Selâm ile…
10 Ekim Cumartesi günü Ankara tren garı kavşağında gerçekleştirilen bombalı saldırı neticesinde 97 kişi hayatını kaybederken 200’e yakın kişi de yaralandı. Bu saldırı Türkiye tarihinde en fazla can kaybının yaşandığı bombalı saldırı olarak kayıtlara geçti. Elbette bu saldırının kim tarafından yapıldığından ziyâde kim tarafından ve hangi amaçla yaptırıldığı çözüme kavuşturulması gereken husus.
Sıklıkla belirttiğimiz üzere Türkiye siyasî, içtimaî ve iktisadî bir takım mühendisliklere ve operasyonlar dizisine muhatap kalmaktadır. Türkiye’deki siyasî ortam da bu operasyonlar vasıtasıyla yeniden dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Uluslararası aktörler kadar “iç işgalci”ler de bu operasyonlarda aktif bir şekilde rol almaktadır. Birkaç senedir gerek dış politikada, gerekse de iç politikada hâkim olan gerginliği ortaya çıkaran temel saik budur.
Bu gerginlik ortamının eninde sonunda kavganın çıkacağı ise malûmdu. Gezi Parkı, 17-25 Aralık, Reyhanlı, Suruç, PKK’nın artan eylemliliği, Dağlıca derken son olarak Ankara’da yaşanan patlama gösteriyor ki bu kavga çoktan başlamıştır. 6-8 Ekim olaylarında 50’nin üzerinde kişi hayatını kaybetmesine mukabil hiç sesi çıkmayanlar Ankara’da yaşanan bombalı saldırının ardından avaz avaz bağırmaktalar. Sormak lâzım, “6-8 Ekim olaylarında öldürülen Müslümanlar olduğu için mi sustunuz?” Başlı başına bu bile kara bir propaganda yürütüldüğünü göstermeye yetmektedir.
Arab Baharı vesilesiyle Akdeniz ülkeleri yeniden şekillendiriliyor. Bu, bir durum tesbiti. İsrail, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya... Birinci Dünya Savaşı sonrasında Akdeniz ülkeleri bilindiği üzere Fransa ve İngiltere tarafından şekillendirildi ve neticesinde bölgede İsrail adlı bir “piç” peydahlandı. Bugüne kadar geçen zaman bize göstermiştir ki, bölgede cereyan eden hadiselerde İsrail’in ya direkt ya da dolaylı yoldan illâki parmağı ve muhakkak ki çıkarı vardır.
Bugün yaşananlara göz ucuyla bile bakılsa açıkça görülecektir ki, tüm bu hadiselerden en kârlı çıkan İsrail’dir. Danışıklı dövüşün yerini alenî dostluğa bıraktığı İran, Filistin’in can damarının bağlı olduğu Mısır, İsrail için nadir tehditlerden biri olan Suriye ve son yıllarda siyasî çatışma içinde olduğu Türkiye’nin bugünkü vaziyeti sizce kime yarıyor?
Görüldüğü üzere artık kimsenin günlük siyasî itiş kakışlara takılıp kalma lüksü kalmamıştır.
Bu cendereden kurtulmanın yegâne yolu ise topyekûn tüm Anadolu’yu birbirine kenetleyecek, millî bir ideolojinin merkeze alınmasıdır. Anadolu’nun topyekûn hedef alındığı bu savaşın başladığını görmek ve hâli hazırdaki konformizm vaziyetinden sıyrılmak gerekmektedir.
457. sayımızın kapağını bu çerçevede şekillendirdik ve “HEDEF ANADOLU, ÇARE BÜYÜK DOĞU” manşetini attık. Kapak mevzumuzu “Asıl Hedef Anadolu’dur” başlıklı yazısında Ömer Emre Akcebe kaleme aldı.
Ehemmiyetine binâen haberseyret.com’da yayımlanan “Hiç Düşündünüz Mü?” başlıklı yazıyı da sizlerle paylaşıyoruz.
Sezâi Kırlangıç, “İç Savaşın Eşiğinde Kaostan Çıkış Yolu: Yeni Dil, Yeni Nizam; Büyük Doğu-İbda” başlıklı yazısında gündemi değerlendiriyor.
Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Mülteci Probleminin Sorumlusu Emperyalistlerdir” diyor.
Milat Gazetesi Yazarı Hüsamettin Aslan ve Tv 24 Yayın Danışmanı Ersoy Dede, Ankara’da gerçekleştirilen saldırıyı Baran Dergisi’ne değerlendirdi.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası B-Yedi eserinin bu hafta yayımlanan 282. Bölümünün alt başlığı “Takdim Yazımda Gizli (Dünya Çapında Bir Hâdise)”…
Kubilay Akın Gürel’in bu haftaki yazısının başlığı “Memleketimin İnsanları”…
Abdullah Kiracı, vakıf müessesesi ile alâkalı 40 sayıdır sürdürdüğü yazı dizisini “İlk Değerlendirme” ile devam ettiriyor.
Gülçin Şenel, Gabriel Garcia Marquez ile Subcomandante Marcos arasında 2001 yılında gerçekleşen bir sohbet vesilesiyle “Sözümüz Silahımızdır” başlıklı bir yazı kaleme alıyor.
Sizler için derleyip yorumladığımız haberlerimizle birlikte bu haftanın muhtevası böyle…
Gelecek sayımızda görüşmek üzere…
Allah’a emanet olun…