Necip Fazıl Kısakürek, Osmanlı sultanlarından Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim’i en büyükleri olarak gösterdikten sonra; Yavuz Sultan Selim’i, Peygamber sırrına mazhar olmuş Fatih’ten daha büyük olarak işaretler. “Çünkü, Yavuz Sultan Selim İslâm ittihadı davası güdüyordu”, der.
Yavuz Selim’in hayatına kısaca bakalım: Trabzon’da şehzadeliği döneminde Doğu Anadolu’da dönen fitne ve fesatları yakínen gördü. Şah İsmail’in Şiilik propagandasını körüklediğini tesbit etti. Babası Sultan II. Bayezid’in, Şah İsmail’in “babacığım” diye hitap eden mektuplarına inandığını ve tehlikeyi sezemediğini biliyordu. Şah İsmail’in desteklediği Şah Kulu ya da Şeytan Kulu isyanları Anadolu’yu kasıp kavuruyordu. Şehzade Selim İslam birliğinin sağlanması ehemmiyetini gördü ve fitneleri çıkaran sapık fikirlileri tesbit etti. Şunu da anladı ki eğer Anadolu’da ve ümmet içinde birlik sağlanmasa küffara karşı savaşıp zafer elde etmek mümkün olmayacaktı. Yavuz Sultan Selim’in İslam ittihadını başarıyla gerçekleştirmesinden sonra tahta çıkan Kanuni, Batı’da birçok fetihler yapıp Viyana kapılarına kadar dayanacaktı. Kanuni’nin bu zaferlerinde, Yavuz Sultan Selim’in fitne ve fesadı önlemekteki ileri görüşlülüğü ve kılıcının keskinliğiyle muvaffak olması yatmaktadır. Yoksa Kanuni fitne ve fesat içerisinde kaynayan bir yurt bulacaktı. Ve Batı’ya fetih yapma fırsatı bulamayacaktı. Yavuz’un büyüklüğü buradan gelmektedir.
İslam ittihadı davası için Yavuz Selim önce babasına karşı gelir. Cengaverliğine hayran olan yeniçerilerinin de desteğiyle babası tahttan feragat etmek zorunda kalır. Ve 8 senelik saltanatında büyük davasını gerçekleştirmeye başlar. Önce, işi gücü bir İslam ülkesinde Şii propagandası yapıp fitne sokmak olan Şah İsmail’i tepeler. Yolda, askerin içindeki gizli Şiilerin teşvikiyle ayaklanan yeniçerilere ustaca hâkim olup, açık Şii Şah İsmail’i bertaraf eder. Ardından Şah İsmail’le işbirliği yapan Memlukları tarih sahnesinden siler; Mısır’ı alır, halife olur. Böylece İslam ittihadını ömrü yettiğince gerçekleştirmiş olur.
İslam ittihadının kılıcı Halife Yavuz Sultan Selim, “Ben Haremeyn-i Şerif’in hâkimi değil, hadimiyim (hizmetçisiyim)”, diyecek kadar şer-i incelik ve takva sahibi idi.
İslam ittihadı için önemli bir zafer olan Çaldıran Zaferi’nin 477. yılını idrak ederken Yavuz Sultan Selim’in Kürt Beylerine şu hitabını verelim:
“Anadolu birliği evvel emirde temin edilmezse, İslam ittihadı fikri bir serap olmaya mahkum. Biz Alâuddevle’ye de, Kansu Gavri’ye de, Halifeye de bir şey anlatamıyoruz. İttihad etmezsek garp bizi yutar. Tek tek yutar. Herbirimiz küçük devletler olarak kalırsak lokma oluruz. Büyümeli, yutmak isteyenin gırtlağına yumruk gibi tıkanmalıyız. Onlar ittihad bayrağını çeksin, biz arkalarından gidelim. Biz çektik onlar gelmiyor.”
Allah dostu büyük Sultan, ümmetin birliği için şu şiiri yazıyor:
“Hak bilir ki ihtilaf-u tefrika endişesi
Kuşe-i kabrimde hatta bi karar eyler beni
İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz
İttihad etmezse ümmet dağdâr eyler beni”
Selimî mahlasıyla şiirler yazan ve bir de divanı olan Yavuz Farsça bir şiirinde şöyle der:
“Bu seferimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlığımız, hep gönülleri birleştirmek, İslâm birliğini temin etmek içindir. Mülk Allah’ındır. Kim Allah’ın yardımı olmadan istediğini elde etmekte zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.”
İslam birliği ile ilgili Osmanlı hakkında şunları söylemek yerinde olur: Osmanlı, Müslümanların biricik devleti ve halifeliğin merkezi olduğu için Batı, Osmanlıyı çökerterek İslam’ı yenmiş ve Tanzimat’tan bu yana oynanan oyunlar neticesinde Cumhuriyet’le beraber nesebi gayri sahih devletini kurmuştur. Osmanlıyı çökertmek için dışta İngilizlerin ve içte onların uşaklarının nasıl oyunlar oynadıkları tarihi bir gerçek. Cennetmekân Abdülhamit Han Hazretleri bu oyunlara uzun müddet direnmiş ve sonunda Yahudiler tarafından tahttan indirilmiştir. Osmanlı’nın manası ve maksadı apaçık İslam olarak belliyken İslam’ı dıştan yıkan kafirle işbirliği yapan İttihad ve Terakki hainleri gibi Osmanlıya İslamcı görünenlerin de saldırması çok enteresandır.
İslam’da saltanat var mı? Kardeş katil olur mu? Abdülhamit şöyle yaptı…vs… şeklinde sureti haktan görünüp fesatlar sokmaktadırlar. Halbuki biraz inceleyince kiminin Yavuz’un Çaldıran’da Şiileri hezimete uğratmasından, kiminin Vehhâbi ve Reformist fikirlerin kaynağı Suud isyancısının kellesini Osmanlı’nın uçurmasından, kiminin Ulu Hakan Abdulhamit Han’ın mezhepsiz fikirlerinden dolayı Cemalettin Afgani’yi (veya İraniyi) kovmasından.. vs.. rahatsız oldukları ortaya çıkmaktadır. Bütün bu sebepler düşünülünce yurdumuzda Kemalist rejimle beraber Osmanlı düşmanlığının neden bu kadar körüklendiği anlaşılmaktadır. Ehli küfür ve Ehli bidat cephesinin Hak’kın kılıcı olan Osmanlı’dan bir kuyruk acısı olduğu meydana çıkmaktadır. Bazılarının söyleyemediği asıl neden şudur: Osmanlı İslâm’ın Ehli Sünnet Yolu üzere bayraktarlığını yapmıştır.
Ey Osmanlı! Sen ne kadar büyüksün ki; düşmanların bu kadar küçük ve aşağılık. Senden kalan topraklarda hergün sana küfretmekle meşgul. Kimileri bunu nesebi gayri sahih Cumhuriyet adına yaparken kimileri de utanmadan pis ağızlarına alet ettikleri İslam adına yapmaktadırlar. Bu ne utanmazlıktır ki onların bize bahsettiği topraklarda yaşayıp, onların sanatkarane inşa ettiği camilerde namaz kılıp, onların yaptığı göklere yükselen minareleri seyredip, onların medfun olduğu türbelerin önünden geçip hayasızca Osmanlıya küfretmektedirler. Herkesin ağzında bir saltanat, bir padişahlık, daha ileri gidenlerde hilafet benzetmesi ile Osmanlı’ya dil uzatılmaktadır.
Ey utanmaz haramzadeler. Bu millet, atalarını bilmez mi sanırsınız? Sizin meydana getirmeye çalıştığınız haram nesillerinizi kurutmaya yemin etmiş yeni gençlik çıkmış ve meydanlarda hesap sormaya başlamıştır. Onların ışıldattığı mana kıvılcımlarıdır ki gençliğin kurtuluş yolunu aydınlatmaktadır. Yavuzun manasına inanmış ve bu inancın şerefini taşıyan gençlik Osmanlıya dıştan saldıran kafirle beraber, içten saldıran münafığa da gereken cevabı vermeyi kendine vazife bilmektedir.
Şah İsmail’in Anadolu’ya yaydığı dâileri, Osmanlı Hanedanı’na gasıp nazarı ile bakan bir propaganda güttüklerini biliyoruz. Devrimizde de Şah İsmail’in dâilerinin ağızları gibi Osmanluya hanedan suçlaması yapılmaktadır. İslam düşmanlarının yanında, dost ağızlar takınıp hanedan saltanat eleştirisi getirenler bilsinler ki “İslam’da yönetim şekli yoktur; yönetim ruhu vardır.” Yönetim ruhu İslam’ı yansıtabildiğince mesele yoktur. Ayrıca devlet yönetiminde otorite sağlansın ve iktidar kavgalarıyla devlet ve din zayıflamasın diye kardeş katline göz yumulmuştur. Devleti kardeşinden üstün tutmuşlardır. Yaşadıkları günün şartlarından başka bir formül de bulamadığı için istemeyerek de olsa bu yola tevessül edilmiştir. Bu ideal değil, kötü bir çözüm, belki de o günün şartlarında gerekli bir yoldu.
Osmanlı bir bütündür. Gaye ve maksadı İslam’dır. Yolu İslam’ı yüceltmek, 3 kıtaya hâkim kılmaktır. Davası İla-yı Kelimetullah davasıdır. Hiç hataları yok muydu diyenlere, tabii ki kulun hatası olur. Fakat Osmanlı’nın hatalarından ders alırız. Hatalarını fırsat bilip onu inkâr ederek karalamayız. Neticede Osmanlı’yı hatası ve sevabıyla kabul ediyor, bağrımıza basıyor, iftihar ediyoruz. Şunu da söyleyelim ki: Bizim için tek örnek sahabedir. Onun dışındaki iyi örnekler ancak kendi dönemlerinin iyisi olabilirler. Bugün’e aynen uygulanamazlar.
Kurtuluş ne bizde, ne başkasında. Tarihte Halife Yavuz Sultan Selim Hazretleri’nde örneğini gördüğümüz gibi Ehl-i Sünnet yoluna sımsıkı bağlı, sağlanacak birliktedir. Nasıl birlik? Nerede birlik? Sorularının cevapları buradadır ve İBDA Mimarı bu isimdeki konferansında “fikirde birlik” olarak birliğin şartlarını da işaretlemiş ve yerine getirmiştir.
Biz, bu sancak altında toplanan en hakir bir fert olabilmeyi şeref bildiğimizi her çevreye ilan ederiz.
Sözümüzü Said-i Nursi Hazretlerinin şu sözüyle bitirelim:
“Ben İTTİHAD-I İSLÂM DAVASINDA YAVUZ SELİM’E BİAT ETMİŞİM!..”
Taraf Dergisi 4. Sayı
1 Haziran 1991