Malum; dergimizin 333. sayısının bayilerde yerini aldığı perşembe gününden beri -bu arada  TG'deki o güne dikkat- Taksim Gezi Park’ı "çevresinde" çıkıp gelişen hadiselerin bu kadar dallanıp budaklanmasında iki ana unsur vardır bizce; birincisi, köşe başlarını tutmuş, köktenbatıcı sanatçı, avukat, doktor, işadamı, gazeteci vs'den oluşan kesimlerin olaylara "ölümüne" destek olması. Genellikle İslam’a uzak yahut İslam düşmanı bu tipler, "bizim" Müslümanlar gibi asosyal, hareketsiz, tepkisiz değiller. Böyle olunca da, gerek sosyal medyada gerekse bizzat sokakta tavrını ortaya koyarak hâdiseleri istedikleri yönde ilerletmişlerdir.
 
İkincisi ise birinci gruptakilerin çoğunluğundan bağımsız ama yine o grupları asıl tetikleyen ve besleyen Batı ve Batıcılardır. Hâdiselerin başlangıcında BBC’den New York Times’a kadar bütün Batı medyasının olaylara bakış açısı, yönlendirme davranışları bunu gösteriyor. Burada uzun uzadıya konuya girmeyeceğiz ama özellikle İngiltere ve siyasetine dikkat çekmek istiyoruz.
 
Kemalizmin siyaset sahasında tecessüm etmiş hali olan CHP ve hempası, aslında batıcı-laik düzenin ürünü olması hasebiyle kendisinden çok da farklı olmayan AKP’yi seçim meydanlarında yenemeyeceklerini anladılar.
 
Serbest Parti, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Refah Partisi, en son olarak da Adalet ve Kalkınma Partisi. Bütün bu partilerin ortak özelliği, milletin ruh köküne düşman ve onu kurutmak için ortaya çıkarılmış Kemalizm ve onun maskesi CHP karşısında halkın sığındığı limanlar olmasıdır. Her seferinde hüsran yaşamasına rağmen "aziz milletimiz", bu haysiyet ve şeref yoksunu, İslam düşmanı, meyhaneci ve kerhaneci ve her daim kökten batıcı emperyalist uşağı Kemalistlerin karşısına kim konulmuşsa onun yanında yer almıştır. Bu Anadolu halkı açısından neredeyse şaşmaz bir kuraldır.
 
Burada, sığınılan limanın hakikaten halk gemisini korumaya matuf bir sığınak olup olmamasının ehemmiyeti yoktur. Önemli olan, yüzünü gördüğünde "şeytan görmüş" gibi tiksindiği malum mihrakın yuvası CHP'den olabildiğince uzak olunmasıdır. Ne kadar CHP'ye uzak, o kadar iyi. Bu Anadolu halkının şiarıdır.
 
Haliyle de, biraz önce saydığımız ana unsurların ilkini teşkil eden şahıs ve kurumlar, son günlerde gelişen içki meselesi, boğaza yapılacak üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim’in isminin verilmesi gibi faktörlerin de bahane edilmesi ile hadiseyi patlattılar..
 
Bu söylediklerimiz ile beraber, son hadiselerin değerlendirilmesinde iki mühim yön daha var. Birincisi;
Bir iktidar düşünün ki, bütün söylemi, Laik-batıcılar’a karşı olmak ile beraber (güya) İslami esasları, düsturları öne çıkarıcı olsun ve bütün sermayesi de bu olsun! Ak partinin iktidar olmasının ve 11 yılının da özetidir bu aslında; fakat buradaki tek nüans şu ki, bu 11 yıl boyunca Laik-Batıcı karşıtı söylemlerle yerini korurken Müslümanların hiçbir meselesine teferruatı ile eğilmemiş ve yine hiçbir meselesini tam manası ile çözmemiştir.
 
Böyle olunca da, Batıcı’ya Batı kültürü ve değerlerini kendisine dayattığı için karşı olurken, Müslümanlara niçin karşı olduğunun izahını yapamaz ve yalnız kalırsın. Herkesi karşısına alan arkasında kimseyi bulamaz tabii olarak; bu milletin ruh köküne ait hiçbir şeyi iktidarı boyunca doğru dürüst yapamayan, bütün işi, o ruh köküne ait ne kadar mâna varsa kendinde varmış gibi vehmettiren, reel planda hamle yapamayan-yapmayan, ne kadar mühendislik işi varsa ( bütün gaye buymuş gibi) can havliyle buna koşturan, önünde bulduğu ezik muhalefet ve kısır fikir dünyası yüzünden rahatça hareket edebilen bir hükümetin iktidarıdır bugünkü iktidar.
 
İkinci mühim yön ise, bütün bu olan bitenlerin asıl ve gerçek sorumluluğunun Müslümanlarda olmasıdır. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” ölçüsünü unutmuş, başına ne gelirse gelsin “midye gibi kapalı ve rahat” bir şekilde hayatını sürdüren, refleksi, konuşması ve ele alabileceğimiz her şubesi ile dağınık, misyonsuz, vizyonsuz, ruhsuz kitleler halinde etrafını seyreden, kendi haysiyetine dokunması gereken hiçbir şeyin ona dokunmadığı, alkol ve porno yandaşları kadar olsun meydanlara inmeyen, inmeyi düşünmeyen Müslümanlar!
 
“Hesaba çekilmeden nefslerinizi hesaba çekin” düsturunu bir yana bırakıp, mevcut iktidarın göz boyamaları altında nefsini yellendirmek bir Müslüman’a yakışmaz. Birileri elinde içki şişesi ile şu yahut bu sebeple, rahatsız olunması gereken bir durumda rahatsız olup isyan ediyorsa, senin rahat koltuklarda oturup "dini geyik" yapmana ne denir, hem de ortada  isyan bayrağını çekmen için bin bir sebep varken?
 
Zalimler ne kadar suçlu ise, zulme rıza gösterenler de o kadar suçludur.
Hülasası halinde:
Bu memlekette ancak ve ancak bir İslam ihtilal ve inkılâbı olabilir; ne eski parlak günlerinin özlemi ile yanan Kemalistler ne de inanış biçimleri tükenmiş diğerleri bu ülkede bir ihtilal yapabilirler. Hoş zaten Kemalistler ihtilal değil askeri darbe yaparlar, onu iyi bilirler.
 
Türkiye'de bir rejim değişikliği olacaktır ve bunu Müslümanlar yapacaktır. Dinimiz ve tarihimiz bu mesuliyeti omuzlarımıza yüklemektedir.
 
Mevcut iktidar, ya kendine çeki düzen verip 11 yılda ne yapıp ne yapmadığının muhasebesini yapacak, başta İBDA mimarı Salih MİRZABEYOĞLU olmak üzere Müslümanların önünü açacak, memleket ferahlayacak yahut da bir siyasi enkaz olarak tarihin tozlu sayfalarında kaybolup gidecek.
 
Kumandan Salih MİRZABEYOĞLU “sisteme bağlı siyasi görüşü olmayan hiçbir hareket, ihtilal hareketi olarak değerlendirilemez”* diyor; bu sözü, Gezi Parkı hadiselerine atfen değil, 11 yıldır “ihtilalci” gibi rol yapıp ümmetin hiçbir meselesini çözemeyenlerin anlaması için not düşüyoruz.
 
Bir Müslüman için “sistem”den kasdın “demokrasi” olamayacağını ayrıca söylemeye gerek yok herhalde?
 
Şu hâlde söylenecek tek söz kaldı: YA OLUN, YA ÖLÜN!
 
*Mirzabeyoğlu Salih, İdeolocya ve İhtilâl “kavganın içinden”, İbda Yay. 3. basım, Mayıs 2008,   sayfa 101.) 
 
Baran Dergisi 334. Sayı