Siyaset bilimciler, sosyologlar, iktisatçılar, hukukçular, köşe yazarları ve fikir adamları seferber olmuş, her biri ayrı ayrı kendi zaviyelerinden dünyanın içinden geçmekte olduğu berzahı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor, tüm bunların neticesinde nasıl bir dünya doğacağı ile alâkalı çalışmalar yapıyorlar. Bir yönüyle bakacak olursak gerçekten de büyük müşkül. Batı’nın, “Yeni Dünya Düzeni” ile beraber şekillenen ve dünyanın geri kalanına dayatılan birkaç asırlık ezberlerinin bir bir hükümden düştüğü, onların yerine yeni ezberlerin ise bir türlü ikâme edilemediği, dayanak kabul edilen eski kavramların yeni hadiseleri açıklamak noktasında çaresiz kaldığı ve koca koca adamların çaresizlik içinde statükoyu muhafaza edebilmek uğruna umacı teyzelerin korkunç masallarına konu olan dehşetengiz kişi ve kavramların arkasına saklanmak zorunda kaldığı bir zamanı idrak ediyoruz.

İçerideki ihanet şebekelerinin, kurulduğu günden beri Türkiye’de elde ettikleri imtiyazı muhafaza etmek; varlıkları Türkiye’nin parya statüsünün devamlılığına bağlı Arab rejimlerinin, koltuklarını korumak; yalanlar üzerine kurulu, konfora dayalı bir düzeni dünyanın geri kalanına “medeniyet” diye satan Avrupa’nın, Anadolu’dan gelecek İslâmî bir oluş hamlesi neticesinde “hakikat”le toslaşma, bunun neticesi olarak medeniyet kurucu rolünü, bu rol sayesinde içeride tesis etmiş olduğu düzeni ve dünya çapında elde ettiği imtiyazları kaybetme korkusu; bu üçünün korkuları gerçeğe dönüştüğü taktirde, dünya çapındaki askerî ve iktisadî üstünlüğü elden kaçıracak olan Amerika; Amerika’nın pozisyonunu kaybetmesi hâlinde içinde bulunduğu coğrafyanın kâsesinde çerez hükmünde kalacak Yahudi Devleti… Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki düzen arasında dünyanın içinden geçmekte olduğu berzahı anlama, anlamlandırma ve çözüm üretme noktasında çaresiz kalan Batılı ve Batıcıların son çare olarak sarıldığı korkulu masalın heyulası, zihinlerinde tasarladıkları korkunç hayalin ete kemiğe bürünmüş sureti olmuş durumda. Son yıllarda herkes kendisine has sebeplerden dolayı Erdoğan’ı karşısına alıyor ve onun aynasında kendi arazlarının suretlerine adeta savaş ilân ediyor; diktatör, işgalci, emperyalist, hırsız, katil, hukuksuz gibi yaftalar da bu esnada havada uçuşuyor.

İç ihanet şebekeleri her gün Erdoğan’a karşı yeni bir yalan üretip, bu yalanlar üzerinden Anadolu’da hem keyfiyet ve hem de kemmiyet planında bitme, yok olma noktasına gelmiş, çaçaronlukta kuduz ama sokakta pısırık azgın azınlığı konsolide etmeye, böylelikle de bir asırdır ellerinde tuttukları imtiyazları müdafaa etmeye çalışıyorlar.

Arab rejimleri, Türkiye’de hakiki bir oluşun meydana gelmesi hâlinde esamilerinin okunmayacağını, demirin mıknatısa gitmesi gibi, üzerinde hüküm sürdükleri diyarların da aşk ve vecd ile Anadolu’nun cezbesine kapılacağını bildiklerinden, Yahudi’ye sığınmayı adeta minnet bilecek kadar alçalmakta bir beis gözmezken, Erdoğan’ı baş düşman kabul ediyorlar.

İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yalanlar üzerine tesis edilmiş barış ortamında, beşeriyetin meselelerine çözüm getirmeden, yalnız maddî konfora dayalı bir düzen içinde yaşayan Avrupa, Anadolu’dan zuhur etmesi mukadder hakiki bir refah düzeninin, içinde bulundukları nazik vaziyet açısından nasıl bir tehdit arz ettiğinin şuurunda olarak, Erdoğan’ı düşmanlaştırmak için elinden geleni ardına koymuyor.

Amerika’ya gelecek olursak… Daha evvel defalarca kez anlattık; fakat bir kez daha değinelim. Amerika ile Arablar arasında Amerikan dolarına değerini veren, onun rezerv para olma keyfiyetini sağlayan petrol dolayısıyla sanıldığından çok daha mühim bir simbiyotik ilişki söz konusudur. Türkiye’de hakiki bir oluş gerçekleşip, bu oluş parçaların yeniden bir araya gelmesine vesile olur da, Arab ülkeleri mevcut rejimlerin elinden kaçarak Anadolu etrafında kenetlenirse, o saatten sonra Amerika’yı tarif etmek için kullanılacak niteleme “tarım toplumu”ndan fazlası olmayacaktır. Bu sebeble Türkiye’yi parya statüsünde tutmak, bunun için de Erdoğan’ı düşmanlaştırmak Amerika için de “stratejik” öncelik arz eden bir meseledir.

Amerika gibi bir Süper Güç’ü bile tarım toplumu hâline getirecek “şartlar”, yarın İslâm âleminin sırtındaki irin dolu çıban hükmündeki Yahudi Devleti’ne neler yapmaz?..

Ölüm Odası B-Yedi adlı eserde, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu KUVANTUM fizikçisi Bernard d’Espagnat’ın şu sözlerine yer verir:

- “Gerçekliğin yer, mekân ve zamana dair sınırlı kategorilere sahib rasyonel ilmin dar korsesine

sığdırılamayacağı kanaatindeyim. Hakikatin insan kavrayışını aştığına dair tecrübî verilerin olduğunu, kuvantum fiziği üzerinden açıklamak isterim. Gerçek oldukları kabul edilen atom parçacıkları ve alanlarıyla klâsik fizikten ayrı olarak, kuvantum fiziği ÇOK TUHAF NESNELER’le uğraşır. Bunların sıklıkla elle tutulur hiçbir niteliği veya bir mekânı yoktur; ne tarif edilebilir bir enerjileri, ne de bir dönüş yolları olmuyor. Daha ileri gidip, bu varlıkların tecrübe dünyamızı açıklayabilmek üzere kurguladığımız birer KAVRAM’dan fazlası olmadığını dahi iddia edebilirim!”

Erdoğan düşmanlığına bu gözle bakmakta fayda var. Dünya çapında büyük bir değişim ve dönüşüm yaşanırken, “bütün fikir”den uzaklaşmış ve her şeyi rasyonel akıl çerçevesinde izah etmek zorunda bırakılmış Batılı yahut Batıcı adam da bununla eş zamanlı olarak git gide gerçeklikten kopuyor. O gerçeklikten koptukça, büyük siyasî strateji, taktik, doktrin, planlama ve analizlerin yerini de umacı masalları alıyor.

İşin ilginç yanına gelecek olursak… Türkiye’deki ve İslâm âleminin geri kalanındaki hainler ile diğer düşmanlar Erdoğan’dan niçin korkuyor ve onu neyle itham ediyorlarsa, biz Müslüman Anadolu milleti de Erdoğan’dan onu bekliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a düşen de onların bu korkularında ne kadar da haklı olduklarını ortaya koymak oluyor.

Geçtiğimiz hafta meselâ Merdan Yanardağ yazmış, “Yaratıcı Yıkılıcılık” demiş. Vatandaşı, işçiyi, yoksulu ve Müslümanları uzun uzun aşağıladıktan sonra, yazısına, bunlar silahlanıyor, iç savaş çıkaracaklar, Müslüman Anadolu yüzyıllık rövanşı yapacak, biz de silahlanmalıyız diyerek devam ediyor. “AKP iktidarı, karşı devrim sürecini tamamlamaya ve siyasal hedeflerini gerçekleştirmeye çalıştıkça, sermayenin genel çıkarlarını temsil etme yeteneğini yitiriyor ve giderek iktidarı elinde zorla tutan dar bir kadroya dönüşüyor.” diyor ve ardından ekliyor, “Bu yüzden bu kapışmayı AKP’nin kazanma şansı bulunmuyor”. Bu sözlerin sahibi Merdan Yanardağ’ın korkularında ne kadar da haklı olduğunu isbat etmek gerekmez mi? Ayrıca bu hımbıl ve davet ettiği pembe k.çlılar silahlansınlar tabiî… Silahlansınlar ki, tedbirlerine havale olunup, aman dilemeyecek kadar kibre bulansınlar…

Not: Merdan Yanardağ denen bu küspe, sermaye sayesinde Erdoğan gider, yerine biz geliriz dediği, yâni kendisine sermayeyi dayanak yaptığı yazıda, referans olarak da Mahir Çayan’a gidiyor. Ulan Mahir Çayan senin gibi sermayenin köpeği miydi? Solda haysiyetli, namuslu adam kalmadığı, hepsi Batılı yahut Batıcı sermayenin kayıtsız şartsız uşaklığına soyunduğu, emperyalizmin kızıl bayraktarlığını yaptığı için, Mahir Çayan’ı savunmak da bize düşüyor, ne yazık.

***

Tekrar başa dönecek olursak… Şirinler köyünün Gargamel’i olarak lanse edilmeye çalışılan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, kim hangi gerekçeyle korkuyorsa, onların bu korkularında ne kadar da haklı olduklarının gösterilmesi gereken bir döneme girmiş bulunuyoruz. O kadar çok yazıp, çizip, konuştular ki, bu saatten sonra onların korktuklarını başlarına getirmemek, haksızlık olur.

Baran Dergisi 714.Sayı