TV Gündemi
TV8’de “Bir Alp Üç Çocuk” diye bir program başladı; birkaç haftadır takip ediyorum. Yapımcısını da başarılı buluyorum. Yetenek Sizsiniz’deki becerikli-beceriksiz herkese sahne girişinde yardımcı olarak da tanıdığımız Alp Kırşan dört ile altı yaş arasındaki çocuklara çeşitli sualler yöneltiyor, cevaplar alıyor. Bütün (format) bunun etrafında, yani çocukların çevresinde dönüyor…  Programın geçen haftaki 5. bölümünde Alp Kırşan yaşı zannediyorum dördü geçmez bir kız çocuğuna (İdil Kaya) bir şey sordu, çocuk bildi. Başka bir şey sordu, onu da bildi. Ardından gelen suâle verdiği cevap ise beni gerçekten çok şaşırttı ki şöyleydi: “Bilmiyorum!” Bu devri dâim arasında program devam ederken yine aynı kız çocuğu kendisine yöneltilen bir suâle de “Bir fikrim yok!” diye cevap verince hayretim daha da arttı… “Bunda şaşılacak ne var?” diye merak edenler varsa memleketimizdeki Futbol Kulübü başkanlarından Üniversite kampüslerine, irili ufaklı gazete köşelerinden kahvehâne köşelerine kadar uzanan çokbilmişliğe bir baksınlar… Peki ya İdil “bilmiyorum!”un mânâsını biliyor mu? Ne ehemmiyeti var efendim, mühim olan kendini doğru bir biçimde ifade edebilme yeteneğidir. Dünyada, tam mânâsıyla kendini ifade edebilecek tek varlık insan; bahçelerdeki zararlı otlardan bir orangutana, bir (karbon) kâğıdından yıldızlara kadar kendini –kendi- (form)u içerisinde ifade etmeyen hiçbir şey yokken, önümüze aldığımız- tesadüf ettiğimiz her mesele ve hâdiseye kayıtsız kalarak ifade etmek de bir ifade biçimiyse, şu üstü kapalı tenkidimden vazgeçiyorum.
 
(Metrobüs) Gündemi
İstanbullu birçok kimse gibi ben de kendi çapımda bir (Metrobüs) ihtisasına sahibimdir. Geçtiğimiz ve daha evvelce geçtiğimiz haftaların biricik gündemi olan koltuk kapma yarışları, aralıksız sürmekte ve gençlerden ziyade ihtiyar kimselerin göz dolduran (performans)larına ana ve ara duraklar şahid olmaya hâlen devam etmektedir. Halkımızın Millet Meclisi yahut Meclis Milleti’nden mi, Mustafa Sarıgül’ün bile Şişli Cumhuriyeti’ndeki koltuğunu kaybettiğinden mi görüp heves ettiğini tam olarak bilemediğim bu koltuk kapma yarışları Avustralya Grand Prix’sine taş çıkartacak çetinlikte sürüyor… Zannedersiniz ilk girene (Grand Pri-Büyük Ödül) verecekler… Şahsen ilk başlarda bu hususlara dâir, Sibirya’ya sürülmüş (Dostoyevski) gibi sağa-sola boş gözlerle baktığım günleri hatırlıyorum da o günlerdeki safiyetimi bu günlerde arıyorum. Artık (Metrobüs) nereye yanaşacak, o ejderha gibi ağzıyla kalabalığı tam nerede yutacak, kapı tam nerede açılacak biliyorum. Hatta o kapı önündeki kalabalığın, o birbirlerine (uhu) sürülmüşçesine kenetlenmiş, az biraz imân edâsıyla olsa herkesi gözyaşlarına boğabilecek kadar sıkı kenetlenmiş kalabalığın, hangi eğimle ve ne hızda ejderhanın ağzından dolacağını (Nivton) kadar olmasa bile çekim alanını bilip ona göre tavır geliştirecek derecede ihtisas sahibi olduğumu söyleyebilirim…
Bu meseleye dâir bir hatıramı aktarayım… Günlerden bir gün tüm ustalığımı konuşturup kimseyi itip kakmadan en öne geçmişken birisi ceketimden çekivermesin mi? Çeksin; çünkü o hır-gür içerisinde bu hamle (faul) sayılmamaktadır. Fakat yaşının benden iki-üç yaş büyük olduğunu fark ettiğim abinin birisi ceketimi ardımdan çektiği gibi bir de nara patlattı “ne çekiyorsun be! Çekmesene be! Çekme Ulaaan!” Önümde bomboş koltuklar var ama, abi de maşallah Kurt Dereli Mehmed Pehlivan! Bir türlü bırakmıyor ve Cezayir Sarması’ndan Sapan Sürmek’e kadar ne kadar hamle biliyorsa yapıyor. Beni bir yakalasa belli ki “el ense” çekecek… Ben de boş değilim tabii; ani bir Kaz Kanadı ile Gıcırı Büktüm ve Tilki Kuyruğu ile kurtularak kendimi koltuğa attım ki bir de baktım aynı abi de benden sonra yarışı ikinci olarak tamamlayarak yanıma oturuverdi… Şimdi böyle uzun uzun anlatıyorum ama, tüm bu karmaşa, Ekrem Dumanlı’nın (şov) yapmak için ellerini kaldırması ile Adli Kolluk Kuvvetleri’nin “bileziği” sayılan kelepçeyi Fetullah Gülen’in elini öperken kavradığı ellerine takmaları arasındaki an kadar kısa bir süre içerisinde oldu her şey…
Şöyle sağıma dönüp, nazik bir dille “Ah be abi! Ben senin önündeyim, seni nasıl çekeyim? Bir de hatırlatırım, sen beni çekiverdiydin!” dedim. Adam başını havaya kaldırdı, o uyku mahmurluğuyla bezenmiş gözlerini önce Muhteşem Yüzyıl’ın tutamaklardaki reklamına dikti, sonra başını indirip dizlerine baktı; ardından ise başını iki yana sallarken göz ucuyla tek bir gövdenin üzerindeki onlarca başı andıran ayaktaki yolculara baktıktan sonra bana dönüp “kusura bakma bilader, ben de ne yaptığımı, ne dediğimi bilemedim!” dedi…
Hülasa-i kelam, halkımız daha zıvanadan çıkmadı; fakat ey ahâli, alametler de yavaş yavaş gözüküyor benden söylemesi…
 
İşsizler Gündemi
Hani bir reklam var sıkça duyuyoruz “büyüdüm büyüdüm pınarla büyüdüm”. İşte o reklamdaki gibi asgarî ücretle büyüyen memleket ahalisinin değişmez gündemi haklı olarak sigortalı bir iş ve iyi bir maaştır yahut iyi olmasa da bir maaştır. Ailesini helal yoldan geçindirmek bir erkeğin en mühim güzelliğidir ve dinimiz bu hususun üzerinde ehemmiyetle durur. Geçen hafta işsizlik rakamları açıklandı; rakamlarda her zamanki gibi artış var. Hem de mevcut hükümetin biraz AB ayağına, biraz da rakamları gizleme ayağına herkesi öğrenci yapma seferberliğinden ötürü işsizleri ayrı, öğrenim yaşını geçmiş öğrenci olanları da bunlardan ayırmasına mukâbil işsizlik rakamları hâlen düşmüyor. Bu mevzudaki tek suçlu da hükümet değildir, bizim insanımızın da suçu var. Şöyle ki her tarafta iş ilanlarını sıkça ve çokça görüyoruz ya talip olanı da pek yok gibi. İki senedir çırak arayan berber, iki lira maaşla doğalgaz teknisyeni yanında çalışmayı beğenmeyen çırak, işin kendisine gelmesini bekleyen sözleşmeli kahvehâne müşterisi ve mevcut işini bırakma hayâliyle yanıp kavrulan insanlar da tanıyorum. Ya bu ne hâldir peki?
Bir de şu mesele var. Memleketimizde Patron’un hakkını yediği işçiler var ve sayıları da çok fazla; peki mevcut işini yaparken beş dakika ara bulsa patrondan o dakikaları çalmaya yeltenen ve bunu da kâr sayan işçiler yok mu? Açıkçası işçinin hakkını yiyen patron sayısıyla (lavabo)da beş dakika daha fazla kalıp bunu da kısa günün kârı sayan işçi sayısını karşılaştırırsak ortaya çıkan rakamlar bizi “zalim patron” tarafına sürükler, onu da söyleyeyim… Şimdi “kalleş” kim bilemedim?
 
Kültür Gündemi
Geçen hafta timsah biçiminde olan bir ayak topu müsabaka meydanı-stadyum Bursa’da açıldı… (Sponsor)luğunu zannederim René Lacoste’un yaptığı bu (stadyum)a harcan para 500 ila 600 milyon TL arasındaymış… Böyle bir kültür zenginliğine çok ihtiyacımız vardı, elzemdi, hayati bir meseleydi, zaruri bir yatırımdı; emeği geçen herkese (Mişel Platini) adına hürmetler…  Geçen haftanın en mühim kültür haberiyle birlikte memleketimizin ahvâl ve şerâiti böyledir…



Baran Dergisi 467. Sayı