Kırım meselesi Türkiye’de çok fazla gündeme gelmiyor ve bilinmiyor. Kırım neden ehemmiyetli bir bölge ve Kırım denildiğinde aklımıza ne gelmeli?
Kırım uzak bir yer değil, İstanbul’dan uçağa bindiğinizde 50 dakikada gidiyorsunuz. Osmanlı’nın, üzerinde Müslüman tebaanın yaşadığı, kaybettiği ilk toprak Kırım’dır. Osmanlı için büyük bir travmadır. 1912’ye kadar çarlar tatil için Kırım’a gelirlerdi, Osmanlı “hoş geldiniz” diye heyet gönderirdi.
Kırım jeopolitik ve coğrafi olarak ehemmiyetli bir yarımada. Prof. Dr. Halil İnalcık’ın tabiriyle “Kavimler Göçüyle buraya birbiri ardına gelen Türk kavimlerinin bir müzesi”… En son gelenler de Kıpçak Türkleri… Daha sonra burada Altınordu Devleti ve akabinde ise Kırım Hanlığı kuruldu. Kırım Hanlığı 1783 yılında Çarlık Rusya’sı tarafından ilhak edilene kadar Kırım Türkleri bu coğrafyada büyük bir Türk-İslâm medeniyeti kurdular. Evliya Çelebi “Seyahatname”sinde “Kırım Osmanlı Devleti’nin kuvvetli bir seddi şedididir” der. Kırım Hanlığı’nın ilhakı ile Deli Petro’nun sıcak denizlere inme politikasının önündeki büyük bir engel ortadan kaldırılmıştır. 1783’te Kırım Tatarları engeli ortada kaldırıldıktan yüz sene sonra Rusya, Doğu’da Kars ve Ardahan’a, Batı’da ise Yeşilköy’e kadar geldi. Bu durum Kırım’ın ehemmiyetini son derece net bir şekilde ortaya koyuyor. Kırım Türkleri Çarlık Rusya’sının Osmanlı ile arasındaki en büyük engeldi. Nitekim işgalden sonra büyük baskılarla burada yaşayan Türkler Anadolu’ya ve Balkanlara göçe zorlandılar. Bu dönemde İsmail Gaspıralı gibi İslâm dünyası ve Türk dünyası için yeni bir çığır açan bir insan çıktı. O yıllarda Osmanlılar, İngiliz ve Fransızlarla ittifak kurarak Kırım Savaşı’na (1853-1856) girdiler. Bu savaşta Osmanlılar galip geldiler. Osmanlıların Kırım Savaşı’ndaki karargâhları bugün Kırım’da bulunan Gözleve şehrindeydi.  Kırım hanzadeleri Çatalca Subaşı’nda çiftliklerde kalırdı ve tahta çıkan Kırım hanları gemiyle Gözleve’ye gelirdi. Gözleve’de Mimar Sinan’ın bir eseri olan Cuma Camii’nde namaz kılar ve törenle tahta çıkardı. Gözleve bu sebeple önemlidir. Kırım Savaşı’nda Kırım Tatarları Ruslardan kurtulmak için Osmanlı’nın yanında canlarını ortaya koymuştur. Rusya “bu savaşın sonunda Osmanlı’ya yardım edenleri Sibirya’ya süreceğiz” dedi. Prof. Dr. Kemal Karpat’ın verdiği rakamlara göre İngiliz ve Fransız gemileriyle Köstence ve Varna limanlarına taşınan Kırımlı mülteci sayısı 300 bindir. Sultan Abdülmecid bugünkü Köstence civarlarında Mecidiye kasabasını kurdurdu ve Kırım Türklerini buralara yerleştirdi. 300 bin o dönem için çok büyük bir rakamdır. Kırım Savaşı galip olmamıza rağmen sonuçları itibariyle mağlubiyet etkisi yapmıştır. Osmanlı bu savaşa ilk kez dış borç alarak girmiştir.
Savaş sonrasında Kırım’da kalan Türklere karşı Rus zulmü devam etti mi?
1883’te İsmail Gaspıralı ortaya çıkarak “dilde, fikirde, işte birlik” söylemiyle bir uyanış başlattı. Usûl-ü Cedid mekteplerini açtı ve bu bütün Rusya Müslümanlarının alâkasını çekti. Gaspıralı’nın millet kavramı Müslümanlığı ve Türklüğü içine alan bir anlayıştı. Cehaletin farkına vararak, eğitime yoğunlaştı. Ömrünün sonlarına doğru Kahire’de Dünya Müslümanlar Kongresi’ni toplamaya gayret etti; fakat o dönemdeki şartlar sebebiyle başarılı olamadı.
Gaspıralı’nın çabalarıyla Kırım’da eğitim yükseldi ve bir uyanış başladı. Bolşevik İhtilâliyle Kırım’da Müslümanlar Kırım Kurultayları’nı topladı ve seçim yaptılar. 1917’de Kırım Ahali Cumhuriyeti’ni ilân ettiler. Bunun başına da Kırım-Litvanya-Polonya baş müftüsü olan Numan Çelebi Can seçildi; ama ne yazık ki 1918 yılında Bolşevikler tarafından yakalandı ve Sivastopol’da hapishanede şehid ettiler.
Sivastopol neden önemli bir şehir?
Bu bölge birbirinin içine girmiş koylardan oluşan ve dolayısıyla dalgalardan muaf, korunaklı, doğal bir limandır. Çarlık Rusya’sı Kırım’ı işgal ettikten sonra burayı tersaneler inşa ederek bir donanma üssü hâline getirdi. Karadeniz’deki en önemli doğal liman burasıdır.
Kırım Savaşı’ndan sonra Kırım Müslümanları ilk defa azınlık durumuna düştüler. 1920’lerde Bolşevikler burada iktidarı ele alınca Lenin Komünizmi Orta Asya’ya kolay ihraç edebilmek için Kırım Müslümanlarına Kırım-Tatar Özerk Cumhuriyeti’ni kurma imkânı verdi. Böylece Orta Asya’ya da “bak biz halkların eşitliğini savunuyoruz Kırım Tatarlarına özerklik verdik” demiş oldu. Kırım’ı bir vitrin olarak kullandı. Lenin ölene kadar Kırım’da kültürel hayat normal ilerledi; fakat Lenin ölüp yerine Stalin geçince yine her şey değişti.
Sovyet iktidarında Müslüman Türk halklarının maruz kaldığı asimilasyon politikası malûm. Stalin’in iktidara gelmesiyle beraber Kırım’da da aynı asimilasyon politikaları uygulandı mı? Bu baskılar sebebiyle Kırım Türklerinin dinî ve millî duruşunda bir değişim yaşandı mı?
Kırım en çok asimilasyon politikalarına maruz kalan bölgeydi. Sovyetler Birliği cumhuriyetleri içerisinde birçok halk vardı. Sovyetler döneminde yapılmış istatistiklere baktığımızda görürüz ki, eğitim düzeyi en yüksek olan toplum Kırım Türkleridir. Gaspıralı’nın eğitime verdiği önem ile daha sonra yetişen nesillerin dinî ve millî kimlikleri oturmuştu ve bu asimilasyon politikaları çok etki edemedi. Dolayısıyla 1944’te Stalin Kırım Türklerini Orta Asya çöllerine sürgün etti ve Tatar adının kullanılmasını bile yasakladı. Kırım Türklerinin sosyal bilimler sahasında önünü kesti ve sadece teknik bilimlere yönlendirdi. Büyük bir asimilasyon politikası uyguladı. Bunlara rağmen Kırım Türkleri dinî ve millî kimliklerini kaybetmediler. Mesela aynı sorunları yaşayan Ahıska Türkleri eğitim seviyesi düşük olduğu için bu tür problemlerin üstesinden gelemediler. Kırım halkı çocuklarına vatan sevgisini asla unutturmadı.
Bugün de durum böyle mi?
Aynen devam ediyor. 1944’teki sürgünde Sovyetler Birliği’nin rakamlarına göre 180-200 bin, bizim rakamlarımıza göre 423 bin Kırım Türkü sürüldü. Bunların %46’sı sürgünde vefat etti. Vagonlara dolduruldular ve ana nerede, baba nerede, çocuk nerede demeden rastgele sürgün edildiler. Kamp rejiminden izin almadan ailelerini görmeye gidemediler. Erkeklerin büyük bir kısmı da Kızıl Ordu saflarında Almanlara karşı savaşıyorlardı. Vagonlar 15-20 gün açılmıyor, insanlar açlıktan susuzluktan ölüyordu. Bu tam anlamıyla bilinçli bir soykırımdı. Buna rağmen Kırım Türkleri diri diri gömüldükleri bu mezarlıktan yok olmadan çıktılar ve Kırım’a dönmeyi başardılar.
Bugün Kırım’da ne kadar Müslüman Türk nüfusu var?
Sürgünden 300 bin civarında Kırım Türkü döndü ve döndükten sonra da bir nüfus artışı yaşandığı söyleniyor. 150 bin civarında da sürgünden dönemeyen, Özbekistan ve diğer bölgelerde bulunan Kırım Türkü var. İşgal ile beraber gelen baskı ve sürgün korkuları sebebiyle 20 bin kadar insanımız Kırım’ı terk etti ve terk etmeye de devam ediyor; fakat tam bir nüfus sayımı yapılmadı.
Peki, nüfusun ne kadarına tekabül ediyor?
2014 senesinde nüfusun yüzde 13-14’üne tekabül ediyordu fakat genç nüfus oranında ise yüzde 25 civarında… Rus nüfus aşağıya doğru giderken bizim nüfusumuz hızla artıyordu. Ukraynalılar, “böyle giderse 2050 yılında Kırım tamamen Türklerin olacak” diyordu.
Rusya’nın Kırım’daki hesabı nedir?
Dünya küçük bir yer hâline geldi. ABD’nin pek çok yerde uçak gemisi filoları ve üsleri var. Rusya ise Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra kendisini hakarete uğramış hissetti. Hem Çarlık döneminde, hem de Sovyet döneminde bir Rus efendiliği vardı. Ruslar efendiydi ve diğerleri onlara hizmet eden paryalardı. Sovyetler dağılınca Rusların gururu kırıldı. Dünya genelinde yaşanan ekonomik krizler sebebiyle petrol ve doğalgaz fiyatları yükselince ekonomik iyileşme yaşandı. Böylece Rusya’da senelerce hâkim olan zihniyet yeniden canlandı. Özel eğitimden geçen KGB’ci Putin ve ekibi yönetimi alınca yeniden gururlarını kurtarma sevdasına düştüler. İlk hamleyi 2008’deki Osetya Savaşı’nda yaptılar. Dünya gaz meseleleri sebebiyle sözlü tepkilerden öte bir hamlede bulunmadı.
Bu arada ABD de Afganistan ve Irak ile uğraşıyordu. Zaten Rusya ile ABD arasında, “siz Afganistan’daki Müslümanlara yardım etmeyin, biz de Çeçenya’dakilere etmeyelim” şeklinde bir anlaşma vardı. Putin’in gayri nizamî, gayri hukukî ve gayri ahlâkî kirli savaşı ve Çeçenistan’dan devşirdikleri işbirlikçilerle beraber Çeçenleri katlederek sindirdiler. Bizim insanlarımızın orada ne yaşandığından haberi bile yok.
2008’de Osetya’da Rusya’ya fatura kesilmeyince Putin iyice cesaretlendi. Ukrayna krizinde fırsatı bulunca da Kırım’ı işgal etti. Rusya’nın Karadeniz’de donanmasını barındırabileceği bir liman yoktu, Novorosis limanı küçük bir limandı. Kırım kıyıları büyük savaş gemilerini barındıracak son derece elverişli limanlarla dolu. Kırım’ın ilhakıyla Rusya’nın önünde bir tek Boğazlar engeli kaldı. Bu sebeple Türkiye’nin Rusya’ya bir şekilde tâbi kılınması lâzım.
Öyleyse Kırım’ın işgali Rusya’nın Suriye’deki operasyonlarıyla da bağlantılı ve bu operasyonları kolaylaştıran bir hamle…
Tabiî ki… Suriye’ye silah nakliyatını Kırım üzerinden yaptılar. Boğazdan geçen gemiler Kırım’dan geliyor.
Batılıların “bırakın Müslümanlar birbirini yesin” demesiyle bölgede oluşan boşluktan faydalanarak Suriye’de operasyona başladılar. “Çekildik” demelerine rağmen bombalamaya devam ediyorlar.
Rusya tarihinden gelen büyük devlet tecrübesini Batı ülkelerinin zaaflarından yararlanarak sert ve keskin hamlelerle kullanıyor. Batı’nın pısırıklığı da cesaretini artırıyor. Suriye meselesiyle beraber Kırım’ı da unutturdu. Suriye’ye düşen bombalar sebebiyle Türkiye ve Batı daha fazla göç meselesine eğilmeye başladı. Mülteci krizi başladıktan sonra Kırım krizinin esamisi okunmuyor.
Geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliği bir Kırım raporu yayınladı, tek kelimeyle rezalet. Rusya’ya prim dağıtan, “Rusya’yı kızdırmayalım” düşüncesiyle hazırlanmış bir rapor.
Bugün Donesk’i Putin’e vermeleri demek üçüncü dünya savaşının gelmesi demektir. Şu anda Putin’in bir numaralı hedefi ise Türkiye’dir.
Ukrayna, Kırım meselesinin neresinde?
Ukrayna bu meseledeki en mağdur devlet durumunda… Sovyetler Birliği dağıldığında 1300 civarında nükleer başlıklı silah Kırım da dâhil olmak üzere Ukrayna topraklarındaydı. Rusya’yı daha fazla parçalayacaklardı; fakat bu nükleer silahların kontrolünü sağlayabilmesi için bunu yapmadılar ve bu nükleer silahlar Yeltsin’e teslim edildi. 1994’te Budapeşte’de bir anlaşma imzalandı. Nükleer silahları Rusya’ya verdiler, Rusya da Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü garanti etti. Bundan tam 20 sene sonra 2014’te Ukrayna’nın topraklarının bir bölümünü kendisine kattı. Ukrayna burada mağdur durumda...
Ukrayna yönetimi Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Kırım Türklerinin Kırım’a dönüşleri, yerleşmeleri ve haklarının verilmesi hususunda ağır davrandı. Ukraynalıların akıllarını bu işgal başlarına getirdi. Ukraynalı yöneticiler şimdi diyor ki, “biz zamanında Kırım Özerk Cumhuriyeti’ni Kırım Tatar Özerk Cumhuriyeti olarak kabul etmeliydik ve Türklerin hakkını vermeliydik.” Çünkü Türklerin hakkı verilmediğinden Kırım’da Rusların hâkimiyeti vardı ve Rusya’nın hamlesiyle beraber bütün yöneticiler Rus tarafına geçti. Ukrayna, şimdi Kırım’ın geri alınması için hem Türkiye ile hem de bizlerle işbirliği içerisinde yoğun bir çaba harcıyorlar. Ukraynalı yöneticiler söz verdiler, Kırım’ın Ukrayna’ya yeniden katılması durumunda Kırım Özerk Cumhuriyeti, Kırım Tatar Özerk Cumhuriyeti olacak.
Türkiye’nin Kırım meselesine bakışı nasıl?
Krizin ilk yıllarında, dışişlerinde Ahmet Davutoğlu gibi Kırım meselesinin tarihini bilen ve takip eden birisinin olması bizim için şanstı. Bu konuda yaklaşımları ve destekleri önemliydi. O dönemde başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan da büyük destek verdi. Belki daha çok destek verebilirdi; ama o şartlar içerisinde mümkün olan o kadardı. Hâlâ destek vermeye devam ediyorlar.
Öte yandan, her şeyden önce Rusya’yı büyük bir ekonomik partner olarak gördüler. Rusya’ya Kırım işgalinden sonra ABD ve Avrupa’nın yaptırımları karşısında en çok sahip çıkan ülke Türkiye’ydi. Bu tavra karşı Putin’in daha akıllı bir politika izleyeceğini düşündüler; ama Putin öyle birisi olmadığını gösterdi.
Dışarıdan bakılınca, ambargolar ve petrol fiyatlarının düşmesi sebebiyle Rusya’nın ekonomik olarak çok kötü durumda olduğu anlaşılıyor. Buna rağmen Putin neden geri adım atmıyor?
Bu psikoloji ile alâkalı. Rusya’nın politikası artık akılcı bir politika değil, duygusal bir politikadır. Unutmamak gerekir ki Rusya’da çoğulcu bir idare yok; tek adam idaresi var. Bu tek adamın psikolojik durumu çok önemli ve Rusya’nın yarısı yansa bunun da Putin için bir önemi yok. Geçmişin popüler tartışmalarından birisi “Hitler mi daha büyük canidir, Stalin mi?” 1980 öncesi Türkiye’de Hitler cani olarak gösterilir, Stalin övülürdü. Oysaki Hitler başka milletlere saldırırken, Stalin zulmü kendi tebaasına reva gördü. Bugün en iyi Sovyetolog bile Stalin’in kendi ülkesinde katlettiği insan sayısını tesbit edemiyor. 12 ile 20 milyon arası rakamlar telaffuz ediliyor. Putin’in uygulamalarına baktığınızda çok farklı bir siyaset izlemediğini görürsünüz. Suriye bombardımanlarında Rusya’nın yanlışlıkla PYD kampını vurması sonrası bir karikatür çizildi. Komutan pilotlara “neden PYD kampını vurdunuz” diyor, pilotlardan biri de diğerine “ben sana demedim mi burası ne okula, ne de hastaneye benziyor diye” diyor. Bu karikatür Rusların zihniyetini çok iyi yansıtıyor.
Ruslar Kırım işgali ile beraber şöyle bir mesaj verdi: “Ben bütün dünyaya posta koydum!” Bu Ruslardaki milliyetçilik duygularını kabarttı. Geçtiğimiz sene Ruslar Antalya’da “Kırım bizim” yazılı kıyafetlerle gururla yürüyorlardı. Tatil bölgelerimizde Ruslar Ukraynalıları darp ettiler, dövdüler. Başka bir memlekette bile bu ırkçılıklarını gösterdiler. Fakat Türkiye’nin Rus uçağını vurmasıyla bu dönem bitti. Rusya’nın bunu sürdürebilmek için dış politikada yeni başarılara ihtiyacı var. Bu hadise Rusya’da büyük bir depresyona yol açtı. Türkiye’ye şirin gözükerek kuşatma politikası izliyorlardı; bu politikalarını biraz daha alenî ve agresif hâle getirdiler.
Rusya, Türkiye’deki Kırım Türkleri üzerinden bir hamle yapıyor mu?
12 Eylül öncesinde Sovyetler Birliği Türkiye’deki propagandasını sol kanat üzerinden yapardı. Sovyetler dağıldı, Rusya ile ilişkiler düzeldi. Turistler gelmeye başladı, bizim girişimcilerimiz orada yatırımlar yaptılar. Her şey iyi gidiyordu. Sadece bugün değil, geçmişte de bizim bu gibi konularda devlet olarak kararlı ve derinlemesine stratejilerimiz yok maalesef. Kişilere bağlı politikalar güdülüyor. Bir bakanlıkta bir kişi değişince, o bakanlığın politikaları tamamıyla değişiyor.
Millî bir politika eksikliğimiz var.
Evet, eksikliğimiz var; fakat bu Ruslarda böyle değildir. Ruslarda millî politika hep vardı ve istihbarat servisleri bu politikaya yönelik çalışıyordu. En zayıf olduklarının düşünüldüğü dönemde bile faaliyetlerini sürdürdüler. Türkiye’de propagandada son derece ileri köprübaşları kurdular. Mesela, krizin ilk başlarında aynı zamanda Denizbank’ın yönetim kurulu üyesi olan, uluslararası ilişkiler uzmanı bir profesörümüz Rusya-Türkiye ilişkilerini değerlendiriyor. Rusya’nın en büyük bankasının patronu olduğu bir yerden yüksek miktarda maaş alacaksınız, yönetim kurulu üyesi olacaksınız ve Türkiye-Rusya ilişkilerini değerlendireceksiniz. Başka bir misal, başka bir televizyonda bir gazeteci “Türkiye, Kırım Tatarları için sekiz milyar dolarlık dış ticaretini değişmez” diyor. Bu şunu gösteriyor, bizim memleketimizdeki uluslararası ilişkiler analistleri Rusya’yı hiç bilmiyorlar, takip etmemişler ve Kırım’ın Rusya için ne kadar ehemmiyetli olduğunun farkında bile değiller. Ayrıca hızla güçlenen ve hegemonya kurmaya başlayan Rusya’nın gelecekte bizim için ne kadar büyük bir tehlike arz edebileceğinden de habersizler. ABD’nin dünya çapında politikaları belli; ama ABD bizden uzak, Rusya ise sınırımızda, çok dikkatli olmalıyız. Rusların mantalitesini iyi anlamalıyız. Saakaşvili bir televizyon programında Batılılara “Siz Putin’i tanımıyorsunuz. 2008’de korkaklık yaptınız, görmezden geldiniz, Kırım’ı aldılar. Putin Kırım’ı almakla kalmayacak Ukrayna’yı da alacak, sınırlarını Romanya’ya kadar getirecek” dedi. Odessa’da provokasyonlar son anda önlendi. İşgal başladığından bu zamana Rusya’nın politikalarına en çok isyan edenler Gürcüler ve Baltık ülkeleri; çünkü onlar Rusya’yı ve başlarına neler gelebileceğini biliyor.
Ekonomik ilişkiler iyi; ama uluslararası ilişkilerde ebedî dostluk ve ebedî düşmanlıklar olmaz. Gücünüzü ve güvenliğinizi her zaman korumanız lâzım. Biz enerji bakımından Rusya’ya o kadar bağımlı hâle gelmeye başlamıştık ki, yaşananlar Türkiye’nin gözünün açılmasını sağladı. Bir musibet bin nasihatten evladır.
Kırım Haber Ajansı’nda “Putin’in Türkiye’deki Taraftarları” diye bir makale yazmıştım. Türkiye’de kendini muhafazakâr, İslâmcı, Turancı, milliyetçi, sosyal demokrat diye tanımlayan Putin hayranları var. Bu adamlar bilmelidir ki, Putin fırsatını bulsa Ayasofya’da ayin yapar.
Geçtiğimiz hafta 13. İslâm İşbirliği Teşkilâtı Zirvesi İstanbul’da yapıldı. Uluslararası dengeleri değiştirebilecek bir takım kararlar alındı. Biz de bu meseleyi kapağımıza taşıyarak “Dünya Kamu Düzeni Değişiyor” manşetini attık. Bu gibi organizasyonlar vasıtasıyla çeşitli coğrafyalarda Müslümanların yaşadığı problemler çözülebilir mi?
Günümüzde yaşanan siyasî hadiselere karşı Müslümanların tepkisi “kahrolsun İsrail ve kahrolsun Amerika” sloganlarıyla sınırlı… Oysaki biz bugün bir numaralı düşmanı dışarıda değil, içeride aramalıyız. Bizim bugün en büyük düşmanımız cehalet. Biz cehaleti aşabilirsek tüm sorunları aşarız.
Bu organizasyonlarda çaba gösteriliyor ve mesajlar veriliyor. Bazı kimselerin hoşuna gitmese de çok net ve açık mesajlar vardı. Birleşmiş Milletler güvenlik konseyinin yapısı sebebiyle Rusya’yla, İsrail’le, Amerika’yla, Çin’le ilgili bir karar alınamıyor; fakat genel kurula gelen kararlarda da beklenen desteği görmüyoruz. BM Genel Kurulu’nda Kırım meselesi üzerine yapılan oylamada 22 Müslüman ülke Kırım konusunda çekimser kaldılar, 8 ülke Rusya’yı destekledi. Mustafa Kırımoğlu bey toplantı sonrası Mısır delegesinin yanına giderek “niye çekimser kaldınız?” diye sormuş. Mısır delegesi de “siz genel kurula geldiğimize şükredin, genel kurula katılmamamız yönünde çok baskı gördük” demiş. Müslüman dünyası silkinip kendi iç problemlerini kendisi çözmeli ve dayanışma içerisinde olmalı. İİT Zirvesi’nde Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen İran ve Mısır’ın karşı çıkması sebebiyle Kırım’ın işgali kınanamadı.
Bu coğrafyadaki insanların, İngiltere ve Fransa tarafından Müslümanın diğer bir Müslümana bakışına dâir senelerce empoze ettiği öğretilerden sıyrılması ve öze dönüşü sağlaması lâzım. Bu gerçekleşirse büyük aşama katledilir ve gücün farkına varılır.
Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?
Rusya esasında üçüncü dünya savaşını başlattı. Bu savaşta topları ve tüfekleri bir korkutucu güç olarak kullanıyor. “Ben güçlüyüm” imajını da kimsenin müdahale etmediği Suriye meselesinde sergiliyor. İşgalden sonra muhafazakâr-milliyetçi arkadaşlar bizi eleştirdi. “Niye Rusya ile anlaşmıyorsunuz?” dediler. Bu arkadaşların gözü Rusya, Suriye’de Müslümanları bombalamaya başladıktan sonra açıldı. Şu anda büyük bir propaganda savaşı yapılıyor. Türkiye, ilişkilerin en iyi olduğu dönemde bile Rusya’da Yunus Emre Enstitüsü’nü açamazken, Rusya’nın propaganda vasıtaları Türkiye’de cirit atıyordu ve Türkiye’nin iç politikasına dâir yalan haberler üretiyordu. Bugün adı konulmasa da büyük bir savaş yaşanıyor ve iç meselelerimize dâir şeyleri bu savaşa Rusya’nın ekmeğine yağ sürecek şekilde taşımanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Bugün bize “ABD sizi destekliyor mu?” diye soruluyor. Rusya’ya karşı hamle yapmak isteyen herkes bizi kullanmak istiyor; fakat biz diyoruz ki “her şeyden önce Türkiye ve diğer Müslümanlar arkamızda dursun”. İİT’deki 56 ülkenin 50’si “Kırım’ın yanındayız” diye açık imza versinler. Bu desteği gördükten sonra Kırım Türkleri başka ülkelerin desteğine ihtiyaç duymaz. Asırlarca ezan sesinin eksik olmadığı bir Türk İslâm yurdu, şimdi faşist bir iktidarın hâkimiyeti altında. Camilere gidip gelenler fişleniyor. Gençler tutuklanıyor ve hapisle yargılanıyor. Yarın bir gün Türkiye ile bir savaşa girilirse cephe arkasında problem yaşamak istemiyor Rusya. Stalin de II. Dünya Savaşı sonrasında Boğazlardan hak talep edeceği için Türkleri sürgün etmişti.
Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Ben de teşekkür ediyorum.

Baran Dergisi 485. Sayı