleketimiz toprağında şehid kanı değmemiş nokta az olmasına mukabil, yine maalesef aynı topraklar “izm” lerin çöplüğü gibi yağmalandı, harabeye çevrildi. Tanzimat döneminde Batı Taklitçiliği olarak başlayarak Cumhuriyetle birlikte Laisizm’in altı okunun altısı birden Müslümanlar aleyhine işlemeye başladı. Faşizm’in emrindeki laisizm ve bu zehirli oklar, bu memlekette İslâma dâir ne varsa maddeten ve mânâda düşman belledi, kalbine, ciğerine kadar saldırdı. “Taş üstünde taş” misâli gibi baş üstünde baş komadı ve laisizmanın eliyle ve emri ile, “idrakleri iğdiş” etti, yuvaları soğuk taştan evlere çevirdi.
Avrupa da Faşizm bir heyûla gibi kol gezerken, bizdekiler de boş durmamış ve “Allah’tan ve ahlaktan bahsetmek yasaktır!” emrini matbuata diretecek kadar kara bir küfür düzenine doğru kıvrılmıştır. Avrupa’da, Faşizm’in hemen yanı başında esen Komünizm rüzgârı, aksi sedâsını- sanki ilâhi bir oyun gibi- Avrupa’da bulması için bin bir şart hazır iken 1917 Rus ihtilâli ile buldu… Ve bize de, Küfrün kol gezdiği en amansız devrinde, insanların “Allah” demeye çekindiği bir ortamda ve harf devrimi ile cahil bırakılmış milletin bağrında bir anda kurtuluş gibi gözüküverdi. Kemalizm’in Faşizme evrildiği, laisizm’in Demokles’in Kılıcı gibi memleketin başına asıldığı ve taklitçiliğin her yönü ile hayat şeklini aldığı bir devirde, üstüne üstlük gelir dağılımı uçurumunun derinleştiği ve günümüze kadar değişmeyeceği bir ortamda Komünizm ve Sosyalizm’in yer bulmaması için hiçbir sebeb yoktu. Böyle olunca da, Komünizm’in İslâmî eğitim ile alakası olmayan nesillere intibâkı pek bir kolay oldu; zaten, -samimileri hep müstesna- memleketimize dışarıdan ihraç edilen her fikrin kendisi değil de, sloganlara sığdırılmış ve bir cep kitabı muhtevasını aşmayan cüsseleri oldu. Böyle olunca da gençliğin heyecanları arasında hayat kuvveti buluveren bâtıl sistematik düzen istekleri içeride ve dışarıda insanların gözüne bir şeyler vehmettiriverdi; oysa bu durumu tek bakışta çözüveren Üstad Necip Fazıl “uyuz illeti gibi el sıkıştıkça geçen” diyerek bütün numarasını bir çırpıda izâh edivermiştir.
Büyük Doğu Davası İBDA ile 80’den sonra yürümeye devam ederken, darbe dönemi sonrasındaki “muhafazakâr” çoğunluğun sesi Özal ile yankı buldu; Üstad’tan aldığı güç ile hareket eden Özal’da direnememiş ve statükonun, demokrasi hastalığının ellerinde oyuncak olarak emanetin “e” sine bile değinemeden, hiçbir şey başaramadan Türkiye’yi “serbest piyasa ekonomisi” adı altında açık hava kerhanesine çevirmenin iktidarını yaşatmıştır. Bu sefer ki “izm” ise “liberalizm”dir… Bu arada İBDA, düzenin bütün saldırısı altında cezaevlerinde ve bütün yurtta kavgasını vermeye devam etmektedir.
Liberalizmin esintisi altında “izm”lerin çöplüğüne dönüşen ve kapitalizm’in demir yumruğu altında ne yapacağını bilemeyen iktidar ve halkımızın hazin hâli…
Bugün ise, sağcısından solcusuna, “İslamcı”sından bilmem nesine kadar her kesimin düştüğü hastalık ise  sekülerizm’dir…
Her şubesi ile, insanlığın bugün geldiği noktada zamanın ruhu İslâm dedik ve bu haftaki kapağımızı buna göre şekillendirdik.
  Bu haftaki kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, manşete taşıdığımız “Zamanın Ruhu İslâm Diyor!” yazısıyla ele aldı.
Sezâi Dilbilen, “Fikirse Fikir, Kavgaysa Kavga” başlıklı yazısında, “Samimiyet ve irade ile söylendiğinde bu söz muhatabına çok büyük sorumluluklar yükler. Malum olduğu üzere İBDA Diyalektiği kendi zıddını dışarıda bırakırken aynı zamanda ezber soydan oluşa ve kendini yenileyemeyen “donma ve kokuşma” sürecine girmiş “şahsa ve fikre” de izin vermez. İBDA Diyalektiği muhatabından sürekli kendini yenileyerek ilerleten, geliştiren “Fikir ve Aksiyon” hâli ister. Dolayısıyla “Fikirse Fikir, Kavgaysa Kavga” ifadesini benimsemiş ve bünyeleştirmiş herkes gereğini; Küfre karşı Müslümanları galip kılacak fikir ve aksiyon haline bürünmeyi hemen şimdi yapmalıdır. Bu yolda tek eksik pirinç tanesi bile mühimdir” diyor.
Yazarımız Şükrü Sak, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Millî Gazete’de de bir bölümü yayınlanan söyleşinin tamamını bu hafta dergimizde bulabileceksiniz. Büyük bir alaka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.
Bildiğiniz üzere 29 Haziran 1925’te Şeyh Said El Nakşibendî, Kemalist rejim tarafından şehid edilmişti. Şehadetinin sene-i devriyesi vesilesiyle Sezâi Kırlangıç’ın kaleme aldığı “Bir Şeriat Aşığı; Şeyh Said El Nakşibendî” başlıklı yazıyı sizlerle paylaşıyoruz. Arka kapağımızda da bu mevzu ile alakalı poster çalışmamızı bulabileceksiniz.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun her hafta Baran Dergisi’nde tefrika edilen eseri “Ölüm Odası B-Yedi” bu hafta da 162. bölümü ve “Cefamda Safam” altbaşlığı ile devam ediyor.
Ortaasya temsilcimiz Abdibaki Dilmurat Yvasev, Kırgızistan parlamentosunda röportajlarına başladı ve ilk röportajını muhalif “Ata Yurd Partisi” milletvekillerinden Kockorov Ulubek Bey ile gerçekleştirdi.
M. Taha İnci’in, “Peygamberin (S.a.v.) Havarisi; Zübeyr Bin Avam”ı anlattığı yazıyı da dergimizde bulabileceksiniz.
Metin Acıpayam’ın “Harf Devrimi Üzerine Aydınlar Konuşuyor” başlıklı yazı dizisi “Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu”  altbaşlığı ile devam ediyor.