Selâm ve Duâ ile,

Zamanın izafîliği midir yoksa gelişen irtibat ve intikâl vasıtalarından mıdır bilinmez dünya sanki eskisinden daha hızlı dönüyor ve gelişen hadiseleri tek tek yakalamak mümkün olmuyor. Uzun zamandır bir gündem değerlendirmesi yapmamıştık, bu sayımızın "önsöz"ünde kısaca bir gündemi de değerlendirelim istedik.

Mısır ile başlayalım… Arab Baharı sırasında Mısırlıların Hüsnü Mübarek'i devirmesi, yerine Muhammed Mursî'nin seçilmesi ve akabinde de yapılan askerî darbeyle Muhammed Mursî'nin tutuklanması ve darbenin karşısında duranlardan 529 Müslüman'ın idam cezasına çarptırılmaları. 

Aslında Türkiye'den bakacak olursak, biz bu tip mahkemeleri İstiklâl Mahkemelerin'nden başlayarak 28 Şubat sürecine ve oradan bugün kesilen cezalara kadar yakînen biliyoruz. Sisi'nin durumu, arkasında yer alan güçler ve Mısır'daki Müslümanlara muamelesine akarak zaten onun için söylenecek pek fazla söz bulamıyoruz. Firavun, firavunluğunun gereğini yerine getiriyor. 

İhvan hareketine dönecek olursak, yapılan ihtilâl ve sonrasında yaşananlarda, biz Müslümanlar için büyük dersler vardır. 60 seneyi aşkın süredir birçok Arab ülkesinde faaliyet gösteren İhvan Hareketi, halk ihtilâlinden sonra iktidara geldiğinde, ne devlet kademelerinde görev alacak yetişmiş kadrosu vardır ne de ülkeye nizâm getirecek sistemli bir dünya görüşü. Üstad Necib Fazıl'ın yıllar evvel bir konferansında söylediği "doldur ve kapat" Türkiye'de olduğu gibi Mısır'da da pek anlaşılamamış maalesef. Branşlaşmak, o branş üzerinde ihtisas yapmak ve zamanı geldiğinde üzerine düşen görevin vazifenin altından lâyıkıyla kalkabilmek. Türkiye'de bugün iktidarda olan parti de aslında bu sıkıntıdan muzdarib, yetişmiş kadrosu olmadığı için farklı farklı anlayışlardan bürokrasi sentezi yaparak ayakta kalmaya çalışıyor. 

Nihayetinde bunlar ders, ibret almak için ve tabiî ki 529 Müslüman'ın idam sehpasına gidişini meşrulaştırmıyor. Sisi'ye de temsil ettiği zihniyetin İslâm âleminin dört bir tarafındaki temsilcileri de kahrolsun, kahrolsun demekle kahrolmayacağının şuurunda olarak.

Rusya ile dünya arasındaki gerilimle devam edelim. Rusya, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra Batılılaştırılmak istenen hinterlandında yeniden hâkimiyet sağlamak istiyor. Batıysa  senelerdir el altından sinsice tesis ettiği hâkimiyetini müdafaa etmeye çalışıyor.

SSCB'nin yıkılmasından sonra ortaya çıkan Batıcı sermaye odaklarıyla, oligarklarla hesablaşmasını tamamlayan Rusya, şimdi gözünü hinterlandında yer alan ve Batı tarafından tezgâhlanan renkli devrimlerle siyasî bakımdan kendisinden kopartılan ülkelere dikti. Özellikle stratejik öneme hâiz olan Kırım ile işe başladı ve Batı'dan gelen tehditlere aldırış etmeden bu politikasını genişleterek sürdüreceğe benziyor. Ekonomi alanında Batı'dan gelebilecek manipülasyonlardan korunmak adına da çeşitli adımlar atan Rusya, kendi problemleri içinde boğulmuş Batı'nın bu hâlinden zekice istifade edecek ve istediğini elde edecek sanıyoruz.

Rusya ile Batı arasındaki bu gerilim geçen sayılarımızdan birisinde ele aldığımız üzere Türkiye için de bağımsızlaşma yolunda büyük bir fırsat doğruyor. Dünya üzerinde yeniden yaşanması muhtemel bir soğuk savaş döneminde Türkiye'nin izleyeceği incelikli bir denge siyâsetiyle yeniden bağımsızlık kazanmak mümkün. Bunun yanı sıra bugüne kadar Türkiye için pranga olan NATO bile böyle bir süreçte Türkiye'nin izleyeceği hassas politika malzemesi olarak kullanılabilir. 

Gelelim Türkiye'yi yakından ilgilendiren Suriye meselesine. Batı tarafından önceleri şiddetli bir şekilde Esad'a karşı tavır almak için teşvik edilen ve papucun pahalı olduğu görülünce bu sefer Batı tarafından yalnız bırakılan Türkiye...

Suriye meselesi yine dergimizin geçen sayılarında teferruatlı bir şekilde ele aldığımız üzere dünya çapındaki güçlerin sanal "bilek güreşi sahası" hâline gelmiş vaziyette. Bu yalnızca bilinen blokların birleriyle mücadelesi değil aynı zamanda blokların kendi içlerindeki iktidar mücadelesini da yansıtıyor olması bakımından mühim... Eskinin katı bloklarında artık anlayış farklılıkları yaşanıyor ve bu durum Türkiye gibi köklü medeniyeti olan gelişmekteki ülkeler adına fırsatlar doğuruyor.

Başka bir bakımdansa bugüne kadar Suriye'de izlenen politikalar bu blokların kendi içlerindeki anlayış farklılıklarından ötürü Türkiye'deki iktidarı son derece şiddetli bir şekilde tehdit ediyor. 

Türkiye'nin kendi ayakları üzerinde duran sağlam bir vizyona olan ihtiyacı daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Suriye'de devam eden iç savaşın Türkiye'ye olan zararı artık ekonomik olmaktan öte mânâlar arz ediyor. 

Türkiye'nin bundan sonra Suriye politikasında ne gibi değişikliler olacağını yakından takib ediyoruz.

Kapak konumuza dönecek olursak, T.C. rejimi içerisindeki unsurlar 28 Şubat'ın mânâsını yaşatmakta son derece kararlılar. 1999 senesinde, hukuksuz şekilde tutuklu bulunanların bulunduğu Bandırma Cezaevine yapılan askerî operasyona "isyan" süslemesi yapılıyor ve 2014 senesinde Türkiye tarihinde ilk kez "isyan" suçundan ceza verilmiş oluyor. 33 Müslüman İBDA'cıya, 228 sene hapis cezası veriliyor... Kapağımızla alâkalı yazarımız Ömer Emre Akcebe'nin "Al Sana 28 Şubat" başlıklı yazısını ve Av. Hasan Ölçer'le Faruk Hanedar'ın gerçekleştirmiş olduğu söyleşiyi okuyabilirsiniz. 

Bolu F Tipi Cezaevinde, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ile aynı havalandırmaya çıkan yazarımız Şükrü Sak, Baran Dergisi için bir söyleşi gerçekleştirdi. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ile yapılan bu söyleşinin başlığı “Gerçek İslâm Aydını Olabilmek İçin Gerekli Zarurî Şuuru Ortaya Koyduk”.

Yazarımız Sezaî Dilbilen, “Erdoğan Sisi’den Farkını Göstermeli” başlıklı yazısıyla kapak mevzumuzu başka bir açıdan işliyor.

Avukat Hasan Ölçer’in “Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun hâlen içeride tutulması ve 33 Müslümana veriler cezalar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Alaka ile okuyacağınızı umuyoruz.

İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak Gazetesi’nde yayınlanan “Yakup Köse’yi Asın” başlıklı yazısını sizler için iktibas ettik.

Carlos Salim Muhammed, “Erdoğan Siyasi Mahpusları Artık Serbest Bırakmalıdır” yazısı ile dergimizde. 

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun kaleme aldığı ve her hafta dergimizde tefrika edilen Ölüm Odası B/YEDİ’nin bu haftaki alt başlığı “Nefs’te Satranç (Dünya Bir Yangın Yeri)”.

Gülçin Şenel “Hayâli Kuşlar” hakkında bir derlemesiyle dergimizde.

Fatih Pınar’ın “Müzik Vesilesiyle Sanat” başlıklı yazısı kültür-sanat köşemizde.

Ramazan Sevinç’in “İstanbul’da İlk Ezan Sesi: Arap Camiî” yazısı ile çoğumuzun dibinde olup da, İstanbul’da ilk ezan sesinin yükseldiği camiî olduğunu bilmediğimiz Arap Camiî’ni anlatıyor.

Gündeme dâir haber-yorumlarımızla birlikte bu haftanın muhtevası böyle. Gelecek sayımızda görüşmek üzere, Allaha emanet olun.