Bir haber:

- “Belçika’da Türkiye ve İslam karşıtlığıyla bilinen ırkçı Flaman partisi Vlaams Belang, yeni kampanyasıyla yine Müslümanların tepkisini çekti. “İslamlaştırmaya Karşı Kadınlar” adıyla başlatılan kampanyanın afişleri için, parti lideri Filip Dewinter’in 19 yaşındaki kızı An-Sofie, kameraların karşısına geçti. Dewinter’in bikini üzerine çarşafla çektirdiği kampanya fotoğraflarının üzerinde “Özgürlük ya da İslam? Seçim sizin!” yazısı yer alıyor. An-Sofie, verdiği poz nedeniyle endişe edip etmediği sorusuna, daha önce de Müslüman gruplardan ölüm tehditleri aldığını ve bu tehditlerden korkmadığını vurgulayarak cevap verdi. Baba Dewinter ise kampanyanın amacının kadınların İslam’a karşı bir seçim şansları olduğunu anlatmak olduğunu söyledi.”

Başka bir haber: “Rabia Kazan Licursi türbanını açtı.”

- “Ben mutaassıp bir annenin kızıyım. Bilinçli değil sadece annemin isteği ve baskısı neticesinde kapandım. Bazen gizli gizli açıyordum. Daha sonra Kur’an’ı inceledim. Kur’an’da büyük günahlar yazıyor; adam öldürmek, zina yapmak, haram yemek, hırsızlık yapmak... Bunlardan açıkça bahsediliyor. Başörtüsü ve saç için ise açık bir ayet görmedim. Başörtüsü takmamanın Tanrı için büyük bir günah olmadığını düşündüm ve başımı açmaya karar verdim. Bununla beraber altını çizmek istiyorum, dinin kurallarını tam olarak yerine getirmek isteyenlere çok saygı duyuyorum. Çünkü onlar, bir Müslüman olarak İslam’ın büyük, küçük tüm detaylarını yerine getirmek istiyorlar. Bu insanlara büyük saygı duyuyorum. Ben türbana da, türbansızlığa da özgürlük istiyorum. Gerçekten demokrasi adına konuşuyorsak her ikisi için de özgürlük olmalıdır.”

Bu iki haberin birbirinden hiçbir farkı yok; hatta birbirini tamamlıyor. Nitekim Belçika’nın İslâm düşmanı partisi, afişine “Özgürlük ya da İslâm” diye boşuna yazmıyor. Muhtevasını Rabia Kazan gibi üretilmiş imajlar dolduruyor. Rabia Kazan Licursi, sanki bir yerlerde tezgahlanmış ve ezberletilmiş cümlelerle konuşuyor:

“- Başörtüsünü ilk çıkarttığınızda ne hissettiniz? Özgürlük mü yoksa çıplaklık mı?

- Özgür olduğumu hissettim. Yapmak istediğim ama yapamadığım bir sürü şey vardı. At binmeye, tenis oynamaya başladım. Tüm bunları başörtüsüyle yapmaya çalıştığımda daha çok dikkat çekiyordu, herkes bana bakıyordu, kendimi özgür hissetmiyordum. Gece kulübüne gidip bir sanatçı dinleyemezsiniz, okulda arkadaşlarınızla bir çılgınlık yapmak istediğinizde türbanı düşünürsünüz. Her şeyinize dikkat etmeniz gerekir. Gülerken bile düşünmeniz gerekiyor. Türban, hayatı bir çok yönden kısıtlıyor.”

Yani Rabia açıldıktan sonra, ata biniyor, tenis oynuyor, gece kulübüne gidiyor, rahatça takılıyor. Mesajı veriyor: Açılın dilediğinizi yapın!

Devam:

- “Açılır açılmaz içimde kalan her şeye saldırmaya başladım. Piyano dersi almaya başladım, tenis oynuyorum, at biniyorum. Her akşam yüzücü mayomu giyip, çocuklar gibi yüzüyorum. İçimde kalanları yapıyorum. Bir de dans girdi hayatıma, dans etmeyi çok seviyorum. En vazgeçilmezim New York’taki Harvard Club. Çok özel bir kulüp. Her cuma mutlaka oraya gidip dans ediyorum.”

Yâni arkadaşım, başın kapalıysa dans edemezsin, piyano çalamazsın, tenis oynayamazsın, at binemezsin, mayonu giyip yüzemezsin, aldın mı mesajı?

Sonra? Sıra geldi başını açmak isteyen hanım kızlarımıza tavsiyeler:

- “Eğer baskı, ekonomik sıkıntı ile bağlantılıysa tabii ki çok kolay olmaz. Ama yine de vazgeçmeden, yavaş yavaş düşüncelerini anlatarak direnmeliler bence. Eğer insan bir şey ister ve kafasına koyarsa o şartları Tanrı oluşturur, ben her hayalini kurduğum şeyi yaşıyorum. Ben aynanın karşısında bugünün hayalini kurmuştum ve hepsini yaşıyorum. Kadının başını açması namussuzluk değildir. Biliyorum hâlen mahalle baskısı var. “Başını açıp namussuz mu olacaksın, artist mi olacaksın” gibi çirkin ithamlar gelebiliyor. Önemli olan insanın içi. Başörtülü kızların bir kısmı çok şık ve makyajlı. Halbuki bu, daha dikkat çekici bir durum. Başörtülü çok güzel kızlar var, marka çantalar takıyorlar, marka kıyafetler giyiyorlar, altlarında marka arabalar... Yine çok gösterişlisin... Benden yola çıkarsak; başörtüsü bana çok yakışıyordu, inanın ben başörtüsüyle daha güzel oluyordum. Bence hiç kimse kıyafetinden, inancından, fikrinden, cinsel seçiminden ötürü yargılanmamalı. Benim de eskiden belli konularda ön yargılarım vardı, şimdi kırdım. Eskiden eşcinsellere karşı önyargım vardı, şu anda çok yakın bir arkadaşım eşcinsel. Onu çok seviyorum ve hayatımda özel bir yeri var.”

Şimdi düşünelim bakalım bu kadının amacı nedir? BM’de ve Ortadoğu’daki feminist örgütlerle gönüllü olarak çalışan, İtalyan kocası, Fransız giyim tarzı ile Müslümanlara rol modelliğe soyunan bu tipin iyi niyetinden, samimiyetinden mi bahsediyorsunuz?

Dünyevî zevk ve safanın başörtülüyken tadı çıkmıyormuş. Eşcinsellere saygı duymak lazımmış. Başını açmak istiyorsan açmalıymışsın (tutan yok zaten). Oysa işin başında “başörtüsünün sorumluluğunu taşıyamadım” filan gibi laflar ediyordun, ne oldu? Ne olacak röportajı yapan azıcık kurcalayınca eteğindeki taşları döküverdi. Çapı, birikimi bu kadar deyip geçersin, ama öyle değil. Mehmet Ali Ağca’nın sevgilisi iken de kurgulanmış bir tipti, bugün de kurgulanmış bir tip Rabia Kazan.

Belçika’daki “İslâmlaştırmaya Karşı Kadınlar” kampanyasının İslâm düşmanlığı açıkken, Rabia Kazan Licursi gibi “Müslüman kadın” kisvesi altında pazarlanan imaj “gizli mesajlarla” süslenmektedir; fakat ikisi de aynı gayeye hizmet etmektedir.

Oysa, hiç kafa karıştırmaya gerek yok: Müslüman kadın başörtüsüyle hürriyeti tercih edendir. Bu mânâ, hicab ve başörtüsü kelimelerinin kök delaletleriyle de müslümanların bünyelerine işlemiştir. Öyle ikibuçuk operasyonla bu mânâ silinecek değildir.

Kısa ve öz haliyle Üstad Necib Fazıl ve İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “başbaşa” sohbetiyle sözümüzü bağlayalım:

«- “Mücerret mânâsıyla örtü ve perde, vardıkça varılacak olan ruh ve hakikatin kisvesidir; ve umumî mânâsıyla insandaki örtünme ve giyinme duygusu, kaba ihtiyaçtan öte, ruhumuzun ince yönüne hitâbeden bir hayâ mevzuu olarak o sırra bağlı!”

- “Efendim, hayâ ve örtü…”

- “Hayâ; hicâb… Hicâb; örtü… Hayâdan bahsederken bilmeli ki, o, bizzat örtü ve örtünmenin aynıdır; ve âlemde herşey örtü ve peçeye bürülüyken, insanda örtü sırrı ve örtünme sırrı öyle bir bedahet ki, kendisine aykırı oluşlar bile, tersinden onun hakikatini ve ona ihtiyacı delillendiriyor!”

- “Efendim, aslında mücerret estetik gözüyle de mesele açık ama, Batıcılık adına…”

- “Anlaşılmıyor mu ki, diyeceğim ama, besbelli ki anlaşılmıyor işte… Bugün bütün dünyada, kaybedilmiş idealler ve onun neticesi ruhî nizâm buhranı yüzünden, ulvî mânâda insan hayatının varoluş gayesi üzerine düşünmenin yerini hiçlikte tutmayı ve yutulmayı mefkûreleştirmek, sadece ahmaklıktır; ve öyle bir ahmaklık ki, herşeyden önce örtü ve örtünmenin, nizâm sırrı ve sır nizâmı olduğunu bilmezler! Oysa…

Kelimenin kök delâletinde bile görünen odur ki, nizâm, “fikir” ve “güzel” demektir; ve fikir ve güzel, herşey gibi, hakikatin hakikati olarak İslâm nizâmında!”

- “Yani, başörtüsü, kadını fikirleştiren bir unsur, değil mi efendim?”

- “Örtü ve örtünmeyi, bir tecrit ve tecrit mevzuu olarak muhteşem muamma haysiyeti diye işaretledikten sonra, bütün bu mânâlara bir “alem” ve “remz” olan başörtüsünü, kadını fikirleştiren bir unsur olarak takdim etmekten daha tabiî ne olabilir? Ve derisi yüzülmüş cılk et ve bütün tılsım nahiyeleri galiz bir maddecik hâlinde, sadece gaseyan ettirmeye memur bir cifeden ibaret kadının, bir fikir ve tecrit mevzuu olan kadına nisbeti, bir bardak suyun okyanusa nisbetinden farksızdır!”» (*)

 

(*) Salih Mirzabeyoğlu, Necib Fazıl’la Başbaşa -İntibâ ve İlham-, 2. Basım, İBDA Yay., İstanbul 1989, s. 333-334