Selâm ve Duâ ile,

Geçen haftaki sayımızda, Fransa’da yayımlanan Charlie Hebdo dergisinde Allah Resûlü (SAV) ile alay etmeye yeltenen çizerlerin ibretlik sonlarından ve bu sonu hazırlayıp ümmeti şenlendiren Kuaşi Kardeşlerden bahsetmiştik.

Bu hafta ise, Fransa’nın seferberlik ilân edip 88 bin güvenlik görevlisiyle aradığı ve nihayetinde şehadet şerbetini kana kana içen yiğitlerimizin ardından bahse konu olan meselenin bir benzerinin Türkiye’de yaşanmamasının şartlarını konuşalım.

Fransız adaletinin, Hz. Resul (SAV) ile alay etmek cüretinde bulunan bir yayın organı hakkında gerekli işlemleri yapmaması ve bu hastalıklı zihniyetin sapkın yayınlarını ifâde hürriyeti olarak değerlendirmesinin neticesinde aksiyon hürriyetinin kapısı açıldı ve Kuaşi Kardeşler gerekeni gerektiği şekilde yaparak Fransız devletinde doğan adalet boşluğunu doldurdu. 

Fransa’da yayın yapan bu derginin hastalıklı zihniyetini paylaşan Türkiye’deki zihnî uzantısı Cumhuriyet Gazetesi’nin, güya ifâde hürriyetini desteklemek maksadıyla mezkûr derginin yeni çıkan sayısındaki Allah Resûlü (SAV)’nü tasvir ettiği iddia edilen karikatürü yayınlaması, tabiî olarak Anadolu halkında infiale yol açtı. 90 senelik Cumhuriyet süresince açılan onlarca, yüzlerce salyangoz tezgâhına genellikle kalben tepki koyan halkımız, bu sefer “el” safhasına geçtiğini gösterdi. Tartışılan husus ise bundan sonra ne olacağı...

EsasındaFransa’da gerçekleşen eylem, böyle bir cürmü işleyenlerin uğrayacağı akıbeti yeterince açık bir dille izah ediyor. Eğer ki devletin yargı organı gerektiği şekilde işlemez ve böylesine hayâsızca işlenen bir cürmün hesabı sorulmaz, failleri gerektiği şekilde ıslah edilmezse, milletimiz kalkıyor ve doğru dürüst işletilmeyen “yargı”nın yerine adaleti sağlamak için harekete geçiyor. Demek ki, ahalisini Müslümanların oluşturduğu bir memlekette hukuk kâideleri tam mânâsı ile kuşatıcı olmaz ve bilakis Müslümanları rencide etmeye, aşağılamaya kadar varır ise, hukukun yerli yerine oturtulması için vicdanlı bütün insanların harekete geçmeleri son derece tabiî bir “hak” olur. Bu mevzudan çıkarılması gereken netice bizce şudur: Eğer ki Türkiye’de Fransa’dakine benzer bir manzaranın yaşanmaması isteniyorsa, en azından % 80’i samimi Müslüman olan milletimizin mukaddesatına dil uzatmaya teşebbüs edenlerden bunun hesabının en şiddetli şekilde sorulması gerekir. Bunun ifâde hürriyetinin ardına saklanılabilecek bir tarafı da yoktur. Ayrıca, bu ahlâksızlığın mimarlarına bakıyorsunuz, ağlayıp, zırlıyorlar; neymiş, gazeteyi polis sarmış, basın baskı altında vs. Siz, bu işin sonunu bile bile bu ahlâksızlığı ifâ ettiniz, şimdi de ağlamaya, zırlamaya hiç ama hiç hakkınız yok!

Gelelim kendisini bu meselenin taraflarından biri hâline getiren Fetullah Gülen cemaati ve cemaatin yayın organlarına. Bunların hâli ise Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “kanka”larından daha beter… Fetullah Gülen cemaatinin Allah Resûlü (SAV)’ne hakaret eden karikatürleri ve karikatürleri yayınlayanlara açık desteği bu hareketin Anadolu’da tutunma ümidini tamamen yitirdiği anlamına gelmektedir. Öyle ya, Anadolu’da tutunmak gayesi olan “Müslüman” etiketli bir hareketin, bu karikatürlere ve yayınlayanlara en şiddetli şekilde karşılık vererek kaybettiği pozisyonu tahkim etmek telâşına düşmesi icap ederdi. Bu manzaraya göre söylersek, Gülen’in ve cemaatinden geride kalanların bundan sonraki tek ümidinin, Batılı Efendileri tarafından kovulmamak olduğunu ve bunun için bu saatten sonra hiçbir dinî hassasiyet göstermeden her türlü yalakalığı yapabileceklerini söyleyebiliriz. Anlaşılan o ki, ne olursa olsun “İslâm davası karşıtları” her mevzuda yan yana durmaya çalışıyor.

Hâsılı kelâm, Allah Resûlü (SAV)’ne yönelik olarak başlatılan saldırı kampanyası ters tepti ve ümmetin yeniden birleşmesinin, küfür ile saflarını daha bir ayrıştırmasının vesilesi oldu. Küfür milleti gelen tehlikenin yakinen farkında olduğu için kudurmuşçasına saldırıp hesabını kabartırken, Anadolu yeniden diriliyor. Tabiri caizse küllerinden yeniden doğmaya doğru yol alıyor…

Geçen hafta Müslüman Anadolu Gençliği Platformu öncülüğünde Cumhuriyet Gazetesi önünde İbdacı gençlerin başlattığı eylem fırtınası bütün yurdu bir anda sardı ve bütün Anadolu bir hafta boyunca tekbir sesleri, eylem, gösteri, yürüyüş ve benzeri organize programlarla bezendi. Bu durum bir yönüyle de şöyle değerlendirilmelidir: “Millet Meclisi’nin kürsüsünden ‘atın bu kadını dışarı’ diye başı örtülü kadınlarımızı aşağılayan, sırf inancının emri diye örtünen kadınlarımıza ‘yarasa’ diye hakaret eden ve her fırsatta Müslümanlara üçüncü sınıf insan muamelesini layık gören bütün Batıcı güruhun devri kapanmıştır. Bizim, Büyük Doğu-İbda’nın, Müslüman Anadolu İnsanı’nın beklediği, içinde yaşanmaya layık nizamın ayak sesleri işitilmektedir.” Hatırlarsanız Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu “Adalet Mutak’a” konferansında “ben de diyorum Yeni Dünya Düzeni buradan başlasın!” demişti! Bu sözün gerçekliğini kavramanın ve hâdisenin nereye doğru kıvrıldığını görmenin vakti gelmiştir artık…

Buradaki Batı kuyrukçularını saran panik havasını görmenin ve kendi gücümüz ve aslımızı, haklılığımızı fark etmenin günü gelmiştir. Artık Müslüman mahallesine girip salyangoz satmanın ve bir de bunu marifet gibi pazarlamanın devri bitmiş, iman ve aksiyonun billurlaşmaya başladığı devir gelmiştir. Bu mevzû derinlemesine tahlil edildiğinde, Türkiye toplumunun varmasını umduğumuz ideal sosyal dönüşümün önemli kademelerini geçtiğimizi, küfür cephesinin kendine güveni zayıflarken Müslümanların 80 küsur yıldır taşıdıkları psikolojik yenilgi halini üzerlerinden attıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz…

Başta İstanbul olmak üzere neredeyse Anadolu’nun her şehrinin ayağa kalkışı, kıyam edişi, artık kendisine yapılan zulme karşı tahammülünün kalmadığının göstergesidir: Bütün peygamber düşmanlarına “defol” demede birlik olması iyi okunmalıdır. Ne diyordu “Münşeat” isimli eserinde Kumandan Salih Mirzabeyoğlu:

“Savaş ve çarpışma kötü mü?

kötü olan kötüyle savaşmamaktır

kötü olan kötüye yavşamaktır

kötü olan kötünün savaşıdır!”

Bu mânâdan olmak üzere bu hafta kapağımızı yerli “Charlie Hebdoculara” ayırdık ve “Peygamber Düşmanlarına Anadolu’dan Cevap: Defol!” manşetini kullandık!..

Kapak mevzuumuzu Ömer Emre Akcebe “Anadolu Diriliyor, Salyangozcular Ayrışıyor” başlıklı yazısıyla kaleme aldı.

Fatih Turplu ise İngiliz yazar Reginald Rose’un “On İki Öfkeli Adam” isimli oyunundan bahsediyor. Latin Amerikalı bir gencin hikâyesini anlatıyor.  Oyun, Hukuk, adalet, suç, suçlu gibi kavramları ele alıyor. Alâka ile okuyacağınızı umuyoruz.

Çakal Carlos (Muhammed Salim) “Charlie Hebdo saldırısının bilinmeyenleri” başlıklı yazısıyla Fransa’daki olayları ele alıyor.

Sezâi Dilbilen ise Baran Dergisi’nin 9. Yılına girmesi dolayısıyla bir yazı kaleme aldı. Yazının başlığı “Baran Dergisi’nin rolü ve mânâsı”…

Ekranlarda yorumlarıyla kendinden söz ettiren ve isabetli analizleriyle tanınan Siyaset Bilimci Ömer Turan ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Dikkatle okunması gerektiğini düşünüyoruz.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun kaleme aldığı ve dergimizde tefrika edilen “Ölüm Odası B-Yedi” isimli eseri bu hafta 244. bölümü ve “DÜNDEN BUGÜNE (ÇOCUK VE MÜHÜR)” alt başlığıyla devam ediyor.

Abdullah Kiracı ise Osmanlı’nın kurduğu vakıf sistemini, “Vakıf kurumunun kaynağı” başlıklı yazısıyla işlemeye devam ediyor...

25 Ocak 2000 senesinde Metris Cezaevi’ne düzenlenen Noel Baba Operasyonu’nun yıldönümü vesilesiyle Sebahattin Arslan’nın “Sıradışı bir 28 Şubat hikâyesi” kitabından bu hâdise ile alâkalı bir bölümü sizler için iktibas ettik.

Gülçin Şenel ise gündemdeki “karikatür krizi” vesilesiyle, “karikatür” sanatının mahiyeti, kıymetini ele alıyor. Yazısının başlığı “Karikatür nedir?”…

Ayrıca sizler için derlediğimiz haber-yorumlarımızı da dergimizde bulabileceksiniz. Allah’a emanet olun…