Güneydoğu Bölgesi’nde şu an neler yaşanıyor?

Şimdi hatırıma geldi de, biz çocukken kaçakçılık oynardık sınır bölgesinde yaşadığımız için… İki gruba ayrılırdık, bir grup sınırın öteki tarafına geçerken öteki grup ise polis-jandarma gibi bizleri yakalamaya çalışırdı. Şu an bölgede aynen bu tür bir kaçakçılık oyunu oynanıyor, ciddi bir operasyon yapılması lazım. İki tarafın da birbirini teslim almaya çalışacak ciddiliği yok. Bakın ben geçenlerde Cizre’ye gittim, olayları bizzat gözlemledim. Bakın nasıl Cizre PKK’nın pilot bölgesi ise, PKK YDG-H’yi orada oluşturmuş, hendekleri kazmış ve YDG-H’yi bölgeye yaymış ise, paralel de orada bir üs kurmuş, çatışma ortamı oluşturmaya çalışıyor; ancak bu çatışma bir nihayete erdirilmiyor, bunun en büyük sebebi de bölge halkını sokağa çıkma yasaklarıyla, çatışmalarla bezdirmek, Ak Parti iktidarına karşı, özellikle devlete karşı hepten soğutmaktır. Yahu sen araçlarla sokaktan geçerken “Hepiniz teröristsiniz”, “Hepiniz Ermeni’siniz” diye anons edersen, teröristi alıp öldürdükten sonra bir de yerde sürüklersen bu halk orada polisi, askeri devlet bildiği için devletten soğur.

Peki, bu anonsları devlet mi yapıyor yoksa FETÖ üyeleri mi?

Dediğim gibi bölgede devleti polis-asker temsil ediyor, ancak biz bu vahşiliği Ak Parti’nin isteyeceğine ihtimal vermiyoruz. Mesela bir arkadaşım anlatmıştı; Cizre’de bir köyde Ak Parti’ye sempati duyan bir ailenin evine ses bombası atılmış defalarca ve bu polis tarafından yapılmış. Maksat o insanları devletten, Ak Parti’den uzaklaştırmak. İşin şu boyutunu atlamamak lazım; Ak Parti kendi beceriksizliğini de paralele mal ediyor. Sonuçta bunu paralel polisi de yapsa faturayı ödeyecek olan hükümet, buna bir çözüm bulması lazım. Biz zamanında dedik ki, kardeşim bunları süreceksen Edirne’ye sür, sen iki düşmanını bir yerde birleştiriyorsun, sonra bunlar bir olup bize zarar veriyorlar. 6-7 Ekim Olayları’nı biliyorsunuz… Kapımızın önünde araçlarla durup koca koca ortam dinleme cihazlarıyla bizi dinliyorlar. Başka yere böcek koyarlar, bizi “fil”le gelip dinlerler.  Önüne geleni alıp götürüyorlar, ne bir araştırma, ne bir soruşturma yapmadan…

Bölgeyle birlikte Irak ve Suriye de karışık, yani problemi biraz da geniş düşünmek gerekiyor. Sizce bu problem nasıl çözülecek? Daha da büyüyecek mi?

Biz PKK için diyoruz ki kâfirden mümine dost olmaz, Allah sırat-ı müstakim’i bulalım diye bize kitap göndermiş. PKK ise Batı’nın dinine girdiği için onlardan ziyadesiyle desteğini alıyor. Onların bir büyükleri vardı Musa Anter, ona sormuşlar bir gün “Yahu sen medrese tahsili almış birisisin, Batı gâvuruna bu hayranlık neden? Müslümanlar kâfire hayranlık duymaz ama siz duyuyorsunuz!” O da diyor ki “Siz kitapta ne yazıyor bilmiyor musunuz? “Onların dostluğunu kazanmak için onların dinine giriniz” yazıyor. Biz de Batı’nın rızasını almak için bu dinden çıkıp onların dinine girdik.” Olay bu kadar açık ve net…

PKK’nın arkasında Batı var yani…

Ben bunların üst düzey bir kişisinin bir sosyal medya hesabında şunu gördüm: “Çağımız buhranda, kurtuluş İslâm’da!” sloganımız var ya bizim, bunlar ona atıfta bulunarak “Kurtuluş İslâm’da değil, İslâm’dan kurtulmakta!” diye paylaşımda bulunmuş, bundan daha net ne olabilir yani? Altına da yorumlar yazmış başkaları; “Yeryüzünde İslâm oldukça bize hayat hakkı yok!” falan… Bunu görünce ben de bir Müslüman olarak diyorum ki “Biz sizin gibi İsrail döllerinden kurtulmadıkça rahata eremeyiz.” Bakın 6-7 Ekim Olayları’ndan önce Demirtaş Amerika’ya gitti, ondan sonra bu olaylar oldu. Ben de 26 Kasım 2014 tarihinde başbakanlıkta yapılan basına kapalı bir toplantıda başbakana aynen şunları söyledim: “Bakın, bunlar her köye, her eve silah vermiyorlar; eli silah tutan herkese keleş veriyorlar ve fazla silahları da arazide depoluyorlar. Etrafı mayınlamaya da başladılar.” O zaman bazıları da bana itiraz ettiler, “Biz de bölge insanıyız, Emin Bey’e katılmıyoruz.” 7 saat süren konuşmamızda başbakan önemli konularda söz aldı ve bu itiraza da yanıt verdi. Dedi ki: “Hayır, Emin Bey doğru söylüyor, biz PKK’nın nereye ne kadar silah koyduğunu biliyoruz.”

Tahir Elçi’nin öldürülmesi hadisesi nedir? Çözülemedi hala, arkasında ne var bu olayın?

Tahir Elçi solcu birisi, ancak köken olarak Elçi ailesi Barzanilere yakınlardır. Biliyorsunuz PKK da Barzani’yi sevmez. Özellikle son dönemlerde Irak’taki Şii hükümete karşı olsun, petrolünü satıp aç kalmama adına olsun Barzani Türkiye ile oldukça yakınlık kurdu. Barzani’nin Türkiye’ye ziyaretinde HDP ile de görüşmüş olmasına rağmen sosyal medya hesaplarından Barzani’ye ateş püskürüyorlar. Özetle PKK’lılar Elçi ailesini çok da sevmezler ama Tahir, özelde PKK’dan çok PKK zihniyetine hizmet etmiş bir kişidir. Devlet de Elçi ailesinin konumundan ötürü Tahir’i aracı olarak görüyordu, çünkü Tahir gerek Barzani olsun, gerek PKK’nın üst kadrosu olsun bunlarla irtibat kurabilen birisiydi. Dolayısıyla Elçi, devleti %95 oranında eleştirirken, PKK tarafında gözükmemek adına %5 de PKK aleyhine konuşuyordu. Bu sebeple de çekemediler ve kim vurduya gitti Tahir. Ben bunu “Elçiye Zeval Oldu” yazımda da açıklamıştım.

Geçen bir yazınızda değinmiştiniz; özellikle üniversitelerde Müslüman gençlere IŞİD’ci diye saldırılıyor. Bu nasıl son bulacak? Müslümanlar gerekli tepkiyi veremediği için mi yaşanıyor tüm bunlar? Yorumunuz nedir bu konu hakkında?

Öncelikle muhatabımızı çok iyi tanımalıyız. Rahmetli Erbakan Hoca derdi ki “Ben Demirel uzmanıyım, onu çok iyi tanırım, onun doktoruyum.” Şimdi bu bölgede de biz PKK’nın yapısını çok iyi biliyoruz, onları tanıyoruz. Siz bunlarla anlaşma, uzlaşma, diyalog yolunu seçerseniz, sahaya baştan 3-0 mağlup çıkarsınız. Bunlara karşı kendi dilleriyle konuşmak mecburiyetindesiniz. Bunlara karşı şiddet diliyle konuşmaz, kenara sinerseniz bunlar asla affetmezler. Öyle örgütlüler yani. Mesela Sivas’ta 15 bin öğrenci varsa bunlardan beş yüzü istediklerini yapma cesaretindeler. Biz bazen üniversite gençlerini toplayıp sohbet ediyoruz, bize hep diyorlar ki “ağabey daha bizim kendi aramızda çekişmeler var, bunu bir çözebilsek dışarıya da açılacağız” bizim en büyük problemimiz de bu zaten. Bundan önce de Aytaç Baran’ın şehadetine kadar bizi test ediyorlardı “Acaba bunlar silahı bıraktılar mı?” Bir sürü şehid veriliyordu, bunlara sabrediliyordu… Olaydan sonra sert bir karşılık alınca, ne yapacaklarını bilemediler. Olaydan önce de zaten üstlerinden talimat gelmişti “Bunları bitirin, bölgede Hüda-Par tabanı kalmayacak!” diye. Baran’ın şehadetinden sonra karşılık görünce sakın onlara dokunmayın dediler. Zaten Baran olayından sonra 5 adamları da gitti; biri Sur sorumlusu, biri Bağlar sorumlusu, biri Osman Baydemir’e hesap soran üst düzey birisi… Yaklaşık bin tane adamları Diyarbakır’ı terk ettiler, müthiş bir paniğe kapıldılar çünkü.

Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Ben tecrübelerime dayanarak şunu söylemeliyim ki; bizler Müslüman kardeşler olarak kesinlikle meşrep farkı gözetmeksizin cennete varma yarışında el birliği etmeliyiz, birlik olmalıyız yani. Birbirimizin yolunu kesip, birbirimizi engellemeyelim. Birimizin bahçesine saldırı olduğu zaman bu Hüda-Par’lıdır, bu İBDA’cıdır, bu Ak Parti’lidir demeden kâfirlere karşı el birliği edelim. Çünkü bu saldırılar bizlerin kimliklerine değil, İslâm’a saldırıdır. Bizler sadece dayanışma yaparak Allah’ın rahmetine mazhar oluruz, yoksa işimiz hiç iyi değil.

Hocam, çok teşekkür ederim.

Rica ederim, hayırlı çalışmalar.