İsrail Bir Özürle Kurtaramaz
31 Mayıs 2010'da, İsrail'in Gazze'ye karşı uyguladığı insanlık dışı ambargoyu kırmak ve bölgeye insanî yardım malzemesi ulaştırmak üzere yola çıkan Mavi Marmara gemisine, uluslararası sularda, İsrail ordusu tarafından saldırı gerçekleştirildi. Yükü insanî yardım malzemesi, yolcuları yalnızca aktivist siviller olan bu gemidekilere ateş açılması sonucunda 9 kişi hayatını kaybetti. İsrail, vahşetini gemi güvertesinde Gazze'ye doğru seyredenlerden esirgemedi(!).
Bu hadisenin ardından Türkiye, resmî özür ve tazminat talebinde bulundu. Bu taleb gerçekleşinceye kadar da diplomatik ilişkileri askıya aldı. Geçtiğimiz hafta Türkiye'nin gösterdiği azıcık dirayet meyvesini verdi ve Başbakan Receb Tayyib Erdoğan ile yaptıkları telefon görüşmesinde, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu özür diledi ve tazminat talebini karşılayacaklarını ifâde etti. 
İsrail, telefonda verdiği bu sözü tutarda resmî olarak özür diler ve tazminatı öder mi bilinmez. Bilinene gelecek olursak, telefondan da olsa İsrail, küstahlığını sürdüremeyeceğini yakînen idrak etmiş oldu. Şimdi bu özrün arkasında pek çok husus aranacaktır, İsrail şunu amaçlıyor, bunu planlıyor vesaire... Bunların hepsi elbette olabilir lâkin önemli olan husus İsrail'in Türkiye yanında olmaksızın bu coğrafyada varlık arz etmediği hakikatidir. Öyle veya böyle, küstahlığıyla nam salmış olan bir devletin özür dileyecek raddeye varması son derece dikkat çekicidir. İsrail'i yenilmez, özür dilemez, haşa Allah'a bile müdanası olmayan tavrı ve edası bu vesileyle kırılmış bulunmaktadır. Psikolojik bakımdan empoze ettikleri "yenilmezlik ve kaybetmezlik" algısıyla beraber yılların gayretiyle meydana getirdikleri imajlarını kaybettiler. Özür dileyenler yenilebilirlerde, işgâl de edilebilirler, biriken bütün hesablar kendilerinden sorulabilir de!..  Meydana gelen bu gelişme, saydığımız bakımlardan son derece memnuniyet verici.
Kısa vadede, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilere gelecek olursak, yıllarca İsrail'in Türkiye'de yaptıkları hepimizin malûmu. Anadolu'da  iktidara gelecek olan İslâmî bir organizasyonun kendilerine Ortadoğu'da hayat hakkı tanımayacağını adı gibi bilen İsrail, böyle bir durumun önüne geçebilmek adına elinden geleni ardına koymadı senelerce... Örnek vermek gerekirse, ordu ve istihbarat gibi teşkilâtlara sızdı; dışa dönük faaliyetler içerisinde bulunması gereken bu kurumları devletin temel unsuru olan Müslüman milletimize karşı kullandı ve sermeyi kendi çıkarları nisbetinde yönlendirdi.
Dış politika bakımından değerlendirecek olursak da; Türkiye'nin âli menfaatiyle  İsrail'in çıkarlarının buluşması katiyen söz konusu olamaz. Bir hamleden İsrail çıkar sağlıyorsa bilinmesi gerekir ki, bu Türkiye'nin aleyhinedir!..
Şimdi bir özür de dileseler, tazminat diye milyar dolarlar da verseler hattâ ve hattâ diz çöküp yalvarsalar bile devletin stratejik unsurları İsrail'e asla açılmamalı. NATO konseptine dahil olunması hasebiyle zaten birçok sıkıntının muhatabı olan Türkiye'nin bir de İsrail ile yeniden benzer ilişkilere girmesi, hâlen kırılganlık arz eden yapıların muhafaza edilebilmesini imkânsız hâle getirecektir. Yahudi'nin kendi menfaatlerini gerçekleştirebilmek adına her türlü kisveye bürünebileceği hakikati de asla göz ardı edilmemeli.
İsrail, İslâm coğrafyasında bir kangrendir ve  hastaya, kangren olan bu uzvun kesilip atılmasından başka şifa yoktur. Anadolu'da çevirdiği dolaplar başta olmak üzere, bütün İslâm dünyasına yayılmış olan fitne ve fesat kurumlarının da başlıca hamisi olan İsrail'den kurtulmadan, İslâm âleminin tek millet olan küfre karşı tek safta bir araya gelmemesi pek de mümkün görünmemektedir. 
 Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun "Ölüm Odası B-Yedi" adlı eserinde ihtar ettiği üzere; "Gerçek bir büyük Doğu projesi içinde, İSRAİL diye bir devlete yer yoktur " diyor. 


baran Dergisi 324. sayı