Selâm ile…
Bu haftaki mevzumuz, esasında hepimizin gidişatını dehşetle seyrettiği ve uzağından yakınından tesiri altında kaldığı ülkenin içtimaî cinnet istikametindeki hızlı gidişi … Hepimizin hangi fikre mensup bulunursak bulunalım görmezden gelemeyeceği dehşetli bir manzara içindeyiz. Bu mevzuda toplumun kötüye doğru freni patlamış kamyon gibi sürüklenişinden evvela Müslümanlar sorumlu; çünkü Müslüman önce kendine, sonra ailesine, öncesi ve sonrası olmaksızın bütün toplumuna sahip çıkar ve içinde bulunduğu toplumun bütün meseleleriyle alakalanmakla mükelleftir. Hükümet, bakanlar kurulu, filanca ilin valisi, filanca kaymakam, falanca nahiyedeki öğretmenden tutalım “toplum” dediğimiz ve onun bütün katmanlarını oluşturan herkes evvela kendi kendine kendi nefsinden sorumlu olmak sebebiyle bu mevzuda sorumludur. Hülasası hâlinde biz bu mevzuya “toplum nereye gidiyor?”, “aman da toplumun gidişatı kötü” yollu, her zaman ele alınan biçimde yaklaşmıyor ve bu mevzuda en başta kendimizi sorumlu tutarak bir memleketin gidişatında o memleketin en başındaki fertten en ücra köşesindeki ferdine kadar hepsinin pay sahibi olduğunu söylüyoruz.
İbda Mimarı’nın tüm bir kâinat muhasebesiyle birlikte ferd ve cemiyeti, Batıyı ve Doğuyu, inanç ve ahlâkı, velhasıl bütün insanlık meselelerini bir mihrak anlayış merkezinden muhasebeye çektiği “İslâm’a muhatab anlayış/İslâm’a vasıta sistem”i, ahlâkın pıhtılaşması gereken zirve nokta devlete hâkim kılınmadan geçen her gün, ülkedeki herkes bu sapkınlıkların vebalini taşıyacak
Çözüm önerimiz bu ama tesbitlerimiz de can acıtıcı… Batıda aile kurumu ortadan kalkıyor. Ortada ilişkilerin dayanacağı bir “çıpa”, izah edilebilir ve savunulabilir bir ahlâk normu kalmayınca, cemiyetin dağılması mukadderdir. Görünüşte bir ilişkiler ağı vardır ama son derece sathi ve dayanıksızdır. Bu ilişkiler ancak tutarlı bir inanç sisteminden çıktığında inandırıcı olabilir. O yüzden Türkiye’de rejim başı her sıkıştığında Kemalizm’e değil İslâm’a sarılır, Kemalizm’den değil, İslâm’dan medet umar. Kuralları işine gelmese de İslâm’ın inandırıcılığının mutlak olduğunu bilir. Bu yüzden rejim ikiyüzlüdür ülkemizde.
Günah kavramının kapsadığı derin mânâ kaybedildiği zaman hayâ hissini aramaya gerek kalmaz; yani bu durum gizli bir hastalığa dönüştüğü vakit suç, suç olmaktan çıkar ve bütün toplumu sarar. Böyle olunca da, kalpleri nasır tutmuş fertlerin oluşturduğu her toplumda ahlâksızlığın ve her türlü aşağılığın olması hiç de hayrete şayan değildir; bilakis, bu vaziyetteki toplumlar temiz kalabilmeye çalışan fertleri yutan bir karadeliğe dönüşür. İçinde bulunduğumuz ve yaşadığımız hâlin, manzaranın “efradını cami ağyârını mâni” diyebileceğimiz özeti budur.
Bugün tabiî olarak toplum ihlas, ahlâk, namus, sabır, hâyâ, edep, hürmet, saygı, sevgi, ahde vefa ve kadirşinaslık gibi mefhumlardan uzaklaştıkça; gasp, cinayet, alkol, intihar, uyuşturucu, kumar, hırsızlık, cinnet, taciz, tecavüz vakaları artmaktadır. Bu meseleyi kapağımıza taşıdık ve “Sosyal Cinnet Bataklığındaki Türkiye” manşetini attık. Kapak mevzumuzu Ömer Emre Akcebe kaleme aldı.
Sezâi Kırlangıç, “Forbes 2016 ve Türkiye’nin Hali” başlıklı yazısında Forbes dergisinin 2016 Türkiye zenginleri listesini ele alıyor.
Çakal Carlos (Salim Muhammed)’in bu haftaki yazısının başlığı “Türkiye ve Venezüella’nın Düştüğü Durum”…
Bahattin Yeşiloğlu, “Kadim Ortadoğu Coğrafyası” üst başlıklı yazılarına “Haricîler”i işleyerek devam ediyor.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun dergimizde tefrika edilen eseri “Ölüm Odası B-Yedi”nin 307. Bölümünün alt başlığı “Korkulu Bir Rüya”…
Abdullah Kiracı’nın bu haftaki mevzuu “İrade Beyanını Tamamlayıcı Şartlar”…
Gülçin Şenel, “İstanbul Film Festivali’nden Seyretmeye Değer Filmler”i işliyor.
Dergimizde ayrıca ehemmiyetine binâen 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu hakkında verdiği hükmün gerekçeli kararının tam metnini sizlerle paylaşıyoruz.
Gelecek sayımızda görüşmek dileğiyle…
Allah’a emanet olun.