Selâm ile...
Baran Dergisi’nin 453. sayısı ile birlikteyiz.
Asırlarca Müslümanların hâmiliğini yapan Osmanlı Devleti’nin global bir emperyalist oyun neticesinde tarih sahnesinden silinmesinin ardından, Batılı güçlere göre Anadolu’da inşâ edilmesi gereken yeni devletin yegâne amacı, Müslümanların sancağı tekrar dalgalandırmasının önünü tıkamak olmalıydı.
Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti bu gayenin gerçekleştirilebilmesi adına Müslümanları ruh kökünden koparmak fikri üzerine binâ edilmiştir. Zamanla Müslüman olmasına mukabil Batılı gibi düşünen, yaşayan ve hareket eden fertlerin peyda olması sağlanmıştır. Şerefini, haysiyetini, izzetini kaybetmiş, aslından koparılarak İslâm ahlâkından uzaklaştırılmış ve Batı’nın arzu ettiği hüviyete bürünmüş bu fertler, Müslümanların faydası yönüne kıvrılabilecek her süreci sabote etmek için Batı’nın gönüllü ajanlığını yapmış ve İslâm düşmanlığında efendileriyle yarışmışlardır.
Bugün de Müslümanların menfaati istikametinde gelişme potansiyeli taşıyan bir süreci sabote etmek için, Batı, ruhunu kendisine satmış bu kişileri projelendirdiği yeni bir şeytânî planda aktör olarak kullanmaktadır. 
Batı’nın, 2010’lu yıllar ile beraber Türkiye’ye bakışını revize etmesine Türkiye, dış ve iç politikasında âmâ bir gözün bile açık şekilde görebildiği bir “aslına rücû” sürecine adım atarak karşılık vermiştir. Akabinde global çapta Türkiye karşıtı manipülasyonlar başlamış ve içerideki siyasî hava gerginleştirilmiştir. Gezi parkı hadisesi ile beraber şer odakları, “Tayyip Erdoğan karşıtlığı” kisvesi altında bir araya gelmeye başlamıştır. O günden bugüne Türkiye global toplum ve siyaset mühendisliklerine muhatap olmakta... 17-25 Aralık, 6-8 Ekim derken, 7 Haziran seçimleriyle “Büyük Hesaplaşma”ya bir adım daha yaklaşılmıştır. Türkiye bugün Gezi parkından daha kapsamlı ve daha girift bir siyasî mühendislikle karşı karşıyadır.
Bu projede de Müslümanların faydasına evrilmesi muhtemel her süreci sabote etmek için ortaya çıkan gönüllü Batı ajanı fertler aktör olarak kullanılmaktadır. Ne var ki bugün, “Tayyip Erdoğan karşıtlığı” maskesi altında İslâm düşmanlığı yapan bu güruhun “neye, niçin karşı olduklarını bilmez” hâlleri, tarafımızda ister istemez bir tiksinti uyandırıyor. İnsan hasmında bile bir miktar fikir haysiyeti görmek istiyor. Maalesef mevcut rejimin bu memlekete yaptığı en büyük kötülük, merhum Üstad’ın ifadesiyle “idrakleri iğdiş etmesidir.”
Gezi parkı sürecinden bugüne, giderek daralan emperyalist cendere içerisinde, Batı’nın ve gönüllü ajanlarının “Tayyip Erdoğan karşıtlığı” kisvesi altında hedef tahtasına oturttuğu ve aslında açıkça ifade etmekten korktuğu gerçek Tayyip Erdoğan’ın kendisi değil onun şahsında düşmanlık ettikleri İslâm’dır. Biz de Büyük Doğu-İbda İslâm’a muhatap anlayış davasına nisbetle hareket edenler olarak, işlerin çatallaştığı ve kimin hak kimin bâtıl olduğunun karıştığı bu dönemde, her zaman olduğu gibi bugün de İslâm’a karşı olanların karşısındayız.
Bu mevzuda kafaları karıştıran husus ise şudur; Tayyip Erdoğan Türkiye’nin cumhurbaşkanı, kim ne derse desin. Diğer taraftan Türkiye, bugünkü anayasası ile “lâik, Kemalist, demokratik” Batıcı bir rejimdir; fakat hâli hazırdaki cumhurbaşkanının bu rejimden rahatsız olmasından rahatsız olan bütün güruhlar yani Batı ve uşakları, bu rejimden rahatsızlığını dile getiren Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı noktasında birleşmişlerdir. Kamuoyundaki “saray” algısının bir düşmanlık etrafında örülmeye çalışılmasının sebebi cumhurbaşkanının Çankaya tabusunu yıkmasından kaynaklanmaktadır; yani Tayyip Erdoğan düşmanlığının kökeninde yatan şey Erdoğan’ın şahsında değil Amerika, Batı ve İsrail tandanslı zümrelerin Türkiye’deki rejimin değişeceğinden endişe ediyor olmalarıdır.  
Hülasa-i kelâm kronik Tayyip Erdoğan düşmanlığının sebebi Erdoğan ile alâkalı değil, 2010 sonrası kendisinin ve Türkiye’nin çizdiği profil ile alâkalıdır. Kapağımızı bu çerçevede şekillendirdik ve “Mesele Tayyip Erdoğan Değil, Sen Hâlâ Anlamadın mı?” manşetini kullandık. Kapak mevzumuzu, manşetimizle aynı başlığı taşıyan yazısıyla Ömer Emre Akcebe kaleme aldı.
Fatih Turplu, “Batıcılar, Anti Erdoğancılar ve Şu “Bizimkiler” başlıklı yazısında kapak mevzumuzu farklı bir veçheden işliyor.
Sezâi Kırlangıç’ın “Üç Bin Aile ve PKK Kıskacındaki Kürtler” başlıklı yazısı üçüncü ve son bölümü ile bitiyor.
Kâzım Albay, Victor E. Frankl’in “İnsanın Anlam Arayışı” kitabı hakkında bir yazı kaleme aldı. Yazısında bir yandan Victor E. Frankl’in kitabını anlatırken, diğer yandan “logoterapi” mevzuuna dâir genel hususları değerlendiriyor.
Bu hafta Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi ve GAZİSAM Müdürü Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol ile Türk dış politikası ve güncel hadiseler üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Erol, “sistemin hızlı bir şekilde millileştirilmesi gerektiği” üzerinde duruyor.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen eseri Ölüm Odası B-Yedi’nin 278. Bölümünün alt başlığı “DÜNYA HARBİ (İFRAT HÂLDE TECRİD)”... Her hafta olduğu gibi bu hafta da büyük bir alâka ile okuyacağınızı düşünüyoruz.
Gülçin Şenel’in bu haftaki yazısının başlığı “Bir Garib Yolcu: Halil Cibran”...
Abdullah Kiracı, “Çin’de Vakıflar” başlıklı yazısının VI. bölümünde “Çin Budizm’i” bahsini ele alıyor.
Bahattin Yeşiloğlu, Hürriyet Gazetesi’nin pazar ekinde çok az yer tutan bir haber çerçevesinde “Sekülarizm: ‘Aksakallı’ İhtiyardan İmha Hedefi Yaşlılara” başlıklı bir yazı kaleme alıyor.
Dergimizde ayrıca sizler için derlediğimiz ve yorumladığımız haberleri de bulabileceksiniz.
Gelecek sayımızda görüşmek üzere Allah’a emanet olun.

      ******

     Ömer Emre Akcebe'nin "
Mesele Tayyip Erdoğan Değil, Sen Hâlâ Anlamadın mı?” başlıklı kapak yazısı:

Mesele Receb Tayyib Erdoğan Değil, Sen Hâlâ Anlamadın mı?

Türkiye’deki siyasî iklim; endemik hain, korkak ve yüzsüz türlerin yetişmesi ve çeşitlenmesi için son derece müsait bir iklim çeşididir. Endemik, yani yalnızca belli bir yerde yetişen, oraya has olan.  Dün de böyleydi, bugün de böyle... Öyle ki, kendi toprakları bu tipleri yetiştirmeye müsait olmayan ülkeler, Türkiye’yi, bu niteliklerdeki insan tipine de sahip olabilmek için kullanıyorlardır muhtemelen...

Hain, korkak ve yüzsüz olan kişi aynı zamanda işbirlikçi, pısırık, utanmaz, arsız, kaypak, menfaatperest, vurdumduymaz, sahtekâr, tetikçi, yalancı, zalim, bencil, müdanasız, pişkin, şahsiyetsiz, onursuz, gurursuz, ruhsuz, inançsız, kıskanç, şirret, alçak, namussuz, vefasız, yalaka ve asalaktır da...

İnançsızlıktan ve gizli inançsızlıktan türeyen bu tip nitelikler, maalesef ülkemizde son derece yaygın. Ve ne yazık ki, Türkiye’deki siyasî, hukukî, ilmî, iktisadî, askerî her müessese, bu keyfiyetteki tiplerin ambarı hâline gelmiş vaziyette. Siyaset, hukuk, ilim, iktisat ve ordu böyle tiplerin hâkimiyetinde olunca medyadan STK’lara, sermayeden odalara, derneklerden partilere ve nihayetinde topluca bir tesir hâlinde ahalide hâkim olan keyfiyette yine ne yazık ki yukarıda çerçevelemeye çalıştığımız sıfatlardan müteşekkil bir hâl almış durumda. Cumhuriyetin varlık sebebi de şerefini, haysiyetini, izzetini İslâm’a borçlu olan milletimizi ruh köklerinden kopartıp, az evvel çizdiğimiz manzarayı meydana getirmek değil miydi zaten?

Sermaye, Fettuşîler, siyasî partiler, basın, STK’lar, dernekler ve daha nice müessese, az evvel sıraladığımız niteliklerdeki insanların mevki sahibi olmaları dolayısıyla, insan çöplüğü yahut endüstrileşme dolayısıyla insan öğütme tesisi hâline gelmiştir. Bünyesine kattığı insanın evvelâ vicdanını hadım ederek işe başlayan bu müesseselerden, insan mı çıkar yoksa insan kılıklı hayvan mı? Hayvan değil elbet, belhüm adal, hayvandan da aşağı...

Dikkat ediyorsanız, ne kadar acı söylesek de, yorum yapmaktan ziyade vakıayı tesbit ediyoruz ve bu kötü birşey değil. Bir sıkıntı var ise evvelâ onun tesbit edilmesi, fark edilmesi gerekir ki “neden”i, “niçin”i araştırılabilsin. Sebeb yahut sebebler tesbit edildikten sonra da üstesinden “nasıl” gelinebileceği tartışılsın ve gereken yapılarak çözüme kavuşturulsun. Oysa Türkiye’nin umumî manzarasına baktığımızda karşımıza çıkan tablo şu: Yukarıda saydığımız keyfiyetteki insanların varlığı ve her müessesede kendi nitelikleriyle hâkimiyet kurmuş olmaları problem değil; yalnız ve yalnız Receb Tayyib Erdoğan’ın varlığı problem. E nasıl olacak şimdi?

Türkiye’deki tüm problemlerin Erdoğan’ın şahsına irca edilmesinin bize göre manası açıktır; “bizim problem çözmeye niyetimiz yok, Türkiye’nin sıkıntıları da bizi ilgilendirmiyor, hatta üzüm de yemek istemiyoruz ama şu bağcı var ya şu bağcı, onu dövelim hele.” Anlaşıldığı üzere bağ da, üzüm de kimsenin umurunda değil. Varsa yoksa bağcı... E bu ne o zaman şimdi? Türkiye, içerisine obsesif kompulsif manyakların tıkıldığı bir tımarhane olarak kullanılıyor da, bizim mi haberimiz yok?

Komprador burjuvazi; “Erdoğan Gitsin”

Kart Siyasîler; “Erdoğan Gitsin”

Müstemleke basını; “Erdoğan Gitsin”

CHP; “Erdoğan Gitsin”

MHP; “Erdoğan Gitsin”

Fettuşîler; “Erdoğan Gitsin”

Millî Görüş’ün “milli”si kalmamış bakiyeleri; “Erdoğan Gitsin”

Ulusalcı Kemalistler; “Erdoğan Gitsin”

Lâikler; “Erdoğan Gitsin”

İ.neler; “Erdoğan Gitsin”

Komünistler; “Erdoğan Gitsin”

Faşistler; “Erdoğan Gitsin”

Liberaller; “Erdoğan Gitsin”

Kokanalar; “Erdoğan Gitsin”

Odalar; “Erdoğan Gitsin”

Borsalar; “Erdoğan Gitsin”

PKK; “Erdoğan Gitsin”

DHKP/C; “Erdoğan Gitsin”

MLKP; “Erdoğan Gitsin”

ve

Batı Medyası; “Erdoğan Gitsin”

“Think-Thank”ler; “Erdoğan Gitsin”

Amerika; “Erdoğan Gitsin”

AB; “Erdoğan Gitsin”

İngiltere; “Erdoğan Gitsin”

Almanya; “Erdoğan Gitsin”

ve

İSRAİL; “ERDOĞAN GİTSİN”

Yabancılar “Erdoğan gitsin” demekte haklıdır. Adam kendi çıkarına hizmet etmeyen bir liderin Anadolu’da iktidarda kalmasını niçin istesin? Onların haklı gerekçeleri var muhakkak; fakat içeridekilere ne oluyor? Yahut ne istiyorlar?

Birisi çıksın yanıtlasın:

Mesela Kemal Kılıçdaroğlu ne istiyor? Velev ki Erdoğan gitti. Yerine ne teklif ediyorsun Kılıçdaroğlu? Emekliye zam diye iktisat politikası olmaz, çevre ülkelerin siyasî durumları bizi bağlamaz diye dış politika olmaz, şu olmaz, bu olmaz. Ne istiyor ve ne teklif ediyorsun?

TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş Adamları Derneği), teorik olarak varlık sebebi daha fazla kazanmak, daha fazla kârlılık olan bu derneğin üyeleri, tarihlerindeki en yüksek ciroyu yaptıkları, kârlılıklarını maksimize ettikleri iktidar ile ne alıp veremiyorlar? Velev ki Erdoğan gitti; siz ne istiyor ve ne teklif ediyorsunuz? Yoksa TÜSİAD ticarî bir dernekten ziyade gizli gündemi olan bir örgüt mü?

Gelelim basına. Güya entelektüellerin bir araya gelerek memleket meselelerine çözüm arayacağı, sesi duyulmayanların sesi olunacak mecraya. Siz ne istiyor ve ne teklif ediyorsunuz? “İrfan Mahkemesi” diye bir mahkeme kurulsa, hepsinin boynuna “ben de en az bindiğim şu hayvan kadar ....” diye yafta asılır, eşeğe bindirilir ve Sultanahmet Meydanında gezdirilirler. Yandaşı, candaşı, Doğan’ı hangisine bakarsanız bakın, Erdoğan’ı kötülemekten, “Erdoğan gitsin”, “Erdoğan kalsın” demekten başka memleketin meselelerine getirilmiş tek bir çözüm teklifi bulabilir misiniz? Varlık sebebi ortadan kalkmış olan müessesler ömürlerini tamamlamışlardır ve tabelalarının indirilmesinde de bir beis yoktur.

Bu liste böyle uzar gider...

Kimin ne istediği belli değil, kimsenin bir teklifi yok; fakat iş kakafoniye gelince, ohooo, cümbüş...

***

Meseleyi kuş bakışı değerlendirdiğimize göre, şimdi biraz odaklanıp yakından bakalım.

Ak Parti ile başlayalım. Mesele malum; dava için değil de, kendi koltuğunun derdinde, Fettuşî’nin gecelerinde göz yaşları içinde saçlarını ağartmışlar mı dersiniz, Kraliyet nişanı takıp Kraliçe ile kadeh tokuşturduğundan beri “aport”ta bekleyen kaypak tipler mi dersiniz gibi nice ekabir var Ak Parti’nin içerisinde ve çevresinde. Bugün birçoklarının iddia ettiği üzere bir ekibin Ak Parti’den tasfiye edilmesinden dolayı bir güç kaybı yoktur. Bilakis, bunların varlığından doğan bir kararlılık sorunu vardı, son MKYK’daki operasyonla da Ak Parti, beynindeki uru aldırmış oldu.

Ak Parti içinden devam edecek olursak; Fettuşî operasyonları sırasında korkusundan valizlerini toplayacak kadar alçalan zavallı bakanlar mı ararsın, aldığı emri yerine getirmemek için ayak direten korkaklar mı? Ne ararsan var. Nihayetinde memleketin ortalama vasatı yukarıda çerçevelediğimiz niteliklerle bezeli olduğu için, Üstad Necib Fazıl’ın tabiriyle,  “Marmara'nın-Haliç'in neresinden bir bardak su alsanız, aynı çıkar.” Aynı niteliklerle bezeli kendisini “bizdenmiş gibi” takdim eden kişiler yok mu sanki? Elbette var. İçtimâî vasat her camiaya şu yahut bu şekilde temas yahut sirayet ediyor. İbda, bir dünya görüşü olması dolayısıyla böyle tipleri barındırmıyor ve kusuyorsa da, diğer camialar için aynı şeyi söylemek ne yazık ki mümkün değil. Ak Partiye dönecek olursak, kendi korkaklıkları ve pısırıklıkları dolayısıyla senelerdir ayak bağı olan ve ayak bağı olmayı da sanki marifetmiş gibi Batılılara ve Batıcılara yaranmak adına ulu orta satan adamlarla değil devlet, bakkal dükkanı bile idare edilmez. Parti çevresine gelecek olursak da, şu “yandaş” diye tanımlanan ve kendilerini böyle tanımlayanlar... İsim vermeyeceğiz ve muhtemelen okuyan her biri de “a bak benden değil, falancadan bahsediyor” diyecek. Dolayısıyla kelimelerimizi israf etmemek adına çok da birşey demeyelim...

Gelelim Hürriyet Gazetesi’nde yazdığı yazılar dolayısıyla değil de, Ak Parti’ye asalaklık eden bir takım köşe-li yazarlarının çapsızlığı dolayısıyla sık sık gündeme gelen Ahmet Hakan Çoşkun’a... Mesela siz ne istiyor ve mevcut olanın yerine ne teklif ediyorsunuz? Meseleleri sathî planda fotoğrafla, fotoğrafla nereye kadar? İş bir yere geldiğinde sormayacaklar mı, “şunu istemiyorsun da yerine ne istiyorsun bilader” diye? Ne cevab vereceksin o vakit? “Barış, insan hakları, hayat tarzı, diktatör, demokrasi” falan mı diyeceksin? Aynı şekilde ortalık karışınca kaybolan, ara ara hortlayan, Amerika’lı stratejistlere “Türkiye nasıl halledilir” dersi veren Cengiz Çandar ve aynı zihniyetin mensublarından Özkök için de bu tesbitlerin ve sualimizin geçerli olduğunu ifade edelim. Nedir arkadaş, devleti ve milleti Amerika’ya boyun eğdirince bir taraflarınız tavana mı değecek? Hainseniz güzel; fakat bunu bir de “biz onlarla baş edemeyiz” diye iyi(!) niyetle yapıyorsanız, bak o daha da fena... Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşelidir, unutma...

Fettullah Gülen’e gelelim... Bütün paraları toplasa, bütün milletin itikadını bozsa, bütün amelleri iptal etse, hattâ Olimpos’un tepesine koyup tanrı ilân etseler, ondaki kuduz nefs bunlara da kanmaz, doymaz. Ya sen ne istiyorsun? Amerika’nın istihbarat servisleri önünde her iki yöne doğru eğilmek sen de nasıl bir tatmin duygusu meydana getiriyor ki, başka hiçbir şeye kanmıyorsun? Bari yaşından başından utan, hâyâsız...

Hangi birine odaklanacağımızı şaşırdık. Liste öyle kalabalık ki...

***

Küçük bir oba, bir boy, İlay-ı Kelimetullah davasına sarıldı ve İslâm’dan bulduğu şeref, izzet ve haysiyet ile 500 sene üç kıtaya hükmetti. Biz ise 80 milyon yahut hadi 50-60 milyon, yukarıda niteliklerini sıraladığımız kılıç artıkları arasında 90 senedir debelenip duruyoruz?  Utanmıyor muyuz? Yahut insan olmak, böylesi bir vaziyete düşmüş olmaktan dolayı en azından utanmayı icab ettirmez mi?

Görüldüğü üzere, Ak Parti’nin içinden başlayarak sınırların ötesine kadar uzanan hainlik, korkaklık ve yüzsüzlük başlıkları altında müthiş bir nitelik zengin(!)liği mevzu bahis. İslâm’a Muhatab Anlayış hâkim olmasın, 90 küsur yıllık hesap berhava edilmesin, birileri Anadolu’da hiç hakkı olmadığı hâlde elde ettiği imtiyazı kaybetmesin diye, yapmayacakları hiç birşey yok. Gezi’de de gördüğümüz üzere, kendi hayat tarzlarını garanti altına almak adına, bir avuç genci, asla sahib olamayacakları bir hayat tarzı sürdürüyormuş ve bu hayat tarzı da tehdit altındaymış gibi kandırıp, kendilerine, kendi hayat tarzlarına gardiyanlık ettirmediler mi? Uyanın artık uyanın... “Erdoğan gitsin” diyenlere bir kez daha bakın ve bir kez daha. Düne kadar köpekler gibi birbirini dişleyenleri, bugün Erdoğan karşısında bir kucakta toplayan saiki düşünün. Geçtiğimiz sayı kapağımızda da dediğimiz üzere, “bunu görmeyen ya hain, ya da ahmaktır.”

Son olarak, anlaşılmama ihtimaline binaen, onların diliyle ifâde etmek gerekirse,

- “Mesele Receb Tayyib Erdoğan Değil, Sen Hâlâ Anlamadın mı?"



     ******


    Fatih Turplu'nun Batıcılar, Anti Erdoğancılar ve Şu “Bizimkiler” başlıklı yazısı:


Batıcılar, Anti-Erdoğancılar ve Şu “Bizimkiler”

Son günlerde gelişen hâdiseleri de göz önünde bulundurarak bu yazımızda henüz tıp literatürüne girmemiş bir hastalıktan bahsedeceğim. Bu hastalığın adı “kronik Tayyib düşmanlığı”dır… “Kronik Tayyib düşmanlığı” özellikle 2010 senesinden sonra Amerika-Avrupa-İsrail (laboratuvar)larında üretilmiş olup bünyesinde İslâm’a karşı alerjik belirtiler taşıyan şahıs ve kurumlarda görülmektedir. Bu hastalığın (semptom)larını ise bugünlerde çok sık bir şekilde görüyoruz. Maalesef uyuz illeti gibi pek çabuk sirayet edici bir virüs türü olduğunu söyleyebilirim.

Bu hastalık memleketimizdeki birçok hastalık gibi Batı (laboratuvar)larında türetilmiş İsrail ve Avrupa menşeili (donörler) vasıtasıyla bu coğrafyaya taşınmış ve 2013 senesi itibariyle hükümet tarafından Yenibosna civarındaki bir tesiste olduğu tespit edilmiştir. Yenibosna metrobüs istasyonu civarındaki “Fettuşî”ler isimli bu tesisin Amerikan (tandans)lı bir “Corporation-Birleşik Kurum” olduğu da kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bu tesisin asıl ruhsat sahibi her ne kadar İstanbul-Türkiye adresinde gösterilse de, yapılan araştırmalar asıl ruhsat sahibinin Langley-Virginia civarındaki bir tesiste ikamet ettiğini ortaya çıkarmıştır. Bunun yanı sıra imalatçı firmanın Pennsylvania adresli olduğunu da ekleyelim.

Bu hastalığın Batı (laboratuvar)larında türetilip memleketimize yayılmaya çalışılmasının sebebi, tıpkı Tanzimat Dönemi’nde olduğu gibi, çeşitli hastalıkları memleketimize ihraç ederek, mevcut bünyeyi zayıflatmaktır.

Bu hastalık biraz önce belirttiğimiz firma eliyle şehir şebekesinin suyuna, havasına vesâir yerlere katılarak halkımıza enjekte edilmeye çalışılmaktadır. Bir not olarak şunu da ekleyelim ki “kronik Tayyib düşmanlığı” hastalığı “deli dana, Çin gribi, tavuk gribi” hastalıkları kadar tehlikelidir; ancak henüz hastalığın ne olduğu tam anlamıyla keşfedilemediği ve kamuoyu tarafından bilinemediği için tedavi hususunda zorlanılmaktadır. Fakat şu husus da unutulmamalıdır ki, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun da söylediği üzere “kanser diye bir hastalığın olduğunu bilmemek, insanı kansere karşı masun kılmaz”; yani, böyle bir hastalığın olduğunu kabul etmemek yahut bilmemek, o hastalığın etkilerinden korunacağınız ve virüse maruz kalmayacağınız anlamına gelmemektedir…

Batı dünyasının böyle bir hastalığı icad edip memleketimizdeki her meseleye müdahil olmasının sebebi elbette kendi çıkarlarıyla, Ortadoğu’daki çıkarlarıyla, Türkiye üzerindeki çıkarlarıyla alakalıdır; buna bağlı olarak da böyle bir hastalığı körüklemek, buradaki “donör ajanları” vasıtasıyla bunu yaygınlaştırmak ve neticelerini beklemek Batılılar için neredeyse günlük ödev haline gelmiştir. Esasında bir Avrupalıyı, Amerikalıyı, İsrailliyi Tayyip Erdoğan düşmanı olduğu için suçlamak da bana kalırsa yersiz; çünkü adamlar zaten “gâvur”! Böyle olunca da bu hâdisede (traji komik) duruma düşenler ister-istemez “bizim gâvurlar” oluyor…

Memleketimizde “kronik Tayyib düşmanlığı”na kapılanların çoğuna baktığımda (enteresan) bir birlikteliğe şahid olduğumu söylemek isterim. Açıkçası dünya görüşüme nisbetle söylersem, ne kadar sevmediğim, nefret ettiğim, tiksindiğim, rahatsızlık duyduğum insan varsa hepsi bir blok oluşturmuşlar ve bu hareketin adını da “anti-tayyibizm” olarak belirlemişler. İyilerin her zaman müstesna olduğunun altını çizerek söylemek isterim ki, kaba bir bakış açısıyla bile baksak anti-Tayyibçilerin bazı özelliklerini sıralamak bile bu insanların ne kadar gözü dönmüş bir halde Batının tezgâhladığı bu oyuna geldiklerini görebiliriz. Anti-Tayyibizm hareketinin klasiklerine baktığımızda memleket düşmanlığı, millet düşmanlığı, İslâm düşmanlığı, Allah ve Resûl’ünün düşmanlığı ilk dört sırada başı çekiyor. Tabii elbette sizin hareketinizin ilk dört klasiği bunlar olunca da geri kalan muhtevasına da ayrıca bakmaya gerek kalmıyor…

Bunlarda öyle bir halet-i ruhiye var ki, şeytan ile Tayyib Erdoğan kavga edecek olsa, Müslüman görünümlü olanları da dahil, hem de ne yaptıklarını bilerek, şeytanın yanında saf tutarlar. İzan bunların lügatında artık karşılığı olmayan bir terim…

“Kronik Tayyib hastalığı”nın bir vakıa olduğu, bir (realite) olduğunu şuradan da anlayabiliriz ki, her sabah ve akşam cezaevinde sayım veren mahkûm gibi, Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın mahremine küfrediyorlar ve üstüne üstlük bir de ona “diktatör” diyorlar.  Buradaki (paradoks)tan da anlaşılacağı üzere adam “diktatör” olsa sen zaten bunu söyleyemezsin. Çünkü söylediğin andan itibaren içinizden üç kişiyi sallandırır ve geri kalan 300’ünüz de pısar kalırsınız. Aksi durumda, “diktatör” değilken, ona “diktatör” diyerek küfretmek kim olursa olsun terbiyesizliktir, aşağılık bir harekettir. Belirttiğimiz tondaki anti-Tayyibçiler kendi içlerindeki bu (paradoks)u dahi çözememişken 2010 yılından sonra millîci çizgide hareket eden Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ı yıkmaya davranmaları saçmadır. Çünkü sen daha kendi söylemini, gayeni, ana maksadını belirleyememiş bir söylemle, değil Cumhurbaşkanını devirmek, su yolundaki su testisini bile deviremezsin.

Birçok Amerikan filminden de hatırlanacağı üzere, (laboratuvar)larda icad edilen canavarlar, ilk önce kendisini icad eden profesörleri yerler; yani bu mevzuda çok dikkatli olmaları gerekiyor. Amerikan film senaryolarına göre söylersek, bu hastalık da sirayet ettirilmeye çalışılan milletimizden çok, ilk önce icad edenleri sonra da, hastalığın yayılması için aracılık edenleri yiyecek gibi gözüküyor.

Esasında Avrupalı, Amerikalı, İsraillileri anladığım gibi memleketimizdeki Batı yanlısı tipleri, Amerika ve İsrail çıkarlarını koruyan Hürriyet vesâir gibi medya gruplarının da niçin Tayyib Erdoğan düşmanlığı yaptığını anlıyorum; çünkü herkesin bildiği üzere efendisi ne tarafa yönelirse para ile tuttuğu uşağı da tabiî olarak o tarafa yönelir... Ancak kendisi hangi grup-görüş ve fikir etrafında halkalanmış olursa olsun, kendini İslâm’a nisbetle hareket ediyor olarak nitelendiren herkesin bu mevzuda bana kalırsa kafasının net olması gerekiyor; ortada “Baryon Asimetrisi” yahut “KMG Anisotropisinin Eliptik Hizalanması” gibi kompleks hususlar yok! Düşüncelerine katılırsınız ya da katılmazsınız, o ayrı mesele; ancak o düşünceleri istikametinde memlekete iyilik etmeye çalışan ve bugüne kadarki birçok örneğin aksine “hainlik” etmeyen bir adama düşmanlık eden batılılar ve ona çanak tutan yandaşları var. Bu sebeple şöyle bir cümle kurmakta sanırım mahsur yoktur: Mesele Tayyib Erdoğan değil, sen hâlâ anlamadın mı?

     ******

Abonelik İçin İrtibat:
0212 361 44 18

     ******
www.barandergisi.net

https://www.facebook.com/barandergi

https://www.twitter.com/baran_dergisi

http://www.aylikdergisi.com

https://www.facebook.com/aylikdergisi

https://www.twitter.com/aylik_dergisi