Rejimin ve rejimin dayanak noktasını teşkil eden anayasanın tartışmaya açılması, bizim uzun müddettir ısrar ettiğimiz meselelerin başında gelmekteydi. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine olanak tanıyan kararla beraber de bu tartışma resmen başlamış oldu. Ülkenin gündemine göre kimi zaman harlanan bu mevzu, zaman zaman medyanın peşinden savrulduğu günlük itiş kakıştan kalkan tozun ardında kalsa da, son günlerde iyiden iyiye tıkanan iç ve dış politika dolayısıyla yeniden gündemin üst basamaklarında kendisine yer edindi. Dönemin Başbakanı Receb Tayyib Erdoğan’ın “Başkanlık sistemi artık tartışılmalıdır” açıklamalarıyla gündemde tutunan bu meselenin altı ve üstü Ak Parti dâhil bugüne kadar herhangi bir kesim tarafından doldurulamamış olsa da, en azından 90 senelik rejimin tartışmaya açılmış olması her hâl ve kâr da son derece ümit verici bir gelişmedir.
Kendi zaviyemizden meseleye yaklaşacak olursak; Büyük Doğu-İbda İdeolocyası, ferd ve toplum meselelerine çözüm getirmek iddiasında yeni bir anlayış, ideal, ahlâk, kültür ve hayat tarzı teklif ederken, tüm bunların tesis edilmesi şartını bunların da üzerindeki en büyük “ahlâkî” müessese olan devlete bağlıyor; bununla beraber yeni bir sınıf anlayışı, rejim, hukuk, idare ve devlet modeli ortaya koyuyor. En kaba planda ele alarak doğrudan ismini koyacak olursak, bu devlet modelinin adı “Başyücelik Devleti”dir. Başyücelik Devleti’nin kendisine has hususiyetlerine girmeden evvel, yeniden tartışılmakta olan Başkanlık Sistemine dönelim ve bu tartışmanın eksik kalan yönlerine dikkat çekerek devam edelim.
Rejim Tartışması ve Taraflar
Türkiye’de seçilmiş iktidarın, kendisine karşı yapılan gayr-ı hukukî operasyonlar karşısında rejimin mahiyeti dolayısıyla çok defa elinin kolunun bağlı kaldığını gördük. 28 Şubat döneminde Necmettin Erbakan bu süreci yaşadı ve istifa etmek zorunda kaldı. Bundan öncesinde yaşanan askerî darbeler de zaten malum... Rejim, millet ile devlet arasında ahenksizlik üzerine inşa edildiğinden –ki bu normalde bir rejimin varlık sebebine zıd bir durumdur-, iktidarların ve muhalefetin meşruiyeti çeşitli kesimlerin menfaatleri ve onların direktifleri istikâmetinde şekillendi senelerce.
Receb Tayyib Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde de, yerleşik rejim unsurları ve kuyrukçular tarafından iktidara karşı birçok operasyon yapıldı yahut yapılmak istendi. Bunlardan bazılarına karşı iktidar geri adım attı, kimiyle mücadele etti ve bugünlere doğru gelinirken kaçınılmaz bir şekilde son derece geç kalmış olarak rejim tartışmaya açıldı.
Ne yazık ki burada karşımıza şöyle bir manzara çıktı; bu tartışmanın ne Erdoğan’a yakın, ne de karşısında olan tarafları mevcut köhnemiş rejimi tartışacak liyakate haiz olmadıkları için iş “istemezük” veya “evet mutlaka isteriz” seviyesinde kısır bir tartışma hâline gelerek rafa kalkıyor. Ak Parti cenahını bir kanara bırakacak olursak, bilhassa sol tandanslı hareketler senelerdir bu rejimin değişmesi adına mücadele ettiklerini iddia ederlerken, iş değişime geldiği vakit, mevcut olanın yerine herhangi bir teklifleri olmadığı ayan beyan ortaya çıkmış ve onlarda statükodan yana tavır almak suretiyle bunca senelik mücadelelerini bir çırpıda çöp sepetine atmak durumuna düşmüşlerdir. Aynı vaziyet yalnız sol için değil, “anayasal düzeni değiştirmek” iddiasıyla mücadele eden ve bu suça teşebbüsten dolayı kimi mensubları idam edilen, cezaevlerinde yatan diğer birçok siyasî hareket için de geçerli. İş ciddî bir tartışma planına çekildiğinde bir ânda görüldü ki, bu hareketlerin tamamının elleri içi boş ceplerinin içinde, statüko safında “istemezük” diye haykırıyorlar. Oysa ki verilen mücadelelerin bir çoğu mevcut rejimin tartışmaya açılması ve yerine yeni bir devlet modelinin teklif ve tatbik edilmesi için değil miydi? Aynı şekilde 2013 senesinin Haziran ayında Gezi Parkı olaylarında meydanları dolduran gençler. Bunlar değişim istemiyorlar mıydı? E hadi, rejim tartışmaya açıldı işte... Memnuniyetsizlikten ortalığı yakıp yıktığınız sistemin yerine, siz ne teklif ediyorsunuz? Ne yazık ki yalnızca istemiyorlar, çünkü mevcut olanın yerine teklif edebilecekleri ne bir anlayış, ne bir ahlâk, ne bir hayat tarzı ve ne de bunlardan süzülmüş bir devlet modeli yok...
Başkanlık Sistemi Nedir?
Başkanlık sistemi, yürütme kuvvetinin yasama organından bağımsız bir şekilde yönetimde bulunduğu hükûmet sistemidir. Başkanlık sisteminde yasamanın yürütmeyi feshetme yetkisi yoktur.
Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayrıma ve dengeye dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içinde, yürütmenin iktidar olanaklarını genişleten bir hükûmet sistemidir. Başkanlık sistemi, Başkanlık hükûmeti sistemi olarak da adlandırılmaktadır.
Başkanlık sisteminin en tanımlayıcı özelliği yürütmenin nasıl ve ne şekilde seçildiğidir. Başkanlık sistemini parlamenter sistemden ayıran temel özellik, yürütme organının şekli ve rolü ile ilişkilidir. Parlamenter sistemden farklı olarak, başkanlık sisteminde yürütme organı ile yasama organı iç içe geçmemiş durumdadır.
Devlet başkanı yasa önermez fakat yasama organının (parlamento) yaptığı yasaları veto etme hakkına sahiptir. Buna rağmen yasama organından nitelikli bir çoğunluk bu vetoyu iptal edebilir. Bu yöntem İngiliz Monarşi sisteminde herhangi bir yasanın kraliyet onayı olmadan yürürlüğe konamayacağı fikrinden türetilmiştir.
Sabit bir başkanlık süresi vardır. Seçimler planlanmış tarihlerde yapılır. Güvensizlik oyu ile hükûmet düşürülüp erken seçimler düzenlenemez. Bazı ülkelerde devlet başkanının kanunları ihlâl ettiği veya vatana ihanet durumlarında meclis soruşturması açılıp başkanın meclis tarafından üçte iki veya dörtte üç çoğunlukla düşürülüp erken seçime gidilmesi şeklinde istisnalar vardır.
Yürütme yetkisi tek kişi, bir şahsiyet elinde toplanmıştır. Kabine üyeleri devlet başkanıyla birlikte çalışır ve yürütme ile yasama organlarının ilkelerini tatbik etmek zorundadırlar. Başkanlık sisteminde devlet başkanının bakanlar kurulu için önerdiği adaylar ve hâkimler yasama organı tarafından onaylanır. Devlet başkanı; kabine üyeleri, ordu veya yürütme erkinin herhangi bir çalışanını doğrudan yönetme hakkına sahiptir. Fakat hâkimleri feshetme veya emir verme gibi bir yetkisi yoktur.
Yasama ve yürütmenin ayrıldığı yönetimlerde suçtan hüküm giymiş mahkûm ve suçluları affetme veya cezalarını hafifletme genelde devlet başkanının elindedir.
Türkiye ve Başkanlık Sistemi
Türkiye için “Başkanlık Sistemi”, devlet şekilleri bakımından, Devlet Reisi makamının niteliklerinin değişmesi anlamına gelir. Kuvvetler ayrılığı bakımından ise yürütme yetkisinin tek bir elde toplanması demektir.
Açık olmakta yarar var: Ak Parti’nin iktidarda bulunduğu zaman zarfında birçok kere yürütme organına müdahale edildiğine şahitlik ettik. Taraflardan hangisinin haklı veyahut haksız olduğu bir yana, halkın oylarıyla tek başına iktidara gelmiş olan siyasî partiye bürokrasi tarafından birçok kez müdahale edildi ve bu vesileyle, bizim de senelerdir ısrarla üzerinde durduğumuz, Türkiye’deki rejimin kendi içindeki tutarsızlıklar da ortaya saçılmış oldu.
Ak Parti hükümeti bu tip müdahaleler karşısında kimi zaman geri adım atarak, kimi zaman olmadık sermaye veyahut bürokrasi unsurlarıyla işbirliği yaparak ayakta kalmasını bildi. Bu tip müdahaleler Ak Parti’ye yürütme organının mevcut sistem içinde bağımsız bir şekilde işletilemeyeceğini de göstermiş oldu. Dolayısıyla üçüncü dönem iktidar olduktan sonra yürütmeyi sermayenin ve yerleşik bürokrasinin tahakkümünden kurtaracak bir arayışa yöneldiler. Ülke içindeki çeşitli kesimleri rahatsız etmeyecek, modern(!) görünen, yürütmenin zincirlerini de kıracak olan model olarak da Başkanlık Sistemini tartışmaya açtılar. Ak Parti’nin yaptığı değişiklikle Cumhurbaşkanını seçme yetkisi parlamentodan alınarak millete verildi ve seçilen Cumhurbaşkanı halkın oylarıyla doğrudan seçildiği için, vekillerin seçtiği Başbakan’dan daha meşru bir konuma geldi. Erdoğan da bu durumu fırsat bilerek Cumhurbaşkanlığı makamını Başkanlık makamı gibi işletmeye karar verdi.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ve Ak Parti’nin iktidarı daha ne kadar sürer, başkanlık sistemine geçilir mi, mevcut anayasal boşluklar kullanılarak Türkiye Başkanlık Sistemi gibi idare edilmeye devam mı edilir bilinmez. Fakat bildiğimiz iki husus var ki bunlardan birincisi yukarıda da gördüğünüz üzere Başkanlık Sistemi başlığı altında yapılan tartışmanın tamamen şekil planında olduğu ve bir özü, ruhu olmadığıdır; ikincisiyse Türkiye’de siyasetin iç ve dış sebeplerden dolayı büyük bir değişim meydana gelinceye dek açılmamak üzere tıkandığıdır.
Başyücelik Devleti
Gelelim Başyücelik Devletine... İşin şekil planında bir tartışma olmadığını, aslolanın öz, ruh olduğunu iddia ettiğimize göre, kendi devlet modelimizin şekil planını meraklısının incelemesi üzere Necib Fazıl’ın “İdeolocya Örgüsü” ve Salih Mirzabeyoğlu’nun “Başyücelik Devleti” adlı eserlerine ısmarlayarak, yine bu eserlerden alacağımız ilhâmla işin özüne dönelim ve bahsi de Başkanlık Sistemi tartışmasına çeşitli suâller yöneltmek suretiyle işleyelim.
- Başkanlık Sistemi tartışmaları yürütülürken, Doğu ve Batı’nın muhasebesi yapılmış mıdır?
Bugün her ne kadar globalizm vesilesiyle Doğu’nun yüzeydeki büyük çıkıntıları törpülenmiş ve Doğu Batılılaşmışsa da, derinlerde ayırım sürmektedir. Dolayısıyla bunun üzerinden dünyayı yeniden okumak ve Anadolu’yu bu iki dünya arasında konumlandırmak planlanan değişimin belki de en temel şartıdır. Tarihî, dinî, ruhî, fikrî, içtimâî ve iktisadî planlarda Batı’nın Doğu’ya, Doğu’nun Batıya ve Batı’nın Batı’ya, Doğu’nun ise Doğu’ya bakışını tüm müşahhas ve mücerret müesseseleriyle beraber değerlendirmek suretiyle, Başkanlık Sistemiyle beraber gerçekleştirilmesi planlanan topyekûn değişim için dünya muhasebesi yapıldı mı? Geçmişten bugüne sarkan meseleler ve bilhassa bugün dünyayı baştanbaşa saran ferdî ve içtimâî buhranın çözüme kavuşturulabilmesi için ne gibi teşhis ve teklifleriniz var?
- Bir koldan Allah Resûlü’ne, diğer koldansa Cumhurbaşkanlığı forsunu süsleyen 16 devletle beraber tarihin derinliklerine sarkan bu milletin kendi muhasebesini yaptınız mı?
Çok da eskilere gitmeden tek plandan beri yukarıdaki suâli açıklığa kavuşturalım; ne oldu da, İstanbul ile beraber topyekûn Batıyı ve İran ile beraber topyekûn Doğuyu fethetmeye namzet hâline gelen Devlet-i Aliyye yıkıldı ve küçüle küçüle Anadolu diye adlandırdığımız bu küçücük coğrafyaya tıkılıp kaldı? Bu soru layıkıyla yanıtlandı, yapılan hatalar açıklığa kavuşturuldu ve bu gibi hatalara karşı tedbir alındı mı?
- Başkanlık Sistemine geçilmesiyle beraber rejim ve anayasada meydana gelecek olan değişimin ana kaynağı nedir?
İnsan, “aşkın/müteal” bir varlığa, fikre yahut kendisinden aşkın olduğuna yine kendini ikna ettiği hiç olmazsa bir odun parçasına inanmaya mecburdur. Peki, Türkiye yeni sistemle beraber merkeze neyi alacak, neye inanacak? Laiklik, sekülerlik gibi yeniden kaosun tetikçisi bir boşluk mu olacak, yoksa bunun yerine Kemalizm gibi bir sapkınlık mı? Ya da milletimizin büyük paydasının dini gereği İslâm mı? Bu değişimle beraber biz neye inanacağız?
- Eğer ki yanlış anlamadık ve hakikaten de bir inkılâbtan bahsediyorsak, beklenen inkılâb nedir?
İnkılâb kelime mânâsı itibariyle başka tarza değişme, bir hâlden diğer hâle geçme, başka türlü olma demek... Peki, ama nasıl bir değişim olacak, mevcut hâlden nasıl bir hâle geçilecek ve nasıl olunacak? Bu bakımdan beklediğimiz inkılâb ve bu inkılâbın yönleri neler? Bu konuda yapılmış bir çalışma var mı?
- Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere işin şekli bile belli olmayan Başkanlık Sistemi tartışmasında devletin idare mefkûresi ve bu mefkûreye hizmet edecek olan şekli ne olacak?
Öyle ya, evvelâ bir hedef belirlersin, ardından da o menzile varacak şekilde teçhizatını kuşanırsın. Önceden teçhizat kuşanıp sonra menzil aramak biraz deli saçması değil mi? Dolayısıyla bu devletin davaları ve bu davalara hizmet edecek şekli nedir?
- Devlet müessesesinin varlığının temelinde yatan saik, ferd ile toplum arasında kurulacak muvazenedir. Başkanlık Sistemiyle beraber hangi temel prensibler benimsenecek ve tatbik edilecek ki bu muvazene kurulacak, yalnız hukukta değil hayatın her planında adalet tesis edilecek?
Ruhçu mu olacağız yoksa materyalist mi; ruhçu olacaksak Allahçı mı olacağız, spritualist mi? Keyfiyetçi mi olunacak, kemmiyetçi mi? Cemiyetçi mi olunacak ferdçi mi? Bu temel prensibler neden, niçin ve nasıllarıyla beraber belirlendi mi?
- Anadolu’dan başlayarak dünyaya doğru içinde bulunduğumuz zaman şartlarının muhasebesi yapıldı mı?
Bugün Cumhurbaşkanından Başbakana, vekillerden yazarlara kadar birçok kesimin temsilcisinden şu ifâdeyi duymak mümkün; “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor.” Peki, en azından şu soruya cevab veri: Türkiye’ tarihî misyonu NE? Tabii arkasından şunlara: Bu misyonu üstlenmeye hazır mı, beklenen rejim bu misyonu yerine getirmeye uygun mu, kendisine has teklif ettiği ne var ve Türkiye kendi içinde bu misyonun gereği olan ahlâk, kültür ve birliğe sahip mi?
***
İşte o kimi kesimlerin bugünlerde çıkıp çıkıp sırf Erdoğan’ı kötülemek adına, kendi cüceliklerine ve cehaletlerine bakmaksızın dil uzatma cüretine kalktığı Büyük Doğu ve Büyük Doğu’nun tatbik fikri olan İbda, onların aksine, yukarıdakilerle beraber fert ve toplum meselelerine de çözüm getiriyor.
***
Devam edelim... Siyasetçiler bu kadar suali nasıl cevablasın? Unutmuş olsak da esasında bu adamların işlerinin günlük polemiklerden ziyade ait oldukları dünya görüşü merkezinde yukarıdaki suallere yanıt aramak ve esasında zaten suallere verilen yanıtlar üzerinden iktidara talib olmak olduğu bedahet değil mi?
Geçtiğimiz sayılarda ve yazılarda altını defaatle çizdiğimiz üzere Anadolu’da, Doğu’da ve Batı’da mevcut olan dünya görüşlerinden, Büyük Doğu-İbda’dan başka hangisi, yukarıdaki sualleri tam mânâsıyla cevablayacak bir ahlâk ve devlet modeli teklif ediyor?
Şimdi geldik mevzunun bam teline; yukarıdaki suallere derinliğine ve genişliğine, neden, nasıl ve niçiniyle beraber yanıt veren bir dünya görüşünüz var da Başkanlık Sistemiyle beraber bu dünya görüşünü mü hâkim kılacaksınız, yoksa öylesine, mesela “bir de başkan olayım” diye Başkanlık Sistemine geçelim mi diyorsunuz? Eğer ki öyleyse, o zaman bunu neden bizden saklıyorsunuz?
Peki, Başkanlık Sistemine geçmeyelim mi? Geçelim tabi canım, neden geçmeyelim. Nasılsa bu çözülüşün varacağı nihai menzil Başyücelik Devleti’dir. Lâkin tıpkı cep telefonları için yapılan 4G ihalesinde Cumhurbaşkanı’nın takındığı tavırda olduğu gibi, 5G’ye geçmek varken niçin 4G ile vakit kaybedelim ki?
     Öyle değil mi? 
Baran Dergisi 470. Sayı