Selâm ile…

Türkiye’nin gündeminde bu hafta Özgecan Aslan isimli üniversite öğrencisi genç kızın Mersin’de bindiği bir minibüsün şoförü tarafından canice katledilmesi var. Bu mühim mevzuyu biz de gündemimize alarak kapağımıza taşıdık. Başta ailesi olmak üzere tüm milletimize Allah’tan sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.

Biz Baran Dergisi olarak insan ve toplum meseleleri kapsamında bahis mevzuya benzer birçok hâdiseyi kapağımıza taşıyarak zaman zaman buna dikkat çekmiştik; perşembenin gelişi çarşambadan belli olur hesabı, bu mesele bizim için bu hafta kapağımıza taşıyıp sonra unutacağımız değil, devamlı üzerinde durduğumuz meselelerdendir.

Toplumun her kesiminden bu mesele ile alakalı tepkiler yükselmekte ve hâliyle insanlar bu mevzuyu yorumlamaktalar. Öncelikle her meselede olduğu gibi “hâdise olsun da konuşayım!” diye kendini öne atanları bir kenara bırakırsak, halkımızın bütün kesimlerinin ortak bir paydada, “kısas” mevzûnun yerli yerine oturtulması hususunda hemfikir olduğunu bir kez daha gördük. Kuru kuruya “yasa çıkartılsın, böyle olsun” teklifleri de çözüm getirici değiller, şimdiden altını çizelim. Çünkü zararlı ot yahut böceklerin bazı türlerinin önünü kesici diğer türlerine merhamet gösterici kanunlar saçmalıktan başka bir şey olamaz ve bunun adı ancak günü kurtarmak olur! Mesele sistem meselesidir; bin kere söyledik bir daha söylüyoruz: Batıcı hayat tarzını pompalayan her zararlı unsurun önü kesilip bunlar zapturapt altına alınmadıkça, bu tür hâdislerin önüne geçilemez, geçilemiyor da! İnsanları kendi vicdanlarından kelepçeleyici bir ahlâkî zabıta teşekkül etmedikçe cezâi yaptırımlar derde ancak bir nebze derman olur. Sonra bütün iş bugün olduğu gibi etrafa yerleştirilen kameralardan katilleri yakalamaya döner; Özgecan öldükten sonra yakalasan ne, yakalamasan ne? Marifet ellere kelepçe vurmakta ihtisas yapmak değil, insanımızın vicdanına en büyük ahlâkî ukdeyi kelepçe gibi tutturabilmekte!  

İnsanın içini burkan ve insanların insanlıktan bu derece nasıl çıkabileceğini düşündüren bu hadise etrafında yapılan yorumlar da bir hayli ilginç. Kimi sığ idraklilerin meseleye sadece feminizm penceresinden bakarak olayı erkek düşmanlığına ve kadına şiddet meselesine indirgediğini görüyoruz. İlk olarak değinilmesi gereken, bu hadisenin bu kadar sığ bir mantıkla ele alınamayacağıdır. Elbette kadınların ülkemizde hor görüldüğü ve şiddete maruz kaldığı da görmezden gelinemez; ama bütün bunlar toplumumuzdaki sosyolojik kırılmanın ayrı ayrı yüzleridir. Sosyal hâdise ve değişimleri sadece belirli meseleler etrafında görmek ve onlar üzerinden değerlendirmek elde edilmek istenen neticeyi sağlıksız kılar.

Diğer taraftan da bu tür vakalar için idam cezasının geri getirilmesi yahut bu suçları işleyenlerin hadım edilmesi gibi öneriler göze çarpmakta… Bu tür öneriler de maalesef meselenin künhüne inmekten bir hayli uzak, beylik teklifler, biraz evvel buna değinmiştik.

Maalesef memleketimizde her meselede olduğu gibi fert ve toplumun buhranını yansıtan bu tür haberlerin üzerinde 3-5 gün konuşulacak ve sonra unutulacak; böyle olmasını istemiyoruz ama bu kültür vasatından da başka türlü davranılmasını beklemediğimizi açıkça ifade ediyoruz. Çünkü, ne olursa olsun devlet, aslî vazifesi olan idaresi altındakilerin can güvenliğini sağlayamadığı için suçludur. Kezâ, toplumumuz, bir toplum olmayı beceremediği, böyle şahısları kendi içinden kusamadığı, her şeyi devletten bekleyerek nemelazımcılık yaptığı için suçludur! Türk basınının kahhar ekseriyeti, insanımızın şehevî tarafını örseleye örseleye onu bir maymuna çevirdiği ve beynini yediği için suçludur! Kısacası İslâm'a bilerek veya bilmeyerek ihanet ettiği için şu veya bu derecede tüm toplum kesimleri suçludur.

Bu gidişin bir son bulması adına, ilk olarak insanımızın bu hâle gelmesinin kaynağını tesbit etmek akabinde de çözümü kökünden halletmek gerekmektedir. Anadolu, Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra Batılılar ve yerli işbirlikçileri tarafından büyük bir taarruza maruz bırakılmıştır. Bu taarruz topla, tüfekle, mermiyle değil; ahlâkla, kültürle ve hayat tarzıyla yapılmıştır. Ana paydaları İslâm düşmanlığı olan Batı ve işbirlikçileri kendileri için en büyük tehlikenin İslâm kültür ve ahlâkıyla yaşamaya devam eden bir toplum olduğunun farkına vararak yüz yıla yakın bir süredir bu taarruzu sürdürmektedirler. Toplumun içerisinde bulunduğu cinnet hâlini yansıtan bu tarz haberler ise bizleri Batılıların başarılı olduğu yönünde ihtar etmektedir. Anadolu insanının hayatı, kılık kıyafetinden alfabesine, ekonomisinden politikasına İslâm ahlâk ve kültürünü barındıran her unsurdan arındırılmaya çalışılmış, adeta fertlerin içerisinden İslâm sökülüp alınmış ve yerine materyalist Batı anlayışının ruhsuz, ahlâksız ve vicdansız bireyleri yetiştirilmiştir. İslâm’dan uzaklaştırılan, iktisadî olarak prangalar vurulan, mutluluğu dünyevî tatlarda arayan bu Batıcı insan modelinin ahlâk kriteri ise maalesef  başıboşluktur.

Biz öyle bir milletiz ki, nadir bir özelliğimiz de başka insanların acısını kendi acımız bilir, kendimiz duyar ve ona ortak olmakta yarışırız; eğer milletler arasında bir üstünlük yarışı olsaydı Türk’ü, Kürd’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Ermenisi ve Rum’u ile biz “Millet” olmanın ne demek olduğunu tüm dünyaya ispat etmiş insanlar olarak böyle bir yarışta elbette parmakla gösterilirdik. 

Fakat işin başka bir tarafıyla da Üstad Necip Fazıl’ın dediğiyle “olanlar oldu” ve tüm olan şey yine bu milletin aziz evlatlarının başına geldi. Yukarıda bahsettiğimiz ve kökünü İslâm’dan alan ulvîlik yerini vahşi bir süflîliğe terk etti. Özgecan kardeşimizin vefatını küçümsemeyi hatırımızdan geçirmeyeceğimizden emin bir tavırla söylemek isteriz ki daha ne Özgecanlara kıyıldı da kimsenin kılı kıpırdamadı; binlercesi Allahüekber dağlarında mâkus kaderine terk edilen vatan evlatlarından tutalım, bugün köprü altlarında bonzai çekerek hayatını sürdüren evlatlarımıza kadar binler, onbinler…

Bir milleti “millet” yapan ruh kökünü kazımak için kanun çıkartan aşağılık hayvanlardır Özgecanların katilleri; onun katilleri, zamanında ABD ve İsrail’e bu milletin şerefini peşkeş çeken ve çoğu da bu millete idarecilik yapmış olan hayvancıklardır! Katiller bile yerine göre sadece bir can almakla ve karşılığında “kısas” ile bunun bedelini ödeyebilme şansını bulurken, binlerce vatan evladını bir gecede cahil bırakan aşağılık ayyaşlardır Özgecanların katilleri; Camileri ahır yapan, gazetelerde “Allah’tan ve ahlâktan bahsetmek yasaktır” diyen hayvandan aşağılardır Özgecanların katileri!

Kıssayı bilen bilir, dönemin Fransa Kralı avdan dönerken, bir yere toplanmış insanlar görür ve nedir bunlar diye sorar? Çevresindekiler, açlıktan ölen köylünün tabutunu işaret ederler. Dönemin yazarı da bu manzaraya bakar ve der ki; “Kral, açlıktan ölenin tabutunda bulunanın Fransız halkı olduğunu göremedi.” 

Fransızlar için açlık ne anlama geliyorsa, bizim için vicdansızlık ve ahlâksızlık aynı anlama gelir. Öyleyse “Bu tabutun içinde genç bir kız değil, bir milletin cesedi var” diyoruz kapağımızda ve ümid ediyoruz ki bu felâket lâyıkıyla idrak edilebilir...

Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe, “Ahlâk Yarası Kanıyor Toplum İnfiale Sürükleniyor” başlıklı yazısıyla işliyor.

Carlos (Salim Muhammed), bu hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Latin Amerika ziyaretini ve Venezüella’dan almış olduğu ilginç bir haberi değerlendiriyor. 

Ayşegül Karadağ’ın Gaye Genç Adam ve Gaye Fikir Platformu’nun düzenlemiş olduğu “Benim Gözümde Salih Mirzabeyoğlu” deneme yarışmasında üçüncü seçilen “Fikre Hüviyetini Veren Adam” başlıklı yazısını yayımlıyoruz.

Dergimizde Ak Parti Milletvekili Aday Adayı Muzaffer Doğan ile Türkiye’nin siyasî manzarası ve Hakan Albayrak ile 28 Şubat’ta yayın hayatına başlayacak olan Diriliş Postası Gazetesi üzerine gerçekleştirdiğimiz söyleşileri de bulabileceksiniz.

Gürsel Tanrıverdi’nin “Endülüs Bizim Neyimiz Olur?” başlıklı yazısı 2. bölümü ile devam ediyor.

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen eseri “Ölüm Odası B-Yedi” altbaşlığı “MÜHÜR: A’SA” olan 248. bölümü ile devam ediyor.

Faruk Hanedar bu hafta vizyona giren Kod Adı: K.O.Z. filmi ile alakalı bir yazı kaleme aldı. Yazısının başlığı “Algı Yönetimi ve Kod Adı: K.O.Z.”…

Abdullah Kiracı, “Hinduizm ve Budizm’de Vakıf” başlıklı yazısı ile vakıflar mevzuunu işlemeye kaldığı yerden devam ediyor.

Gülçin Şenel’in bu haftaki yazısının başlığı “O. Henry ve Tevekkül”…

Dergimizde ayrıca sizler için derlemiş olduğumuz haberleri ve kültür-sanat sayfalarımızı da bulabileceksiniz… 

Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle…

Allah’a emanet olun…