Okurlarımızın tanıması açısından kendinizi tanıtır mısınız?
01.09. 1959 Kırşehir Çiçekdağı doğumluyum. Ailem Kırıkkale’ye taşınmış ve oraya yerleşmiş oldukları için ben de orada İlk, Orta ve Lise tahsilimi yaptım. F. Gülen ile tanışmam 1970’li yıllarda ben Ortaokul son sınıfta iken oldu. Risale-i Nurlarla tanışmam daha erkendir. Liseyi bitirdiğimde, 1975, Kırıkkale’de “Hizmet” hareketini başlatmış ve ilk öğrenci evini açmıştım. Daha sonra 1980 Askeri darbenin ardından Kayseri bölgesi hizmetlerine bakmak üzere gittim ve orada 1983’de Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladım. 1987-88 yılında mezun oldum ve Yüksek Lisans, ardından doktora yaptım ve nihayet 1993 yılında Balıkesir bölgesi hizmetlerini yürütmek üzere oraya tayin oldum. Cemaatten kopma sürecim de bu yıllardan itibaren başladı. Çünkü bu yıllar F. Gülen’in derin yapılarla birlikteliğinin görünür hale geldiği ve artık gizlenmediği yıllardır. Ben de buna karşı çıkarak ayrıldım. Belki bunların üzerinde ayrıca dururuz. 1998 yılında Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim dalında Yrd. Doç. Dr. Olarak göreve başladım. Halen aynı üniversitede Prof. Dr. Olarak görev yapmaktayım. Evli ve iki çocuk babasıyım.
Yaşanan bunca hadiseye, ortaya çıkan bilgi ve belgelere rağmen cemaat tabanının desteğini geri çekmemesini ve bağlılığını nasıl açıklayabiliriz?
Çok yerinde bir soru… Aslında cemaat tabanı 17-25 Aralık sürecinde F. Gülen’in “Beddua” seansı ve devletle giriştiği mücadele/savaş bağlamında ilk defa büyük ölçüde F. Gülen’e karşı inançlarında sarsılmışlar ve “acaba” demişlerdi. Fakat Hükümet bu süreci iyi değerlendirip meydana gelen sarsıntıyı bir çöküşe dönüştüremedi. Böylece cemaat tabanı bu sarsıntıyı hafif atlattı ve toparlandı. Çünkü cemaatin ağabeyleri, hocaları ve irşatçıları tüm tabanı kontrolleri altına aldılar. Cemaat olmanın gereği “Manevi” değerlere bağlılık olduğundan bu sarsıntıları “İlahi bir ikaz” ve “sınanma” olarak algılamaları sağlandı. Üstelik onlara; “Siz bugün hocanıza bağlılık ve sadakatle deneniyorsunuz… Bugün kaybeden ahrette de kaybeder…” gibi mesajlar ile tabanın inançlarını kullandılar. Buna bir de; “şimdi dua ve Allah’a yöneliş zamanıdır… Şu kadar namaz, bu kadar dua ve zikir yapacaksınız…” gibi manevi ritüelleri de devreye sokup, “bekleyin zafer bizimdir”, dediler. Taban tam da dağılmanın eşiğine gelmişti… Şimdi kısmen toparlandılar… Ancak cemaatin dış çemberinde yer alan sempatizanlardan büyük oranda kopmalar oldu… Ben çekirdek tabandan söz ediyorum…
Cemaatin tabanı ile yönetim kadrosu arasında bir görüş farklılığı var mı?
Cemaat tabanı dediğiniz kesim homojen bir topluluk değil… İçinde pek çok katmanları var. Bunlardan bazıları hareketin bazı hamlelerini veya hizmet stratejilerini beğenmeyebilir. Fakat cemaate girenlerin sistemli bir şekilde F. Gülen’e sonsuz bir inanç ve iman ile bağlanmaları sağlanır. Onun yanılmayacağı ve yanlış yapmayacağı hususu nerdeyse cemaat tabanında bir amentü gibidir. Ayrıca bir farklılık olsa, bazı eleştirel kafalar çıksa bile tabanda hemen diskalifiye edilir ve kimsenin de ruhu duymaz… Tabanı kontrol edenler buna izin vermezler. F. Gülen de mesajlarında ve konuşmalarında buna meydan vermeyecek şekilde bir inanç ve bir zihin inşasında bulunur.
Bir röportajınızda “hizmet hareketi FBI ve CIA ajanları tarafından uzunca bir süre izlendi ve bu hareketin ABD güdümünde devam etmesi istendi” diyorsunuz. Bu arzunun sebebi neydi? Cemaat, ABD için nasıl bir projeydi?
Hepimizin bildiği gibi 2000’li yıllara gelinirken dünya yeni bir siyasi sürece girmişti. “Yeni Dünya Düzeni”, “Büyük Orta Doğu Projesi” gibi… Tabii 1990’lı yıllarda Rusya’nın dağılması böyle bir projeyi daha da önemli kıldı. İşte bu projeler bağlamında “Cemaat Hareketi” tarihinde hiç olmadığı kadar uluslararası bir statü kazandı. Türkiye içinde yıllardır yetiştirilen insan gücü, ki bu güç tüm Türkiye’den toplanan en zeki gençlerden oluşmaktaydı, dağılan Rusya’nın oluşturduğu boşluğu doldurmak üzere eski vatana Orta Asya’ya seferberlik ilan etti. Genel söylemi; “Tüm dünyaya Allah’ın adını ve İslâm’ı yaymak” olan F. Gülen, tüm Anadolu insanını bu harekete ve açılıma destek vermeye ikna etti. O dönemde verilen desteğin tarihte çok az oluşuma nasip olduğunu söylemeliyim. Çok kısa bir sürede tüm Orta Asya’da okullar ve üniversiteler açıldı. Bu okullarda o ülkelerin idarecilerinin, bürokrat ve iş adamlarının çocukları okutuldu. Böylece gelecekte oralar bu okullarda okuyan çocuklar tarafından yönetilecekti. İşte bu hızlı gelişimi benim gibi saflar “Allah’ın lütfu” ve “hizmetin kerameti” olarak görürken meğer aslı büyük bir projenin gerçekleşmesinden ibaretmiş… Bunu kendisi Amerika’ya gidince yaptığı bir röportajda söylüyor. (Nuriye Akman ile röportajı: Amerika dünya gemisinin kaptanıdır. Ondan izin almadan hiçbir yere okul da açamazsınız… vs…) İşte bu yıllar benim bütün bu olup bitenleri bir eksen kayması ve rota sapması olarak değerlendirerek karşı çıktığım yıllardı. Bunları Tv konuşmalarımda anlattım. İşte bu yıllarda cemaat tabanı; “Elhamdülillah hizmetimizi görmek için Amerika’dan Avrupa’dan büyük adamlar gelip okullarımızı, yurtlarımız geziyorlar” diye şükrettiklerinde aslında hem CİA hem de FBI görevlileri, ben de sonradan öğrendim, özellikle de emekli olmuş bürokratlar tüm hizmet birimlerini gezip değerlendirme raporları hazırlayıp meğer hareketin potansiyelini ölçüyorlarmış… Tabii ardından da F. Gülen Amerika’ya götürüldü… 
Cemaatin gizli planların faş olmasının ardından “bu proje çökmüştür” diyebilir miyiz? Yahut gelecekte başka bir mecraya kıvrılacak şekilde güncellenecek midir?
Bu hareketin çöktüğünü söylemek gerçekçi olmaz… Çünkü hareket henüz tüm boyutlarıyla tanımlanamadı bile… Büyük bir darbe aldığı, zorlu bir devlet adamının (Sayın Cumhurbaşkanımızı kastediyorum) bu süreci takip ettiği dikkate alınırsa devletin önemli adımlar attığı kuşkusuzdur. Ancak hareket tam anlamıyla deşifre edilememiştir. Her zaman farklı maceralarla bu ülkenin karşısına yeni bir sorun olarak çıkabilme potansiyeline halen sahiptir.
Geçmişte “hizmet hareketinin faydası” adına Gülen ve cemaatin tepe kadrosunun Papa’ya, ABD’ye, İsrail’e, Müslümanları zarara uğratmak adına hareket eden benzeri kurum ve şahıslara yakınlaşması, Müslümanlara ne gibi zararlar vermiştir?
Yaklaşık üç asırdan beri kendi doğal ve tabii zemininde toparlanmaya çalışan ve kendi enkazından ve küllerinden yeni ama kendisine ait olacak bir medeniyet kurmaya çalışan tüm Müslüman entelektüellerin ve hareketlerin çabalarını sonuçsuz bırakmak gibi tehlikeli bir noktaya getirdi. Kendi aslî ve özgün zeminini kaybeden hiçbir hareket başarıya ulaşamaz. Bu hareketin bence en büyük zararı budur. Müslüman gençliği Müslümanlığın geleceğini kaybetmesi noktasında istihdam etti. Bu ülkenin en zeki çocuklarını bu ülkenin geleceği ile ilgili olmayan bir sürece hizmetkâr etti. Birçoğu neye hizmet ettiğini bilmeyen bu gençler ileride büyük travmalar yaşayacaklardır. Devlet inşallah bu sorunu kolay atlatır ve bu evlatlarımızı tekrar kazanırız. Bugün çok net olarak görüldüğü gibi devlet kendi kurumlarına hükmedemez hale gelmiştir. Bu tür olağan üstü durumlar milletlerin ve devletlerin tarihlerinde nadiren olur. Bir daha benzerinin olmaması dileğiyle Rabbimden en kısa sürede ülkemizi bu illetten kurtarmasını diliyorum.
Bu yapı ile mücadelede daha ne gibi hamleler yapılmalı ve ne gibi tedbirler alınmalıdır?
Bu sorunun cevabının iki farklı muhatabı vardır. Birincisi hiç şüphesiz bu hareketi devlet ve millet adına bitirmesi gereken hükümet, diğeri de toplum, bizler yani bu ülkenin insanlarıdır. Toplum bunca olup bitenden sonra artık bu hareketin “masum” bir tarafının olmadığını görmeli ve onları destekleme anlamına gelecek her türlü durumdan uzak durmalıdır. Cemaatin tabanı toplumsal bir duyarlılıkla karşılaşırsa daha hızlı uyanabilir. Burada hepimize görev düşmektedir. Fakat bunu yaparken, cemaat tabanını harekete perçinleyecek tutum ve davranıştan sakınıp onları kazanmaya yönelik bir ilişki içinde olmalıyız. Aksi takdirde hareketin ekmeğine yağ sürülmüş olur. Bence toplum da devlet kadar bu hareketin sona ermesi hususunda bilinçli hareket etmelidir. Problemin devlet boyutuna gelince; onlar bu işi bizden daha iyi bilirler diye düşünüyorum… Şayet bu konuda yapabileceğimiz bir şey olursa elbette devletimizin emrinde ve hizmetindeyiz…
Ben tüm okurlarımdan bu röportajı okuyup değerlendirirken şu hususu dikkate almalarını istirham edeceğim… Bu ifadelerin sahibi, televizyon konuşmalarında bu konuyu gözyaşlarıyla anlatan zat, ben, tüm samimiyetimle sizleri temin ederim ki bunları duygusallıkla, kızgınlıkla vs. söylemiyorum… Çocukluğumdan beri gönül verdiğim ve âşık olduğum İslâm davasına verilen zarara ve Müslümanlara ödetilen bedellere dayanamadığım için bu tavrı gösterdim ve gösteriyorum… İnşallah Rabbim bu samimiyetimi okurlarıma hissettirir…
Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim…

Baran Dergisi 461. Sayı