Selâm ile…
Dünya genelinde yaşanan ekonomik krizler, gün geçtikçe daha da artan sosyal adaletsizlik, politik belirsizlikler ve bunlara bağlı yüzlerce problem… Dünyadaki bu kaos ortamından elbette Türkiye de azâde değil. Bir yanımızda hâli hazırda yaşadığımız Rusya krizi ve buna bağlı iktisadî belirsizlikler, diğer yanımızda beş yıldır süren ve on binlerce insanın ölümüne yüz binlercesinin memleketlerini terk etmesine rağmen hâlâ çözülemeyen, çözüm için bir türlü mutabakat sağlanamayan Suriye iç savaşı. Tabii Suriye meselesine bağlı olarak yüzbinlerce insanın memleketimize gelmesiyle beliren ekonomik yükümlülükler ve dengesizlikler… Öte yandan Arap Baharı vesilesiyle Ortadoğu coğrafyasında yaşanan değişimlerin Türkiye iktisadına doğrudan etkileri; Mısır, Suriye, Irak, Libya ve daha birçok bölge ile kapasitesinin altında seyreden ticarî ilişkiler… Akdeniz’de konuşlandırılan savaş gemileri, gelişmiş-gelişmemiş her ülkede yaşanan iç karışıklıklar, Türkiye’nin Rus jetini vurması ve yine Türkiye’nin Irak’a birlik göndermesi vesaire… Dünyada yaşanan ve bununla eş zamanlı olarak Türkiye’de yaşadığımız dönüşüm sancıları… 1. Dünya Harbi’ne sebeb olan buhranın bir türlü giderilememesinin hasıl ettiği –inşallah yeni bir dünya düzenini doğuracak- önemli bir evreden geçiyoruz.
Elbette tüm bu yaşadıklarımız, çökme aşamasına giren ve artık can çırpınan mevcut sistemin eline aldığı her şeyi metalaştırmasından ve dünyaya sadece maddî çıkarlar penceresinden bakmasından doğan facialar. Ortaçağ sonrası Batı’nın her beşerî oluşu nefsânî hâkimiyetinin hedefi görüp bütün teşekküllerini bu minvalde kurması neticesinde son iki, bilhassa bir asırdır tüm insanlık bunalımda ve bir türlü çıkış yolu bulamıyor. Mevcut sistem, ferd ve cemiyeti “faydalanılacak nesne” biçiminde telakki etmektedir; önlerine tâbi olmalarını söylediği kurallar koymakta ve insanlığın tüm kademelerini farklı şekillerde avucunun içine almaktadır. Sistemin yöneticilerinin gözünde her şey -ama her şey- kendi menfaat ve hâkimiyetlerini sürdürmeleri için bir araçtır. Din, ahlâkî değerler, para, iş, meslek, aile, eğlence, spor, vs. aklınıza ne gelirse onların kirli ellerinden nasibini almıştır. Kimini aileyle, kimini uyuşturucuyla, kimini uydurulmuş yeni dinlerle, kimini de Budizm ve Hıristiyanlık gibi eski dinlerle oyalamaktadırlar. Yeter ki, düzenlerine halel gelmesin, yeter ki insanlar konuldukları yerlerin dışına çıkmasınlar. Batı sistemini idare edenler, teknik üstünlüklerini insanlığı sömürgeleştirmede kullanarak bütün dünyada fizikî üstünlük sağlamış; fakat ilk başta kendi toplumları olmak üzere bütün insanlığın ruhunu sakatlamıştır. Modernizm ile doruğuna ulaşan bu materyalist model, “konformizm”in bünyelere nüfuz etmesine yol açmıştır. Bunun neticesinde başta Batı insanı olmak üzere bütün toplumlarda sadece tüketim ile tatmin olma çabasına girişen idealsiz insan tipi ortaya çıkmıştır.
Bahsettiğimiz idealsizlik ve konformizm memleketimize bir zamanlar Batı’dan ihraç ediliyordu. Ancak bugün rejim, mevcut hâli ile idealsiz ve konformizm bağımlısı insan tipini bu topraklarda yetiştirmeyi başarmıştır. Aferin ona! Ruhî ve içtimaî sahalarda bir yangın arsasına dönen ülkemizde alışkanlıkları yüzünden neredeyse bunalımından memnun olan bir insan tipini yetiştirmeyi başardılar. Hâlbuki bu bir intihar psikolojisidir, farkında değiller.
Eğitim: Hazır bilgiye dayalı ve eğitimi sadece maddî çıkar sağlayacak bir araç olarak gören üniversite; aynı kafada yetişen, tüm dünyası sosyal medya ve iddia oranlarından örülü lise gençliği…
Sağlık: Elektromanyetik alanlardan GDO’lu gıdalara, fastfood-ayaküstü kültürüyle bezenmiş, spordan uzak hastalıklı bünyeler. Bunun yanında hastahane sayısıyla doğru orantılı olarak artan hastalıklar…
Hukuk: Dünyanın en büyük adliyesi bizde; gittikçe artan suç oranları bile bizde. Hukuk mevzuundaki sefaletimizi Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in şu sözleri açıklıyor, “her üç kişiden biri davalı yahut davacı, adaletin sağlıklı işlemesi zor”…
İktisat: Biraz evvel söylediklerimizin üzerine maalesef mevcut sistemin ürettiği insan tipini yazarımız Kâzım Albay’ın geçen sayımızdaki şu cümlesiyle tavsif edelim: “Sömürüden kurtulduğu andan itibaren sömürmeye dayalı hareket eden insan”…
Politika: İşlerin ehillere verilmemesinden ötürü doğan tüm aksaklıkların zamanla sıradanlaşmasına bağlı olarak hareket eden ve toplumun kabul gördüğü bu tarzın dışına çıkmayan, fikir, ideal ve buna bağlı aksiyonla değil, yine genel geçer olarak kabul edilmiş “kula kulluk” prensibiyle hareket eden siyasetçiler…
Tüm dünya girişte bahsettiğimiz hadiseler ile çalkalanırken ve kriz gün geçtikçe daha da derinleşirken hem idarî bakımdan, hem de toplum olarak bu krizlere hazır mıyız? Kapağımızı bu mesele etrafında şekillendiriyor ve “Büyük Krize Hazır Mıyız?” manşetini atıyoruz. Kapak mevzumuzu Faruk Hanedar manşetimizle aynı başlığı taşıyan yazısında işliyor.
Fransa’daki cezaevinden dergimize yazılarını yollayan Çakal Carlos (Salim Muhammed), “Ortadoğu Kazanında Kaynayanlar” başlıklı yazısında coğrafyamızda yaşanan hadiseleri analiz ediyor.
Yazarımız Fatih Turplu’nun iki haftadır “Aktüel Meseleler Etrafında Dipnotlar” başlığı altında yayınladığımız yazıları bu hafta “Post-modern Zamanlar” olarak devam ediyor.
Bu hafta Suriye’de neler yaşandığını ve Rusya’nın Türkmenlere düzenlediği saldırıların sebeplerini Timetürk yazarı Furkan Azeri’ye sorduk.
Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen eseri Ölüm Odası B-Yedi’nin 290. Bölümünün alt başlığı “KELİME-İ TEVHİD (YÜRÜYEN TARİH’TE)”...
Yeni yazarlarımızdan Kubilay Akın Gürel evvelki haftalarda kaleme aldığı teknoloji bahsini bu hafta başka bir açıdan ele alıyor. Yazısının başlığı “Ahlâkî Davranışlarımız Üzerinde Tekniğin Tesiri”.
Abdullah Kiracı, “İslâm Vakıfları” mevzuuna “Vakıfların Şer’î Dayanakları”nı işleyerek devam ediyor.
Gülçin Şenel bu hafta “İBDA Külliyatına Giriş” başlıklı yazısıyla her zamanki sayfasında.
Sizler için derlediğimiz haberler ve yaptığımız yorumlar umarız ilginize mazhar olacaktır.
Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle, Allah’a emanet olun…