Selâm ile…

Baran Dergisi’nin 447. sayısı ile birlikteyiz…

I. Dünya Savaşı sonrasında Batı’nın Müslüman halklara biçmiş olduğu paye İslâmî çatının devre dışı bırakıldığı Batı hegemonyasındaki seküler rejimlerdi. Türkiye Cumhuriyeti de bu çerçevede kavmiyet temelli tesis edilen sunî devletlerden birisidir. Bu sunî devletin o günden bugüne en mühim meselelerinin başında Kürt meselesi gelmektedir. Asırlarca İslâm üzere, “bütün müminler kardeştir” anlayışı çerçevesinde birlikte yaşayan iki halkın arasına ekilen nifak tohumları zamanla neticesini vermiştir. Söz konusu iki millet de İslâm’dan uzaklaşıp sekülerleştikçe kavmiyetçilik duygusunun tesiri artmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere Türk’ün de Kürt’ün de meselesi aynıdır. Bu iki millet de Müslüman olmalarından dolayı hor görülmüşler ve İslâm ile bağlarının koparılması adına envaî çeşit operasyona maruz kalmışlardır. Hülâsa onyıllarca rejim tarafından Kürt halkına zulmün reva görüldüğünü reddetmemekle birlikte, sadece Kürtlere değil, Türk, Laz, Çerkez vesair; hangi milletten olursa olsun Anadolu’da yaşayan Müslümanların tümüne, yani Müslüman Anadolu halkına zulüm yapıldığını belirtelim. Tek dert bu halkların Müslüman olması ve dolayısıyla beraber yaşayabilmesi idi.

Yapılan zulüm neticesinde zamanla Marksist-Leninist bir çizgiye kayan Kürtçü hareketlerin bugün geldiğimiz noktada hizmet ettiği tek merkez emperyalizmdir. Üstelik zaman ilâhi bir şekilde İslâm’ın hâkimiyet devresine doğru akarken, bu mânâda bir dönüşüm yaşanırken ve Kürt’ün de asıl meselesi bu iken, Kürt halkı adına konuşmaya kendilerini mezun görenler, bu akıbeti geciktirmek adına ellerinden geleni ardlarına koymamaktadırlar.

Türkiye’de bilhassa 2010’lu yıllar ile beraber reform niteliği taşıyan değişimler yaşanmaya başlamıştır. Her sahada millîleşme adına bir takım çabalara girişilir ve “hergele”ler ayıklanmaya başlanırken, sancağın düştüğü bu topraklarda tekrar kaldırılamaması için bir yerlerden düğmeye basıldığı aşikâr… Önce mutad Kemalist darbeciler, ardından Fetullahçı terör örgütünün darbe girişimi, ardından bir takım ekonomik manipülasyonlar;  ne olduğunu değil de ne olmadığını söyleyen bir hükümetin idaresi altında kafasını bir sağa bir sola çarpan bu memlekette en son yaşanan tragedya da Kürt kalkışması teşebbüsü…

6-8 Ekim Kobani olayları ile beraber başlayan ve bugün devam eden tragedyada emperyalistlerin değirmenine su taşıyan Beyaz Kürtler ve Türkler, bu hayatî meseleyi çözüme kavuşturmak bir yana, emperyalizm taşeronluğunda birbirlerinden rol kapmaktan başka bir dava gütmemektedirler. Fakat bugün Gülen cemaatinden boşalan sahayı doldurmaya namzet olarak kendini ortaya atanlar, malum şebekenin boşluğunu bile dolduramayacak kadar keyfiyetsizler…  

Kobani ile başlayan süreç Suruç patlamasının bahane edilerek PKK saldırılarının yaşandığı günümüze evrilirken önümüzde şöyle bir manzara buluyoruz: Bu saldırıların niteliklerine baktığımızda amaç, Türkiye’nin her yerinde Kürtlerin ayaklandığı algısı oluşturarak Kürtleri topyekûn sokağa dökmek ve bir iç savaş çıkarmaktı; fakat bu tutmadı… Aksine Kürt halkı ateşkesi bozması ve kan dökülmesine sebep olmasından dolayı PKK ve HDP’ye ateş püskürecek vaziyete geldi. Buna rağmen Kobani olaylarıyla başlayan bu tiyatro devam edecektir. İşin en acı tarafı şu ki, Beyaz Türklerden rol kapma derdindeki fikirsiz Kürtçülerin elinde Kürt halkı, tarihinin en büyük soykırımını yaşama tehlikesi ile burun burunadır. Herkesi ve her kesimi uyarıyoruz: Müslümanlara yönelecek her tür kahpelik er ya da geç cezasını bulacaktır. Kimse “yaptım yanıma kâr kaldı” diye düşünmesin.

Kapağımızı bu çerçevede şekillendiriyor ve “Kürt Halkının Tragedyası Operet Figürlerince Oynanıyor” manşetini atıyoruz. Kapak mevzumuzu “Psikolocyanın İdeolocya Emrine Tahsisi” başlıklı yazısıyla Ömer Emre Akcebe kaleme aldı.

Kürt meselesi ile alâkalı Sosyolog Müfid Yüksel ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Yüksel, “PKK, Batılı devletlerin yardımıyla bir iç savaş tezgâhlıyor; fakat halkı sokağa dökemiyorlar” diyor.

M. Taha İnci, “Gelenek Olmadan Gelecek Olmaz: Onlar Sapık Olduklarını Biliyorlar Ama…” başlıklı yazısıyla dergimizde…

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası B-Yedi eseri 272. bölümü ile devam ediyor. Bölümün alt başlığı “NURBAT (MEHDÎ DERVİŞ MUHAMMED)”…

Gülçin Şenel, geçtiğimiz hafta mecliste yaşanan “Hanımefendi Bir Sus” polemiği etrafında Rönesans’ın isimsiz kadın ressamlarından bahsediyor.

Abdullah Kiracı’nın vakıf ana başlığı altında sürdürdüğü yazı dizisinin bu haftaki konusu yine Roma sonrası Cermen vakıfları.

Ramazan Sevinç, Aziz Mahmud Hüdâî hazretlerinin şeyhi ve hocası “Mehmed Muhyiddin Üftade Hazretleri”ni anlatan bir yazı kaleme aldı.

Sizler için derleyip yorumladığımız haberlerle birlikte bu haftanın muhtevası böyle…

Gelecek sayımızda görüşmek üzere…

Allah’a emanet olun…