Dost ve düşman kutbunun üzerinde çokça konuştuğu 7 Haziran seçimleri sonucunda Ak Parti’nin kendisi olmasa da açığa çıkardığı ve vaat ettiği ideallerin hezimete uğradığı düşünülüyor. Ak Parti’de mahalle komisyonlarından üniversite başkan yardımcılığına kadar birçok kademede görev almış biri olarak şunu belirtmek isterim ki; Ak Parti içinde barındırdığı cins kafalardan ötürü değil de insanımızda vehmettirdiği “İslâmî” kişiliğe sahip kurucusu Recep Tayyip Erdoğan’dan ötürü bu kadar teveccüh gördü. Bu seçimde de Ak Parti aynı Ak Parti’ydi ama bu dıştan öyleyken içte ise durum kararmaya yüz tutmaya başlamıştı, kadrolar disiplinsizliğe yuvarlanmıştı. İşte bu kararmanın ve disiplinsizliğin sebeblerini özellikle gençler özelinde inceleyeceğim.
Parti kadroları içerisinde “liberal-ılımlı”lıktan sıyrılamamış, işin künhüne vâkıf olamamış şahıslar, partinin ilk günlerinden beridir yer edindiler. O zamanlar için parti içi dengeleri kollamak adına gerekli olan bu kesimin, gelişmeler ivmelendikçe, kısmen bunları yeterli bulanlara ve alenen olmasa da köstek olanlara ayrıldığını görebiliyoruz. Bu kişilerin ister şuurlu olsun ister şuursuz, gayeye doğru hızlanagelen gelişmeler karşısında fren görevi gördüğünü sezebiliyoruz. Mesela iktidar olan bir partinin, devletin her kademesinde kendisiyle sorunsuz çalışabilecek kadrolara ihtiyacı son derece açık iken, Ak Parti bu hamleyi cesurca yapamadı. Bugün gelen çelmelerin en büyük sebebi işte bu kadrosuzluktur. Kadrosu sandığı çevrelerin ise, aynı parti içerisindeki liberal-ılımanlar gibi ivmelenen gelişmelere pervasızca saldırdığını, onları durduramasa bile yavaşlattıklarına şahit olduk.
Bu saydıklarımız şuurluca yapılan ve faillerinin kısmen teşhis edilebileceği cinayetler olsa da bir de şuursuzca cinayet işleyen ve kimliğini şans eseri olmadığı sürece göremeyeceğimiz kesim var ki tam felaket! Etrafımda “Biz başkanlık sisteminden çok erken bahis açtık, düşmanı kendimize odakladık” diyen yumuşakçasından “Reis keşke meydanlara bu kadar çıkmasaydı, çünkü HDP’yi hedef alınca düşman da oraya destek verdi” diyenine kadar bir sürü insan var. “Biz bir süre daha ne yaptığımızdan habersiz yaşasaydık”çı insanlar beliriyor her tarafta. Kimliklerini ikili diyalog dışında zor kestirebileceğiniz bu zavallılar “sözde” karşı taraftakilerden hiç mi örnek almaz? Onların liberal-ılıman görüneni bile yeri geldiğinde radikalleşirken bizim yapımızdan gördüğümüz kişiler neden gittikçe ılımanlaşıyor ve pısıyor? Bunun, şuursuzlar için tek açıklaması; kendilerine "rehavet”in, “rahat” şeklinde gözüküyor ve batmıyor oluşudur. Bu bahis çok derin ve kişi kişi analiz yapmaya gücümüz ve yerimiz yetmeyeceği için bunların akıbetlerini mukadderata ısmarlayalım.
Bir diğer önemli husus da oy kullanacak gençlerin Ak Parti’yi bir cazibe merkezi olarak görememesi ve daha ateşli duran MHP-HDP gibi ideolojik gâyelerini bas telden duyuran partilere göçmesidir. Ak Parti, eğer gâyesini ve davasını muhtemel kadro olarak görülmesi gereken gençlere anlatmış olsaydı, bu durum ortaya çıkmaz ve eminim ki sağa-sola savrulan “2 milyon genç oy”un yarısından fazlasını kazanmış olurdu. Elbette bunu bir seçim sürecine sığdırmak imkânsızdı ama şu 13 yılın, kimin neyi ne için yaptığını hakikatiyle insanlara göstermeye kâfi gelmesi gerekiyordu. Neyse ki şimdi gençleri kazanmak amaçlı “ideolojik” bir takım plânlar ve programların duyumunu alıyor ve bazısının da fiilen içinde bulunuyorum. Ne var ki, öğrenci evlerinin açılması, Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu gibi büyük mütefekkirlerimizin okunması plânları parti içindeki bazı “etkili-yetkili” kesimde ne hikmetse hep bir tereddüt doğuruyor. Ancak bu gibi müsbet şeylerin akıllara dahi gelmesi umut verici bence. Velhasıl şuurlu ve şuursuz frencilerin bacaklarını kırarak devam inşallah!
Ak Parti’nin ve özelde Erdoğan’ın eleştirilmesi gereken en önemli ve hayati husus; neden hâlâ “TÜSİAD”cı dinozorların rahatça yaşıyor, Gülencilerin pervasızca konuşabiliyor, diğer tüm mikropların icraatlarını başta Erdoğan’ı “diktatör” ilan ederek yürütebiliyor olduklarıdır. Onlarla bizim diktatör anlayışlarımızın çok farklı olduğu kesin. Zira yıllardır kendi rahatları için büyük bir çoğunluğu elinde oynatan, yeri geldiğinde uçuruma sürükleyen alçak yapı ve kişiler diktatör olmuyor da, çoğunluğun yalnızca iç geçirerek anlatmış olduğu “güzel gâye İslâm” uğrunda “sadece kollarını sıvamış” bir insan diktatörlükle suçlanıyor, öyle mi? Aksine oyunu kuralına göre oynamayıp bir “çekince”den dolayı yamuk yasalarla düşmanı alt etmeye çabalayan bir iktidara dua etmeleri gerekirdi ama etmiyorlar, demek ki düşman işin ciddiyetinde, hem de en ufak bir pürüze dahi dayanamayacak kadar. Ancak şu gelinen noktada ve yenilen tokatta ben umuyorum ki, mütedeyyinlerin sembolü olan bu parti ve Erdoğan ifrat derecede merhamet gösterdiklerini anlayacak ve kuru kabadayılıkla değil de İslâm gâyesi uğrunda bu şer odağına sille tokat girişecektir.
Neticeye gelecek olursam; BD-İBDA külliyatında bize aksettirilen mizacı, yani Hz.Ömer (r.a) mizacını özetleyebilecek ve güncel iktidar oyunlarına da çok büyük bir örnek teşkil edecek, Üstad Necip Fazıl’ın Menderes ve iktidarı hakkında yaptığı şu yorum dikkate şayandır:
“… 14 Mayıs 1950 tarihinin getirdiği bu inkılâb, yine mayıs ayında ondan 10 yıl 13 gün sonra gelecek darbeye nisbetle, yüzde yüz su katılmamış olarak milli ruhtan geleniydi ve yüce divanların en yücesi hâlinde, alınlarında gerçek adalet nuru parıldayan hâkimlerin çerçeveleyeceği mahkemeye, maddi ve manevi yol kesicilerden hesap sorma borcunu yüklüyordu.
… 1950 inkılâbıyla başa geçenler, başarılarının basit bir siyasî borsa rekabetinden doğmayıp Halk Partisi dünyasının yıkılması muradiyle meydana geldiğini ve dolayısıyla o dünyayı kökünden yıkmak ve milli ruha denk bir dünya bina etmek gerektiğini takdir edemediler; böyle olunca mükellef olup da ödeyemedikleri borcun altında yapamadıkları şeyin kendilerine yapıldığını gördüler.”
Nitekim olanlar herkesçe malûmdur ve gözü kara düşman işin ciddiyetinde olup hedefine aynını yapmaya memur hissetmektedir kendini, ta ki karşısındaki ona yapmadan. Son Sovyet yöneticisi Gorbaçov’un şu sözü de anlayan için çok güzel bir ihtardır: “Geç kalan ölür!”
Baran Dergisi 441