58 eser sahibi fikir, sanat ve aksiyon adamı Salih Mirzabeyoğlu’na yapılan Telegram (cihazlı zihin yönlendirmesi ve elektromanyetik bedenî işkence), 11 Mayıs 2012 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün ve Mirzabeyoğlu’nun avukatlarının yaptığı ortak bir basın açıklamasıyla meclise taşındı.

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün Meclis'te basın toplantısı yaptığı saatlerde, bir başka CHP'li, Malatya milletvekili Veli Ağbaba da, (10 yılı AKP iktidarında olmak üzere) 13 yıldır Telegram işkencesine maruz bırakılan Mirzabeyoğlu'nu Bolu F Tipi Cezaevi'ndeki hücresinde ziyaret etti ve kendisine 13 yıldır her gün 24 saat KESİNTİSİZ yapılan işkence hakkında Mirzabeyoğlu'ndan bilgi aldı.

28 Şubat’ın “brifingli” hâkimlerince hapse atılan İslâmcı bir fikir adamına yapılan barbarca işkenceyle ilgili olarak kamuoyunda “İslâmcı” addedilen AKP’nin inisiyatif almasının beklendiği bir ortamda gerçekleşen bu basın toplantısı, ajanslara bomba gibi düştü. Ne var ki, Mirzabeyoğlu’nun başına gelenleri yakından takib eden kitle bu habere çok da şaşırmadı. Çünkü onlar şöyle düşündüler:

- «AKP’li vekillerden bir tanesi olsun "size kimler işkence ediyor Sayın Mirzabeyoğlu?" diye gidip sordu mu? Koskocaman bir HAYIR! Neden sorsunlar ki; onlar Mirzabeyoğlu'na Telegram yapmak ve yaptırmakla, yapanlara kol kanat germek ve maskeleme yapmakla meşgullerdi. İşkencecinin işkence göreni ziyareti "tuhaf" kaçardı zaten!..»

Bu TARİHÎ deklarasyonun basına yansımasında bizim için en dikkat çekici hâdise şu oldu:

Zaman gazetesinin (Cihan Haber Ajansı'nın) haberinde –başka tüm haber ajansları ve internet siteleri zikrettiği hâlde!- "her ne hikmetse" TELEGRAM bahsi hiç geçmiyordu. Anadolu Ajansı bile geçmiş, onlara ne oluyordu ki? Saklamak istedikleri neydi? Yakın geçmişte Yeni Şafak gazetesi de yapmıştı böyle bir "maskeleme"yi. Öyle demediği hâlde, Mirzabeyoğlu'nun avukatının "Mirzabeyoğlu BEŞ AY Telegram işkencesi gördü" dediğini yazmıştı. Yâni sonra bitmiş(!).. Oysa, 10 yılı AKP iktidarında olmak üzere, 13 yıldır sürüyor bu barbarlık. "Bulmaca"nın parçaları bir bir yerine oturuyor, Telegramcıların "âmirlerinin" kimliği iyice berraklaşıyor. Yuh size!..

Rahatsız mı oldunuz, “masal” dinlemeyi mi tercih ederdiniz? Buyrunuz öyleyse “masal”...

 

HÜKÜMET MİRZABEYOĞLU’NA İŞKENCE EDER Mİ? HÂŞÂ!

İşkenceyi Türkiye Cumhuriyeti tarihinden tamamen kazıyan harika bir hükümetimiz var. Nur yüzlü, kalbi Allah korkusuyla titreyen, karıncayı bile incitemeyecek kadar müşfik, gözleri merhametten her dem yaşla dolu bir başbakanımız, cumhurbaşkanımız, MİT başkanımız, anayasa mahkemesi başkanımız, onlarla uyumlu genelkurmay başkanımız, onlar ne derse yapan emniyet genel müdürümüz,  muhteşem bakanlarımız ve "insan gibi insan" bürokratlarımız var.

Ne var ki bu seçkin insanlar, Mirzabeyoğlu'nun yaşadığı Telegram barbarlığını zerrece bilmiyorlar, bir türlü bu Telegram haberine bürokraside, basında ve çevrelerinde denk gelmediler, yoksa böyle bir barbarlığın bir insana, hele 58 eser sahibi dünya çapındaki bir fikir-sanat adamına yapıldığını bilselerdi müdahale etmezler miydi? Mümkün olabilir mi hiç? Aklınıza ve insafsızlığınıza şaşarız.

Kimi hainler kalkmış, "hükümet, 13 yıllık Telegram barbarlığına, iktidarda oldukları 10 yıldır göz yumuyor, hattâ bizzat yapıyor, yaptırıyor!" diyorlar. Tâbirimizi hoş görünüz, alçak bunlar! İktidardaki bu mübarek insanlar şayet Telegram'ı ve Mirzabeyoğlu'na 13 yıl "elektrik" verildiğini duysalardı, meselâ sevgili başbakanımız ânında adalet bakanlığını harekete geçirir, adalet bakanlığı derhal bir soruşturma açtırıp hem "sorumlu ve suçlu" cezaevi memurlarını enseler, hem de Mirzabeyoğlu'nun kapsamlı bir ifadesini alır ve gerekenler bu çerçevede derhal yapılırdı. Yine başbakanımızın talimatıyla MİT derhal harekete geçer, böylesi "dünyanın bir numaralı istihbarat ve işkence cihazı"nın devletten habersiz bir devlet cezaevinde nasıl kullanıldığını en ince teferruatına kadar araştırır ve o sâniye bulurdu. Aynı şekilde, MGK'da bu hassas konu mutlaka ve hemen gündeme gelir, genelkurmay başkanımız derhal duruma müdahale eder, hangi muvazzaf subayların bu barbarlığa karıştığını ânında tesbit ederdi. Bu arada, bize Allahın bir lütfu olan başbakanımızın talimatıyla içişleri bakanı da hemen harekete geçer ve Telegramcıların sivil uzantılarına operasyon üstüne operasyon düzenletirdi. O gül gibi, bülbül gibi cumhurbaşkanımız da kesinlikle hâdiseye seyirci kalamaz, Yazıcıoğlu suikastindeki gibi Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirir, böylesi "devlet güvenliği"ni ilgilendiren korkunç bir silâhın ve uygulamanın nasıl olup da bir devlet cezaevinde kullanıldığını hiç gecikmeden buldururdu. Kalbi Allah korkusuyla çarpan o müthiş Anayasa Mahkemesi başkanımız, her platformda bu barbarlığı gündeme getirir, yetkilileri derhal göreve çağırırdı.

Maalesef, bunlar olmuyor, çünkü Mirzabeyoğlu'na yapılan Telegramla ilgili 13 yıl boyunca ortaya konulan onbinlerce, hattâ yüzbinlerce sayfalık metinden, kitablardan, gazete ve dergi haberlerinden, dilekçelerden, mahkeme ve cezaevi kayıtlarından, adlî belgelerden, radyo, televizyon ve internet haberlerinden, insan hakları örgütlerinin açıklamalarından, Mirzabeyoğlu’nun isminin yurtdışındaki “zihin kontrolü” literatürüne bile girmesinden, resmî ve siyasî şahsiyetlere yapılan çok sayıda ziyaretten ve diğer sayısız bilgilendirme çalışmasından bu mümtaz insanların hiçbirinin en ufak, evet en ufacık bir haberi yok. Allahın işi, bir türlü denk gelmemişler. Dünya hâli, olmaz olmaz dememek ve kalbi Allah korkusuyla titreyen bu insanlara iftira atmamak lâzım. Memlekette nankörden bol ne var, işleri güçleri bu masum ve muazzam büyüklerimizi karalamak! Sakın ama sakın bunlara aldanmayın ve Telegramı ve 13 yıllık elektrik işkencesini gözbebeğimiz hükümetimizden, şanlı devletimizden, peygamber ocağı ordumuzdan bilmeyin!

(Masal bitti, şimdi iyi uykular!)


DEVLET MİRZABEYOĞLU’NA İŞKENCE ETTİĞİNİ NİÇİN YALANLAYAMIYOR?

Diğer yandan, Mirzabeyoğlu’na yapılan Telegramla ilgili bunca habere, esere, beyanata, ziyarete, literatüre ve sayısız teşebbüse rağmen, bugüne kadar tek bir devlet yetkilisi dahi kamuoyu önüne çıkıp, ayyuka çıkmış başka her durumda “usûlen” yaptıkları gibi, “Salih Mirzabeyoğlu’na işkence edilmediğini, Telegram iddialarının tamamen hayâl mahsulü olduğunu, kendisinin devletin şefkatli kollarında insanca muamele gördüğünü” açıklayıp, tüm bu iddia(!)ları YALANLAMA yoluna gitmemiştir.

 “İşkenceci devlet”in bu tuhaf sessizliği, çok basit –görünen- bir “yalanlama”dan bile kaçınması sizce niçin olabilir?

a) Salih Mirzabeyoğlu ve okuyucuları, böyle bir yalanlamayı ânında çürütecek bilgi, teşhis, tesbit ve değerlendirmelerle ortaya çıkar ve “devlet”in hem yalancılığı, hem işkenceciliği, hem de en nâdide ve gizli “suikast, işkence ve istihbarat silâhı” –daha da fazla- deşifre ve teşhir edilmiş olur.

b) Yalanlama tarzında da olsa Mirzabeyoğlu’nun gördüğü işkencenin kamuoyu önünde dile getirilmesi, hemen peşinden kapsamlı bir araştırma ve soruşturma gerekliliğini de ister istemez gündeme getirebilir, çünkü “resmî” yalanlamanın peşinden çok ciddi itirazlarla karşılaşılacağı belli olduğundan, bu kez hakikaten soruşturmak ve iddiaların asılsız(!) olduğunu göstermek gerekebilir. Buysa, böyle bir işkence zaten apaçık var olduğu ve Mirzabeyoğlu kendileri için “çetin ceviz” olduğu için, ancak “kendini ele verme” ve “suç üstü yakalanma” sonucunu doğurur.

c) Yalanladıkları durumda dahi, bu kadar “basit” bir yalanlama için bile niçin 13 yıl bekledikleri kendilerine sorulacağından ve buna verebilecekleri herhangi bir tutarlı cevab olamayacağından, yine “kendini ele verme” ve “suç üstü yakalanma” neticesi hâsıl olur.

d) Yaptıkları onca barbarlığa rağmen, Mirzabeyoğlu’nun Batıya ve Batıcılara bir türlü boyun eğmemesinden, ardarda devâsâ eserler vermesinden, o tahrib edemedikleri benzersiz fikir-sanat gücünden, görülmemiş cesaretinden, akıl almaz direncinden ve kendilerinde olmayan sayısız faziletinden dolayı o kadar hınçlanmış, gözleri dönmüş ve kinden kudurmuşlardır ki, “Mirzabeyoğlu’na göstere göstere işkence ediyor ve kan kusturuyoruz, kimseyi de iplemiyoruz, şimdiki dünyada Batının ve biz Batıcıların borusu öter, İslâmî bir devlet ve dünya düzeni mücadelesi veren birine kim sahib çıkar, gücünüz yetiyorsa durdurun, kime ne?” şeklinde bir aldırmazlığı, meydan okumayı ve “konuşmaktan daha anlamlı” bir sessizliği tercih etmektedirler.

e) Mirzabeyoğlu cezaevinde bulunduğu, üstelik “ağırlaştırılmış müebbed hapis cezası”na çarptırılmış olduğu, yâni çıkıp kimseye bir şey isbat edemeyeceği ve dünyada başka hiç kimseye yapılmamış barbarlıklara kesinlikle dayanamayıp çıldıracağı hesablandığı için, O’nun “isbatlanamaz” zannedileni eserleriyle isbatlaması, “dayanılamaz” zannedilene karşı efsanevî bir dirençle dayanması, “çıldırtır” zannedilene karşı birbiri ardınca ve “tuğla kalınlığında” şaheserler vermesi, “mutlaka boyun eğdirtir” zannedilene karşı destanlık bir meydan okumayla ve zerre esnemeden direnmesi karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlar, “ne söylesek batarız, en iyisi üç maymunu oynayıp susalım!” tavrına ve çaresizliğine sığınmışlardır. 

f) “Madem Mirzabeyoğlu dayanılmaz zannettiğimiz bu işkenceye dayandı ve hem yazdıklarıyla hem yaptıklarıyla kötü örnek olmaya devam ediyor, o hâlde kamuoyunda O’na karşı varolan şimdiki alâkanın sâkinleşmesini bekleyelim ve ortalık yatışınca Telegram cihazıyla -başka diğerlerine de yaptığımız gibi- O’nu sessizce ve kimsenin suikast olduğunu isbatlayamayacağı bir teknoloji kullanarak öldürelim! Hattâ bunu O’nu çıkartacakmış veya yeniden yargılayacakmış gibi bir irade hissettirdiğimiz bir zamana denk getirelim, kimse bizden kuşkulanmayacak ve görünüşteki iyi niyetimizin arka plânını sorgulamayacaktır!” diye düşünmekte ve bu yüzden sessizce beklemektedirler.

g) HEPSİ.