130 kiloda güreşen ve dokuzuncu kez Avrupa şampiyonu olan Rıza Kayaalp ile çözmeniz gereken bir müşkül olduğunu varsayalım. Zerre-i miskal aklı olan hiç kimse bu dev ile çıkıp da minderde yenişmeye kalkmaz değil mi? Başka bir branşta kendisiyle yarışmaya çalışır ki, kazanması en azından ihtimal dâhilinde olsun.

Türkiye’nin, Amerika, Yahudi Devleti ve Avrupa ile olan hayatta kalma mücadelesinde benimsediği esas ve usuller, Rıza Kayaalp ile meselesini güreş minderinde çözmeye kalkan “farazî” safdillerin davranışını hatırlatıyor bize.

Türkiye Cumhuriyeti, “yurtta sulh ve cihanda sulh” prensibini benimsemek suretiyle, minderi bile görmeden “pes” demeyi kendisine temel şiar edinmişti. Böylesi bir güreşçiye “yancı” olmayı en büyük marifet addeden zihniyet tarafından kurulduğu ve işletildiği için, bugüne kadar onların esas ve usulleri içinde kalmak bir sorun teşkil etmedi. Arada yaşanan hır gür, kendisine verilen emir ve direktifleri bile doğru düzgün beceremeyen uşağa efendilerinin höykürmesinden ibaretti. “Efendi”nin arada aksasa bile rolünü peşinen kabul etmiş uşağıyla zaten nasıl bir meselesi olabilir ki?

Sorun aslında tam da burada başlıyor. Uşak olduğu için bu ülkelerin tahammül dairesinde kendisine yer bulan memleket, bir ânda efendilerine itiraz etmeye başlıyor, rekabet etmeye kalkıyor; fakat yine uşak zihniyeti içinde kalmak kaydıyla bunu yaptığı için işin içinden çıkamıyor.

Batının kültürü, hukuku, ekonomisi, siyasetini kabul edip, onlarla bu sahalarda rekabet etmeye çalışmak, sıkleti 50 kilo olan ve hayatında hiç güreş tutmamış bir adamın, Rıza Kayaalp’i mindere davet edip, kafa tutmasına benziyor. Güzel ve anlaşılır bir misal olduğu için tekrarlıyoruz.

Bugüne kadar defaatle bu sayfalarda bahsettiğimiz husustur ki, Türkiye’nin karşısındaki “hasım” güçlerle, onların hakim oldukları sahada, denk bir şekilde mücadele etmesi mümkün değildir. 

Meselâ bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntıyı ele alalım. Üç beş milyar dolarlık gücün ve kurallarını onların koyduğu ekonomiyle kalkacak ve trilyonluk ekonomilerle mücadele edeceksin. Kurallarını onların koyduğu ekonomiyi işlettiğin sürece zaten hiçbir zaman trilyonluk bir ekonomi de olamazsın. O zaman? O zaman sen kuralları kendin koyacaksın; ve öyle kurallar koyacaksın ki, sahib oldukları trilyon dolarlar senin ekonomin üzerinde inisiyatif sahibi olmalarına vesile olmayacak, yani güç dengesini onların sahasının dışına çıkaracaksın, simetriyi bozacaksın.

Hakeza hukuk... Memleketin her taşının altından bir yılan yahut çıyan başını uzatıyorsa ve senin kabul ettiğin Batılı hukuk ölçütleri bu haşereleri zehirlemene izin vermiyorsa, peşinen mağlub olmuşsun demektir. Sen öyle bir hukuk sistemi inşa etmelisin ki, hem herkesi kapsayıcı ve adalet duygusunu güçlendirici olmalı, hem de kaldırdığın taşın altında bir yılan yahut çıyan varsa bile başını çıkaramamalı. Hukukun vazifesi yalnız katili cezalandırmak değildir, her planda adaleti tesis etmektir. 

Eğitime gelelim. Batı kültürüne tâbi kalmak kaydıyla okullarda hangi müfredatı okutursan okut, o okulların tabelasına ne yazarsan yaz, sonunda millî münevverler değil, hain karanlık ruhlardan başka bir şey yetiştiremezsin.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, “Şartlar Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorluyor.” derken, git kaz gibi Rıza Kayaalp ile mindere çık demiyor. Düşmanına karşı köklerinden beslenen yerli ve millî anlayışını, zihniyetini kuşan, buna göre teşkilâtlan, en pragmatik bir şekilde silahlan ve asimetrik plandaki üstünlüklerini kullanmak suretiyle, onu yenebileceğin sahalara çekip tepele diyor.

Lâfı bu kadar geçmişken, Rıza’yı da tebrik ederiz. Allah nazardan saklasın.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Uyuyor
Sudan’da geçtiğimiz hafta bir askerî darbe yaşandı ve Ömer el Beşir iktidardan indirildi. Türkiye Cumhuriyeti istihbaratı, Sudan’da bağıra bağıra gelen bu süreci aylar öncesinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a raporladı ve akabinde yoğun bir saha faaliyeti içine girerek, askerî darbe ile neticelenen bu sürece müdahil oldu mu? Türkiye Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı, sosyal hadiseleri bahane ederek askerî darbe yapacağı, benim oturduğum yerden bile görünen Sudan Ordusu ile ne gibi temaslar içine girdi? Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, bu süreçte Ömer el Beşir’i bu vaziyet hakkında bilgilendirdi ve askerî darbeyi önlemesi ve iktidarını koruması için onun önüne ne gibi hareket planları sundu?

“Sudan’dan bize ne ya” diyen var mıdır? Yoktur herhâlde değil mi? 

Ömer El Beşir, Sevakin isimli yarımadayı Türkiye’ye tahsis ettiğinde kıyamet kopmuş ve ABD, İsrail, Suudî Arabistan, Mısır, Birleşik Arab Emirlikleri bu karara tepki göstermişlerdi. İşin enteresan tarafı, Türkiye’den de CHP’li Özgür Özel ile İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener de bu adanın Türkiye’ye tahsis edilmesine tepki göstermişti. 

Ömer El Beşir, sırf Türkiye ile kurmuş olduğu münasebetler dolayısıyla iktidardan indirildi. Bu çok büyük bir zaaf göstergesidir. Bir ülkenin iktidarı Türkiye ile münasebet kurduğu için darbe ile iktidardan ediliyor ve Türkiye bu sürece müdahil olmak yerine seyirci kalıyor, hattâ A Haber gibi kanallar “Ömer el Beşir zaten 30 sene önce darbe ile iktidara gelmişti.” falan diye haber yapıp, Türkiye’yi Sudan’daki gelişmelerden tecrit etmeye kalkıyorsa, bu tarifi ve telafisi mümkün olmayan bir rezalettir. 

Ömer el Beşir’in içine düştüğü vaziyeti gören, bir daha Türkiye ile ortaklık kurmaya heves eder mi 
 
Saray Işıklarından Medyaya İmaj
Osmanlı’nın son yıllarında devlet 24 saat çalışıyor intibaı vermek için Dolmabahçe Sarayı’nın bütün ışıkları geceleri açık bırakılırdı. Böylelikle çalışmayan devlete çalışan devlet imajı verilmeye çalışılırdı. Oysaki hakikaten çalışan bir devletin aklına bile gelmez o ışıkları yakmak yahut kapatmak. Bugün ise saray ışıklarının rolünü bir medya grubu üstlenmiş vaziyette. Sanırsın ki, Türkiye, içindeki bütün meseleleri çözmüş, yedi kıtada adalet dağıtıyor. İbda Hikemiyâtı’ndan öğrendiğimiz ve her fırsatta hatırlattığımız ölçüdür, haddini aşan zıddına inkılâb eder. Bu ölçü ışığında bakarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, bu medya grubu ile bu grubun yönettiği ne kadar sosyal medya canavarı varsa, hepsi birden Türkiye’ye fayda sağlamak şöyle dursun, bilfiil zarar vermektedir. Doğan Medya çukurunun ortadan kalkmasıyla beraber tek başına kalan bu grubun yayın politikası millette müthiş bir antipati uyandırmaktadır. 

İmaj çizeceğim diye kendi söylediği yalana kendisi de inanan bir kadro teşekkül etmiştir ki, gerçeklikten kopuş hâli psikolojik bir hastalık, patolojik vakıadır. 
 
Berat Albayrak ve Trump
Ak Parti, nihayetinde bir parti ve bilhassa da iktidar partisi olduğu için onun izlediği siyaseti tenkid eder yahut destekleriz. Bize düşen, kendi inandığımız ilkeler istikametinde görüşlerimizi bildirmek, kimi zaman desteğimizi ve takdirimizi açıklamak, kimi zaman da uyarılarımızı yapmaktır. Bunun haricinde Ak Parti kadrosuna şunun sokulması, bunun çıkarılması bizim işimiz de, meselemiz de değildir. Buna karşılık, Müslüman Anadolu’dan gelen talebleri, herkesin şu veya bu sebebten sustuğu zamanlarda, eleştirmenin “cesaret” istediği dönemlerde seslendirmek gibi bir misyonumuz olduğu kanaatindeyiz. 
Anadolu’da bir tabir vardır, bazı kimseler için “kanım ısınmadı” derler. Anadolu’da Berat Bey ile alâkalı umumî kanaat de bu yönde. Ne sebebledir bilinmez, milletin kanı Berat Bey’e bir türlü ısınmadı; eğer böyle devam ederse, ısınacak gibi de gözükmüyor. Kendi şahsına lafımız yok; iyidir, kötüdür bilemeyiz. Hele Cumhurbaşkanı onu kritik bir vazifeye getirdiyse herhalde bunu hak ediyordur da denebilir. Onu da bilemeyiz. Ancak bizim millet, tepeden gelme adamlara biraz mesafeli durur, hele bu kadar cilalanıp gözüne sokulmasından zerrece hazzetmez.

Berat Albayrak’ın kardeşi Serhat Albayrak’ın yönettiği medya grubunun, onu sevdirmek ve kabul ettirmek için yaptığı yayıncılık da bize kalırsa ters tepti. Şu son Beyaz Saray’daki ofisinde Amerikan Başkanı ile yapılan görüşmenin fotoğraflarının “tarihî” falan diye yayınlanması bile son derece itici... Anadolu nezdinde Amerikan Başkanı ile görüşmenin meşruiyet kaynağı olmadığı bilinmiyor mu? Aynı hataları Abdullah Gül de yapmış, İngiliz Kraliçesiyle mutlu mesut kadeh kaldırmıştı da sonunda ne oldu?

Berat Bey’e son bir dost ikazı: Bir idareci kendini en çok kendi dalkavuklarından korumayı bilmelidir, zira en tehlikeli düşmanlar onlardır.
***
Biz, çalışıyormuş görüntüsü vermek için aklına sarayın ışıklarını yakmak gelmeyecek bir devlet teşkilâtı istiyoruz.
***
İstanbul Büyükşehir Belediye seçimleri belki tekrar edilebilir; fakat seçim süreci sona ermiştir. Bu sebeble daha fazla zaman kaybetmeden, lâfı yalama etmemek ve bu işi daha fazla istikbâle ısmarlamamak adına, Ayasofya’nın, aslî hüviyeti olan cami statüsüne bir ân evvel kavuşturulması gerektiğini de hatırlatmış olalım. 


Baran Dergisi 640. Sayı