Faruk Hanedar'ın Baran Dergisi'nin 456. sayısında yayımlanan "Zaman Hesap Verme Zamanı!.." başlıklı kapak yazısı:
Zaman Hesap Verme Zamanı
Fettullahçı Terör Örgütü’ne operasyonlar başladığında “bu pilav daha çok su kaldırır” demiştik. Dediğimiz gibi de oldu… Birçok operasyona şahit olduk. Geçtiğimiz hafta da Fettullah Gülen’in 1 numaralı sanık olduğu ve hakkında 37,5 yıldan 52,5 yıla kadar hapisle ağırlaştırılmış müebbet istendiği iddianame kabul edildi. 1453 sayfadan oluşan iddianamede örgütün önde gelenlerinin de aralarında bulunduğu 69 şüphelinin ismi geçiyor. Şikâyetçi ve mağdurlar arasında ise siyasî parti liderlerinden bakanlara kadar pek çok isim var.

Gülen’in Herzeleri
Yeni değil, biz yaklaşık 40 yıldır bu adamlarla mücadele etmekteyiz. Dolayısıyla biz bunların ciğerini biliriz. Ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanan Fettullah Gülen’in ve liderliğini yaptığı yapılanmanın yediği herzelerin hepsini alt alta sıralamaya kalksak sayfalar yetmez.
Sene 1995… İslâm düşmanlığının had safhada olduğu ve devletin bazı kademelerinin tekelinde bizzat İslâm’a karşı kin ve nefretin kusulduğu dönem. Müslüman kadınlar başörtülerinden dolayı zulüm görüyor. İşte böyle bir dönemde, Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’e bağlı bir cemaatin lideri olduğunu iddia eden Fettullah Gülen sahneye çıkıyor ve İslâm düşmanı Hürriyet Gazetesine bir röportaj veriyor. Elbette röportaj vermesinde bir beis görmüyoruz; fakat röportajda geçen şu ifade bugünü anlamak için anahtar hükmünde; “Başörtüsü teferruattır”… daha sonra “yanlış yazılmış, ben füruattır” dedim diyor muhterem Hocaefendi(!)… Başörtüsünün bayraklaştığı demlerde, Müslümanlarla bir safta buluşup mücadele etmek bir yana, bu mücadeleyi baltalayan konumunda.
Tarih 18 Nisan 1997… Medyatik cemaat lider Fettullah Gülen yine Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde… 28 Şubat’ın Müslümanlar üzerindeki baskıyı iyice artırdığı dönemde, Erbakan hükümetine “beceremediniz artık bırakın” diyor. Yahudilerle olan yakın münasebetleri dolayısıyla Yahudi mizacı kendisine sirayet etmiş olacak ki, nerede çıkar varsa hocaefendi(!) orada… 28 Şubat süreci boyunca Müslümanlara karşı İslâm düşmanlarının yanında saf tutuyor ve destekliyor.
Yahudileri o kadar çok seviyor ki, İsrail devleti yaşlı-genç, kadın-çocuk demeden Müslüman katliamı yaparken, Şehid Saddam Hüseyin İsrail’i bombalaması üzerine; “Yahudi çocuklarının başında patlayan bombalar sanki içimde patlıyor” demekten de geri durmuyor. Keza Gülen’in Yahudi dostluğunu, 2014 senesinde ABD merkezli Yahudi Gazetesi Jewish Daily Forward, “Philosemitic İmam” yani “Yahudisever İmam” tanımlamasını kullanarak zaten açıkça izah ediyor.
Mavi Marmara’da dokuz Müslüman’ın terör devleti İsrail tarafından şehid edilmesinin akabinde “İsrail'in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” diyor ve tanıdığı otoritenin kim olduğunu ve nereden emir aldığını alenen beyan ediyor. Mavi Marmara’da ölenlerin şehid olmadığı iddiası da cabası... Bu iddiasını savunma şekli ise daha büyük garabet, “onlar İsrail otoritesinden izin almadılar ve bile bile ölüme gittiler”… Koskoca cemaatin lideri “şehidlik şuuru”ndan hem nasibsiz, hem de bîhaber…
Dediğimiz gibi Fettullah Gülen’in Müslümanları her fırsatta sırtından vuran ve İslâm’a düşman kim varsa aynı safta buluştuğunu gösteren eylem ve söylemleri saymakla bitmez; fakat bunlardan bir tanesi var ki cezasız kalması düşünülemez. Ehl-i Sünnet Vel Cemaat yolunu ifsâd etme ve Müslümanların itikadıyla oynama projesi olan “Ilımlı İslâm”ın baş aktörü olmak… Türk Ceza Kanununda böylesi bir suç tanımlaması ve yaptırımı olmasa da, bunun bedelini mutlaka ama mutlaka ödeyecek, gerek bu dünyada, gerekse ötesinde...

Ilımlı İslâm Projesi
1970’lerden itibaren bütün dünyada ve tabii bu arada Türkiye’de İslâmcı hareketler bir çıkış trendi yakaladı. Elbette bu cihad hareketlerinin bir numaralı düşmanı sistemi elinde tutan ABD, İsrail ve hempasıydı. Onlara göre İslâmcı hareketlerin yükselişinin önüne geçmek için bölgenin hem sosyolojik, hem de siyaseten yeniden düzenlenmesi gerekmekteydi. Bu çerçevede CIA Ortadoğu Masası Şefi Graham FullerYeşil Kuşak Projesi” adında bir proje geliştirir. Bilinen bu olsa da projenin asıl sahibi muhtemelen, ondan önce Türkiye’de CİA istasyon şefliği yapan Paul Henze’di.
Bahsi geçen projenin maksadı Müslümanlardaki cihad anlayışı ile beraber itikadını törpüleyerek İslâm coğrafyasının daha kolay yönetilebilir olmasını sağlamaktı.
90’lı yıllara gelindiğinde, “28 Şubat” için düğmeye basılmıştır. 28 Şubat’ın zorlu şartları ardından Müslümanların önüne çıkarılan ilk kişiye sarılabilmesi adına ortam hazırlandı. Söylediklerinden kendisinin hadiselerin gelişiminden haberdar olmadığını çıkardığımız Recep Tayyip Erdoğan, bu çerçevede “Ilımlı İslâm” projesinin siyasî ayağı için biçilmiş kaftandı. Projenin yürütücüsü ise Fettullah Gülen ve cemaatiydi. Ak Parti, tabirimi mazur görün, bir nevi “mayın eşekliği” yapacak, Cemaat’in sistemi ele geçirmesinde perdeleyici vazife görecekti. Keza Graham Fuller, Fetullah Gülen’in ABD’de oturma izni alabilmesi için referans olduğunu ve cemaatinin “Çağdaş İslâmî düşüncenin en ılımlı ve en olumlu temsilcisi” olduğunu bir röportajında dile getirmiştir.
2009 yılına kadar Ak Parti ile Gülen cemaati arasındaki ilişkiler gelişerek devam etti. Bu süre zarfında devlet içinde kümelenen Gülen cemaati mensupları kilit kademelere, başka bir deyişle devleti ayakta tutan kolonlara yerleştiler. 2002 ile 2010 yılları arasında yargıyı tamamen ele geçirerek çıkarlarına ters eylem ve söylemde bulunabilecek şahıs, dernek, cemaat kim varsa yargı vasıtasıyla pasifize ettiler. Ergenekon operasyonlarıyla eski Amerikancıları tasfiye edip onlardan boşalan kademelere yerleştiler. Yollarına taş koyabilecek tüm kesimlere sırasıyla saldırdılar. Bu süreçte devlet mekanizması büyük oranda Gülen cemaatinin inisiyatifine geçti. İsteklerini dinlediler, istediklerini hapsettiler…

Cemaatin Kamikaze Dalışı
Gülen cemaati ile Ak Parti arasındaki ilişki “al gülüm ver gülüm” mesabesinde devam ederken, 2009’daki “van minüt” hadisesiyle beraber çark tersine dönmeye başladı. Gülen cemaati devleti tamamen ele geçirdiği düşüncesiyle rehavete kapılırken, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da cemaat tarafından çevresine örülen duvarın ve şeytanî planın farkına vardı. Cemaat ile Tayyip Erdoğan arasında bir uzaklaşma süreci başladı. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, cemaatin paralı askerleri tarafından gözaltına alınmaya çalışılmasıyla bir süredir devam eden kriz gün yüzüne çıktı.
Bu operasyona hükümet, cemaatin en büyük gelir kaynaklarından biri olan dershanelerin kapatılmasını gündeme getirerek karşılık verdi. Akabinde malumunuz “yolsuzluk soruşturması” kisvesi altında gerçekleştirilen 17-25 Aralık bombası patladı. 2002’den 2009’a kadar cemaatle çok yakın ilişkiler kuran Erdoğan, bu darbe girişimlerini, sırtını millete dayayarak ve dik durarak bertaraf etmeyi başardı. Bu saldırı cemaat adına tam olarak bir kamikaze dalışı oldu.
Bu süreçten sonra devlet içerisinde kümelenen ve paralel devlet yapılanması oluşturan Gülen cemaatine arka arkaya operasyonlar yapılmaya başlandı. Emniyette, yargıda, maliyede cemaatin kolu kanadı kırıldı. Son olarak Fetullah Gülen’in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılanmasını talep eden iddianame ile ABD ve İsrail taşeronu cemaat için futbol tabiri ile uzatma süreleri başladı.

Cemaatle Mücadelede Eksiklikler
Gelinen süreçte, cemaatin devlet içerisindeki gücünün büyük ölçüde törpülenmesine mukabil finans desteği ve medya desteğini kesmek yönünde gerekli adımlar tam anlamıyla atılamamıştır. Açıktan Zaman, örtülü olarak Doğan Medya ve illegal faaliyetlerde kullanılan Cumhuriyet gibi gazeteler yayınlarını halen aynen sürdürmektedirler.
Geçmişte uydurma deliller ve kumpaslar neticesinde “terör örgütü” olarak kamuoyuna takdim edilen birçok İslâmî cemaatin medya organlarının yayınları toplatılır, kapılarına kilit vurulmuştu. Ancak bugün bazı yayın organları tarafından, terör örgütü olduğu, yasadışı dinlemeler yaptığı, yabancı istihbarat servislerine gizli belge ve bilgiler sızdırdığı delillerle sabit olan bir örgütün propagandası rahatlıkla yapılabilmektedir. Zaman Gazetesi’nden Samanyolu televizyonuna kadar birçok örgüt yanlısı yayın organı devlete ve millete pervasızca saldırmakta, elini kolunu sallayarak hareket edebilmektedir.
Diğer eksik kalınan husus ise finans kaynaklarının kesilmesi noktasında… Dünyanın neresinde olursa olsun, bir devlet kendisine zarar veren herhangi bir “terör örgütü”nün finans kaynağını keser. Kesmezse o finans desteği sayesinde, o örgüt faaliyetlerini rahatlıkla yürütür. Türkiye piyasalarında ticarî kuruluş maskesiyle gizlenmesine mukabil FETÖ’ye finans desteği sağladığı katiyetle bilinen birçok şirket bulunmakta… Bu desteği sağlayan kurumların mal varlıklarına da ivedilikle el konulmalıdır.

Netice
Bugün FETÖ ile mücadele bahsinde söylediklerimizi, dün de söylüyorduk. 28 Şubat sürecinde Fettullah Gülen’in tek derdinin İslâm’ı ifsâd etmek olduğunu söyleyen, ondan önce de ihanet içinde olduğunu defaatle vurgulayan, kısacası bu mücadeleyi yıllardır sürdüren ve bunun bedelini binlerce mensubunu cezaevlerine göndererek ödeyen bizler, bunların her daim peşinde olacağız. Ak Parti olsun yahut olmasın, biz bu mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz ve Müslüman Anadolu İnsanının itikadına el uzatmanın, göz dikmenin bedelini de herkese öğreteceğiz...
İslâm’ı hedef alanların yazdığı, dini içten yıkmaya aday kâfirlerin oynadığı oyun, son dönemde cereyan eden hadiselerle beraber boşa düşmüştür. Bundan sonrasında da bu role soyunmak isteyenlere ibret olsun!
Bugüne kadar herkes konuştu FETÖ dinledi, şimdi ise FETÖ konuşacak hâkimler dinleyecek!
Zaman hesap verme zamanı!
 

***
     Fatih Turplu'nun Baran Dergisi'nin 456. sayısında yayımlanan "ETO'O Değil FETÖ Bitmiş" başlıklı yazısı:
 
ETO’O Değil FETÖ Bitmiş…
17-25 Aralık soruşturmalarında usulsüzlükler ve şüphelilere kumpas iddiasıyla aralarında Fetullah Gülen’in de bulunduğu 69 kişi hakkındaki soruşturmanın iddianamesi tamamlandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı vekili İsmail Uçar tarafından hazırlanan iddianamenin şablon kısmı 97, metin kısmı ise 1356 sayfa; UYAP’ta incelenmesi kolay olsun diye PDF hâline getirilince de sayfa sayısı 1453 olmuş…
İddianame yayınlandıktan sonra hemen FETÖ taraftarları iddianamenin hukûkî olmadığı ve uydurma deliller olduğu yönünde Zaman Gazetesi etrafında manipülasyona başladılar…  Alaya alma, savcıyı kopyacılıkla suçlama vesâir ucuz muhalefet yoluyla Zaman Gazetesi ve yandaşları iddianameye hücum ediyorlar; iddianame içindeki “buz gibi” delilleri, tapeleri, kumpasları ve birçok kanunsuzluğu da bu dil etrafında aklı sıra gömmeye çalışıyorlar. Bu meyanda biz de iddianame içinden gözümüze takılan bazı hususları dile getirerek paylaşmak istedik.

1453 Muamması
Savcının hazırladığı iddianame biraz evvel belirttiğimiz gibi UYAP’ta incelenmesi kolay olsun diye PDF hâline getirilince de sayfa sayısı 1453 olmuş. Hal böyle olunca da “Cimaat” takımı hortlayarak bağırmaya başladı: “Bakın işte 1453, İstanbul’un Fethi’ne ayarlanmış sayfalar!” İyi de kardeşim, bizde tarih öyle şaşaâlı ve köklü ki, sayfa sayısı faraza 1553 olsa bu sefer de Şehzade Mustafa’nın (6 Ekim 1553) boğdurulmasına tesadüf edecek, paralel tayfa bu seferde “vay bizi boğacaklar!” diye feryat koparacak! Bir de aynı tarih (6 Ekim 2015) iddianamenin açıklandığı hafta içinde olduğunu da hesaba katarsak buyur bir de buradan yak, al sana paralel halüsinasyon…
Sizin anlayacağınız 1453-1553 vesâir diye dolaşan mide gurultusu, esasında, PDY’cilerin “aya bak kamyon farı gibi!” numarasıdır…

Umûmi Olarak İddianame
Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun 2014/115949 soruşturma numarasıyla hazırladığı iddianamenin “klasik iddianameler”den biraz farklı olduğunu söylemek lazım. Savcı İsmail Uçar sadece elde bulunan delilleri sıralayıp ardından da “filanca maddeye göre suçludurlar” dememiş, iddiasını ispat için, gerçek delillerin yanı sıra hadisenin coğrafî, iktisadî, içtimaî ve tarihî taraflarına da el atmış. Deliller ile elde edilip mevcut kanunlarla verilmesi gereken kararın sağlamlığı adına uzun uzun mevzuunu çalışmış. Yani “aha deliller, aha da kanun, bal gibi suçlusun!” diyebileceği yerde, mevzuun psikolojik veçhesinden tarihî akışına kadar gayret sarf etmesi bana kalırsa Türkiye’deki hukuk adına sevindirici bir gelişme; FETÖ’cüler savcı İsmail Uçar’ın hazırladığı iddianameden elbette rahatsız olacak ve –hesapta- alaya almaya çalışacaklardır.
Diğer yandan, “örgüt lideri olduğuna dâir herhangi bir delil olmamasına karşın bir örgüt lidersiz olamayacağından, örgüt lideri olduğuna” denilerek “olsa olsa budur!” kanaatiyle Salih Mirzabeyoğlu hakkında hazırlanmış iddianameyi ve kararı çok iyi bildiğimizden, FETÖ’cü tayfanın, hem de bu kadar delile rağmen, “hukuk” diye ciyak-ciyak bağırmasını pek manidar buluyoruz...
Bugün İsmail Uçar’ın hazırladığı iddianameyi hukuksuzlukla suçlayan aynı gürûhun bahis mevzuu iddianameyi, o günlerde “işte elebaşı, işte çetesi” diye gazeteleri Zaman’da ve sâir yayın organlarında nasıl alkışladığını hatırlatıyor ve yine bahis mevzuu tüm manşetlerin bulunduğu gazeteleri rulo haline getirip alakalılarına postalasak mı acaba diye soruyoruz?
İddianameye dönersek; tüm bunlara mukabil savcının tarihî bazı hususlarda kesinliği tartışmalı mevzuları kesin ifadelerle anlatmış olması da bizce yanlıştır. Fakat bu hususlar dosyadaki delillere halel getirecek nitelikte olmayıp sadece teferruat nev’indendir.
69 şüphelinin bulunduğu iddianamede bir numaralı şüpheli Fethullah Gülen… Gülen’in yanı sıra eski emniyet müdürü Yakup Saygılı ve dönemin mali şubedeki komiserleri ve polisleri de bu 69 kişi içerisinde... Fethullah Gülen’in “silahlı örgüt kurmak ve yönetmek”, diğer sanıkların ise örgüt üyeliği, casusluk ve sâir suçlardan yargılanması iddianamede isteniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu dosyada müşteki sıfatıyla, Başbakan Ahmet Davutoğlu ise mağdur olarak yer alıyor. Daha birçok müşteki ve mağdur da dosyada…
İddianamenin ana mevzuu, 17-25 Aralık operasyonlarının yolsuzlukla alakalıymış gibi gösterilip FETÖ örgütünün darbeye nasıl teşebbüs ettiği...
Ayrıca, FETÖ’cüler “ah evropa, evropa!” diye ikide bir ağlamasınlar diye savcı İsmail Uçar’ın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki bazı maddeleri de iddianameye alarak şüphelilere “hukuk”tan başka sığınacak yer bırakmaması da gerçekten akıllıca bir yaklaşım olmuş.

Badem Bıyıklı Abilerden Küfür Şov:
Ellerde Sigara Ağızlarda Küfür Hizmete Devam
Büyük Doğu İBDA bağlıları olarak kaba bir tasnifle söylersek 30 küsur yıldır “hizmet hareketi” denilen bu FETÖ’cülerin, bu adamların nasıl sahtekâr olduğunu anlatagelmiştik. Gün geçti devran döndü ve Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle “zaman ayının ayılığını ve dayının dayılığını ortaya çıkardı.” Ve bizim için zaten malum olan bugün kamuoyu için de hakikat oldu. Hani bu “hizmet hareketi” denilen FETÖ’cü örgüt yapılanmasının adamları için kamuoyunda çizilen badem bıyıklı, halim selim bir portre vardı ya, işte o maske yırtılınca ortaya çıkan manzara bir acayip ki sormayın. Şahsen, birebir ilişkilerde, emniyette, mahkemelerde bu FETÖ’cülerin ne kadar vicdansız olduğunu çok gördüğümüzden bize şaşırtıcı gelmese de kamuoyu ve halkımızın bilmesi açısından bu kasetçi-montajcıların iddianamede ortaya çıkan yüzlerine ibret olması açısından paylaşalım:
“YASİN TOPÇU: Onunla konuşuyoruz dedim ki ben bu arada balkona çıktım bir sigara yakayım bir saniye.”…
Ooo Fetullahçı abi elde sigaralar, hayırdır?
YASİN TOPÇU : Şimdi en çok .ötü Yusuf Yusuf eden bizim o Donkişot müfettişlerle savcılar var ya o. Hadi madi bilmem ne falan İsmail Uçar falan .
SALİH :Hı hı.
YASİN TOPÇU :Şimdi onlar Yusuf Yusuf etmeye başlamıştır ya…ğı yedik şimdi diye .
SALİH :S….ki tuttuk demiştir s…ki tuttuk .
YASİN TOPÇU :Aynen öyle hayırlısı Salihim be.
SALİH :Hayırlısı abi .
YASİN TOPÇU :Görüşürüz abi kendine iyi bak.”
Vay arkadaş, hani marjinal bizdik? Bütün FETÖ’cüler tiren yapıyormuş da haberimiz yokmuş meğer…
Badem bıyıklı abilerimizdeki ağız, ağız değil kenef çukuru mübarek. Arkadaş, hadi kendi aranızda böylesiniz anladık! Terbiyesiz bir lügatınız var tamam. O gariban Afrikalı çocuklara Türkçe öğretiyorum ayağına yoksa bunları mı öğrettiniz lan siz? Rezil herifler, aşağılık kepazeler sizi. Dinler arası diyaloğunuz da, bu küfürlü diliniz de, bu hıyanetiniz de batsın be...
 
Yolsuzluk Yalanı, Kumpas, Darbe Teşebbüsü
İstanbul Mali Şube içindeki çeteci-örgütçü polisler başta o günlerdeki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bütün bakanlar kurulunun peşine düşmüş ve görünen o ki, mesailerinin çoğunu bu kumpasa harcamışlar. İddianamedeki bu detaylı bölümü görünce insanın faraza kaçakçı olası geliyor; çünkü, ister vergi kaçır, ister usulsüz ihale peşine düş, istersen hayali ihracat yap, ne yaparsan yap; nasılsa bütün mali şube müdürü, komiseri Başbakan’a kumpas kurmakla meşgul…
Adamlar işi o kadar abartmış ki, devletin yapacağı enerji ihalelerini takip ediyorlar, Taner Yıldız başta olmak üzere bütün devlet yetkililerinin özel hayatını fotoğraflıyorlar, dinliyorlar, videoya çekiyorlar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la Haliç Kongre Merkezi’nde yaptığı görüşmeyi takip edip, görüntülerini alıyorlar ve ardından bunu da Cumhuriyet Gazetesi’ne sızdırıp, gazetede “Haliç’te karanlık zirve” diye haber yaptırıyorlar; yani, bir yandan yapacakları tezgâhın basamaklarını hesapta “kanûnî!” açıdan sıralarken, diğer yandan kamuoyu algısı oluşturarak darbeye zemin hazırlıyorlar. Haliç Kongre Merkezi’nin görüntülerini Narkotik Şube adına istettirip, Mali Şube’deki kendi dökümanları arasına iliştiriyorlar. Yahu arkadaş kimse de sormuyor ki, Hakan Fidan ile Recep Tayyip Erdoğan’ın “görüşmüş” olması nasıl bir suç teşkil edebilir? Kaldı ki, hukuken dokunulmaz olan Başbakan ve kabinedeki birçok bakanı sen nasıl soruşturabiliyor, Başbakan’ın evinin krokisini nasıl çıkartabiliyor, adım adım nasıl fotoğraflayabiliyorsun? İşte tezgâh burada başlıyor. Cumhuriyet Gazetesi vasıtasıyla “Haliç’te karanlık zirve” haberini kopyala-yapıştır bu görüntülere ekle, sonra Twitter’dan montajladığın ses kayıtlarını döşe; zaten aklı bir karış havadaki memleket evladının ver eline ve gerisini seyret hesabı…
Bir de işin ilginç tarafı “yolsuzluk” diye bahsedilen ve Mali Şube’nin takip ettiği mevzu bahis ihale yapılmadan “ihalede fesat” fezlekesi düzenleniyor ve hazırladıkları fezlekeye de Recep Tayyip Erdoğan için “dönemin başbakanı” ifadesini kullanıyorlar. Yani; mahkeme görülmeden mahkeme neticesi belirlenmiş ve iddianame, savcılık, mahkeme, yargılama gibi bütün safhalar atlanarak “dönemin başbakanı” ifadesinden de anlaşılacağı üzere çoktan FETÖ’cüler tarafından ceza kesilmiş… Adamlardaki rahatlık barometresi nereden baksan 1500… Bunun yanında eş zamanlı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın, bazı iş adamlarının, bakanların montajlı ses kayıtları basına ve kamuoyuna sızdırılarak kamuoyunu yapacakları tutuklamalara hazır bir hale getirmeye çalışmışlar…
Bu arada şunu da hatırlatmak gerekiyor ki, görüldüğü üzere FETÖ’cü örgüt elemanlarının -en azından Mali Şube’dekiler- birçoğu polis olmaktan öte sanırsınız Hollywood film yapımcısı; görüntü montajlama, ses montajlama, yayınlama, bunun pazarlanması. Arkadaş madem bu kadar maharetliydiniz, Yeşilçam’a da bir el ataydınız ya!..
Biraz evvel de bahsettiğimiz gibi “ihalede yolsuzluk” adı altında mevzu bahis ihaleler yapılmadan “ihalede fesat” diye fezleke düzenleyen FETÖ’cüler, aslında operasyonu 17-25 Aralık tarihlerinde yapmayacaklarmış. Daha operasyona vakit varken, gizli takipleri açığa çıktığından telaşa kapılarak acilen operasyon yapmak zorunda kalmışlar ve yaptıkları-yapacakları bütün işleri ellerine, yüzlerine bulaştırmışlar. Böyle olunca da mevcut hükümet Mali Şube’deki yetkilileri görevden alarak yeni polis müdürleri atamış; yeni müdürün atanmasıyla beraber telaşa kapılan FETÖ’cüler şube içinde ayrıca dosyaladıkları bütün darbe teşebbüslerini bilgisayarlardan geri döndürülemez bir biçimde silmiş, belgeleri çuvallara doldurarak kaçırmışlar. Bu mevzuya dair iddianamede geçen görüntülerden anladığımız kadarıyla FETÖ’cü bir polis yeni müdürün odasını koridordan gözetlerken, diğer FETÖ’cüler belgeleri çuvallara doldurarak şubenin arka kapısından kaçırıyorlar. Şerefsizlere bak, sanırsın CIA’nin ofisinden kendi memleketi için belge kaçırıyor; oysa bu adamlar o kadar adi ki, hepimizin verdiği vergilerle çalışan bu kopiller kendi liderleri Fethullah Gülen’in ihtirası peşinde her türlü adiliği yapacak kadar alçalmış suç örgütü mensuplarıdır. Sanki KBG’ye, CIA’e, MOSSAD’a operasyon yapıyorsun; oysa 2010’dan sonra “ayıkmaya” başlayan ve Batı çıkarlarının karşısında kendi memleketinin çıkarlarını korumaya çalışan zihniyete kumpas kuruyorsun… Demek ki insan aşağılaşmaya başladıktan sonra yani insan formundan çıkıp, başka bir forma girdikten sonra giremeyeceği tıynet yok; bunu da bu iddianame vesilesiyle anlıyoruz.
Elin CIA’cısı, BND’cisi, SAVAMA’cısı, başka memlekete gider, kendi memleketinin çıkarları için ajanlık faaliyeti yürütür, bizdeki .uştlar ise Amerikan tandanslı lideriyle beraber burada bizim memlekete kumpas kurar. Bi bitmediniz ... ! Tümünüzün köküne DDT be kardeşim!
Daha neler neler…
Bilgisayarlardan bütün delilleri silmelerine mukabil arta kalan bariz deliller bile, bu adamların değil kanun dairesindeki maddelerden suçlu bulunmasını, yatacak yerlerinin bile olmadığını gösteriyor.

Batan Gemi’nin “Mal”ları Bunlar:
FETÖ Örgütü’nde Motivasyon ZE-RO
Siz bakmayın Zaman Gazetesi’nde, Twitter’da ve diğer sosyal medyada bunların öyle gider yapıp hâlâ ileri geri konuştuklarına. İddianame ile ortaya çıkan bir hakikat de şudur ki; FETÖ Örgütü’nün bütün elemanları birbirine düşmüş ve hepsi “nasıl yaparım da bu işten sıyrılırım” diye dört dönüyor... Ayrıca yine iddianameyle beraber FETÖ Örgüt elemanlarının psikolojik açıdan “halüsinasyon” diyebileceğimiz suni bir hayal dünyası içinde yaşadıklarını da görüyoruz…
Önce hükümetin yaptığı operasyonlardan sonra Müslüman Anadolu toplumu içerisinde nasıl taban bulamadıkları yönündeki aralarında geçen konuşmaları sizinle paylaşalım:
“YASİN TOPÇU: Aynen aynen ya; şimdi bak adamlar yüzde kırk şimdi Ak Partiyi sil Türkiye’den geriye ne kalıyor dostum CHP HDP MHP. Bunlarda da iş yok ki dostum AK PARTİ Türkiye’nin bir gerçeği. Yani bunu tamam sevmiyoruz, yaptıklarını eleştiriyoruz, iki yıldır ağzımıza .ıçıyorlar, amma velakin Türkiye’nin gerçeği yani.
SALİH: Abi baksana Orta Anadolu’ya. Baksana hiçbir şey değişmemiş. Orta Anadolu’da, Karadeniz, Orta Anadolu’da…
YASİN TOPÇU: Ya dostum ya işte.”
İddianamede geçen FETÖ’cülerin aralarında yaptığı başka bir tape kaydı:
“MEHMET AKİF ÜNER: Ne seneyesi İsmail, bir cacık olmaz bu işten.
İSMAİL ARPACI: Ömür boyu kaldık diyorsun ha.
MEHMET AKİF ÜNER: Yani.
İSMAİL ARPACI: Hayırlısı olsun dostum ya.
MEHMET AKİF ÜNER: Sürecin biteceği yok amk.
İSMAİL ARPACI: Her gün bakarsan fuat avniye falan yazdıklarına sanki yarın bitecek iş, ama yok.
MEHMET AKİF ÜNER: Kaybedenlerdensin diyor başka bir şey demiyor anca, kaybeden biz oluyoruz.”
Zaman Gazetesi’nde ve Twitter’da öyle “dik duruyoruz” ayağına takılan FETÖ’cülerin, kendi aralarında konuştuklarında nasıl bir motivasyon kaybına uğradıkları açıkça görülüyor… Bilindiği üzere şov düşkünü Ekrem Dumanlı’nın da bu hafta Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği’nden istifa etmesi Fetullah Gülen yandaşlarının ufak ufak “volta” aldığını gösteriyor…

Netice
İddianamenin içinden aktardığımız çok kısa bahislerden bile anlaşılacağı üzere FETÖ ve örgütü fena yakalanmışlar ve apaçık delillerle beraber kıskıvrak bugünkü hukuk sisteminin pençesine düşmüşlerdir. Biz, kendi dünya görüşümüze nisbetle her zaman “hukuk bir gün herkese lazım olacak!” düsturunu defaten dile getirdik. Bugün aynı hususu tekrar hatırlatıyor ve hukukun şahıs odaklı bir maşa değil adaletin tesisi noktasında kullanılması gerektiğini, bu sebeple -her ne kadar bizce vatan ihanetiyle suçlanmaları gerekse de- FETÖ’cülerin hiç olmazsa mevcut hukuk kaidesi içinde yaptıklarının bedelini ödemeleri gerektiğini söylüyoruz. Bununla beraber hukuku kendisinin maşası haline getiren FETÖ’cülerin daha önceki yıllarda verdikleri birçok yargı kararının da tekrardan gözden geçirilerek milletimizin halis evlatlarının haklarının bir an evvel iade edilmesinin de önemli bir husus olduğunu altını çizerek hatırlatmak istiyoruz…
Yazımıza niçin “Eto’o Değil FETÖ Bitmiş” başlığını attığımızı merak eden okurlarımız olursa, onlar için şu hususu da şerh düşmek istiyoruz; anlaşılan o ki, Antalyaspor’un transfer ettiği ve spor eleştirmenlerince “eski formu yok” denilen dünyaca ünlü 34 yaşındaki futbolcu Samuel Eto’o değil, FETÖ bitmiş.


***


          Baran Dergisi'nin 456. sayısının önsözü şöyle:

Selâm ile…
Bu hafta aralarında örgüt lideri Fetullah Gülen’in de bulunduğu 69 şüpheli hakkında 17-25 Aralık darbe girişimleriyle alâkalı iddianame hazırlanarak mahkemeye gönderildi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili İsmail Uçar’ın hazırladığı iddianamede Fethullah Gülen “terör örgütü kurmak ve örgüt liderliği” suçlamasıyla 1 numaralı sanık konumunda ve hakkında 37,5 yıldan 52,5 yıla kadar hapis ve ayrıca ağırlaştırılmış müebbet hapis istenmekte…
1453 sayfalık iddianamede FETÖ’nün devlet içerisinde yürüttüğü ajanlık faaliyetlerinden aralarında hükümete kumpas kurmak için yaptıkları ahlâksız ve küfürlü konuşmalara kadar birçok ayrıntıya değinilmiş. Şikâyetçi ve mağdurlar arasında hâlihazırda cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan ve birçok siyasînin de ismi geçmekte…
Önceki sayılarımızda devletin belgelerini istihbarat örgütleriyle paylaşan, insanları delilsiz ve mesnedsiz suç atıfları ile cezaevlerine gönderen, menfaatlerini en üst seviyede tutmak için hak, hukuk, adalet gözetmeyen ve en önemlisi Müslümanların imanına kasteden bu organize suç şebekesinin ne kadar büyük bir tehlike arz ettiğini ifade etmiştik. Bir kez daha belirtelim ki, FETÖ ve benzeri Batı taşeronu yapılanmalar bu topraklardan tamamen kazınmadan, prangalarımızdan tam manasıyla kurtulamayız. Dolayısıyla bu mücadeleye dur, durak, rahat bilmeden devam edilmelidir.
Fetullah Gülen’in bir numaralı sanık olarak yargılanmasını talep eden iddianamenin kabul edilmesi önemlidir; fakat unutulmamalıdır ki, Gülen’in yargılanması bu mücadelenin sadece bir ayağıdır. Çünkü her ne kadar FETÖ’nün Türkiye’deki hareket sahası fazlasıyla daralmış olsa da bu organize suç şebekesine medya ve finansman desteği hâlâ devam etmektedir. Şimdi sıra medya ve finans ayaklarını kırmaya gelmiştir.
Düne kadar memlekette istediği gibi at koşturan, şantajlarla, kumpaslarla şahıslara istediklerini yaptıran, yaptıramadıklarını hapse attıran, başbakanından MİT müsteşarına kadar on binlerce kişinin telefonlarını dinleyenlerin hâkim karşısına çıkıp hesap vereceği günler geldi çattı.
Bu hafta, bu meseleyi kapağımıza taşıdık ve “Herkes Konuştu FETÖ Dinledi, Şimdi O Konuşacak Hâkimler Dinleyecek” manşetini attık ve “Zaman Hesap Verme Zamanı” dedik. 


***
Dergideki diğer yazılar şunlar:

         M. Taha İnci’nin yazısının başlığı “Yeni Bir Dünya Görüşü ve Engelciler”…
Sezâi Kırlangıç, Rusya’nın Suriye’ye yaptığı operasyon vesilesiyle kaleme aldığı “IŞİD Makyajlı Müslüman Soykırımı-Halep’ten Sonra Sıra Diyarbakır’da” başlıklı yazısıyla dergimizde.
Sabah Gazetesi Dış Haberler Müdürü Taha Kılınç ile Rusya’nın Suriye operasyonu üzerine bir mülakat gerçekleştirdik. Kılınç, hiç de güzel bir tablo çizmiyor.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen Ölüm Odası B-Yedi eserinin 281. bölümünün alt başlığı “Elimde Mühür (Sırtımda İstikbâl)”…
Genç yazarlarımızdan Kubilay Akın Gürel, “Sanayi Meselesi Etrafında Birkaç Husus”a değiniyor.
Abdullah Kiracı, “Vakıflar” yazı dizisine Japon Vakıfları bahsiyle devam ediyor.
Gülçin Şenel, makalesinde, Ahmed Berkî’nin Akademya Dergisi etkinlikleri çerçevesinde geçtiğimiz hafta sonu TYB’de yaptığı konuşmadan edindiği izlenimlerden bahsediyor. Ayrıca Mirzabeyoğlu’nun 6 ciltlik muhteşem eseri Tilki Günlüğü’ne dair kısa bir malumat veriyor.