Kötülükler, halkın birbirini taklidi ile yayılır.
Külliyatta “Kökler” adlı kitapta geçiyor bu söz…
Halk denilen “binbir başlı mahlûk”un sabit bir yönü, belli bir hakikat anlayışı yoktur. Onun için Üstad, “Halk bir şey istemez, halka istetilir” demiştir…
Halk, mücerret bir mefhum, herkesin kendi keyfine veya her devrin hâkim anlayışına göre değişiklik arz eden bir mefhum, Üstad’ın teşbihiyle, “binbir başlı mahlûk”. Tarihten bir misal: Kral, Hz. İsa ile bir katilin affedilmesi için halka müracaat eder, halk katilin affedilmesi için oyunu kullanır.
Halka göre değil, Hakka göre yaşamak, halkın peşine katılıp gitmek değil, Hakkın yoluna râm olmak.
Halk sürü psikolojisiyle davranır ve güce tapar. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin sözü: “Halk emirlerinin dini üzeredir.”
Sürü psikolojisiyle davranmak hayvanlara özgü iken, hayvanî yönünden dolayı insanlarda da söz konusu.
Halk dalkavukluğu… Ülkeyi ayak takımı ile yönetmek demek olan demokrasilerdeki halk dalkavukluğu. Onun için iki taş üst üste konmaz. Her kafadan bir ses çıkar. Yalakalık ve yavşaklık diz boyudur. Herkes birbirinin yamacında birbirini sömürerek yahut yalakalık ederek geçinir.
İnsanın, insana tâbî olduğu rejimler.
Hakka kulluk değil, halka kulluğun olduğu demokrasiler rejimi.
Allah’a kulluktan bireye kulluğa tenzil etmesini terfi zanneden Cumhuriyet mamulü kafalar.
Hakka ve hakikate tâbi olmayan ve Hakkın yularından kurtulan insanın demokrasi çayırındaki özgürlüğü(!), aslında insanın insana kuyrukçuluğudur, köleliğidir. Onun için krallık ve diktatörlük rejimlerinden daha çok başıboş rejimlerde zulüm ve adaletsizlik vardır, çünkü bir kralın diktatörlüğü, bu kadar yaygın zulüm ağı kuramaz, herkesin birbirini bu kadar sömürdüğü bir rejim kuramaz. Irak’ta Saddam döneminin aranması misalinde olduğu gibi...
Hakka inanan insanlar topluluğu, başıbozukluğa inanan insanlar topluluğuna galebe çaldığında yeryüzünde YÜCE HAKKIN DİVANI kurulur. Bizim önerdiğimiz Başyücelik modeli budur ve şahıslar değil, ölçüler ve bu ölçülere râm olmuş seçkin insanlardır söz konusu olan.
Halk dalkavukluğu değil, Hakka esaret.
Bizim hürriyet anlayışımız ise, Hakka esaretten başka hürriyet tanımaz. Çayırda zıplayan cumhuriyet mamulü şen sıpa neslinin özgürlük anlayışı, en büyük düşmanımızdır. Bizce, bu şen sıpa nesli insanlığın düşmanı hayvan sürüleridir ve kesinlikle ortalıkta başıboş dolaşmalarına müsaade edilmemelidir. Çünkü insanlarımıza, çoluk-çocuğumuza zarar verebilirler.    
“Hakkın aynası halk” sözü, ancak Hakka boyun eğildiğinde sağlanır ve böyle bir halk, gerçek insan soyuna misal olur. “Halk” olduğunun şuurundaki halk…
İyiyi, doğuyu, güzeli Hakkın terazisinden değil de, insanların gözünden tartmak ve “insanlar ne der!” diye düşünmek, kendine güvensizlik ve inanç eksikliğinden kaynaklanır. “Elalem ne der?” şeklindeki bir psikoloji ve böyle bir sosyal baskı, insanın sürü vasfıyla alakalıdır ve bu durum cesaret ve şuur sahibi insana göre değildir; “şekil insan”, “kâmil insan” farkı… Hakikati, insan sayısıyla, yani insan sürüleriyle ölçenlerin hakikat anlayışı yoktur. Hâlbuki gerçek şudur: “Hakikati bir kişi bulur, bir milyon kişiye tasdik ettirir.”
Halk, değişimden nefret eder. Bütün devrimler halka rağmen yapılır; adı üstünde değişim, devrim. Devrimler halka rağmen başlar; devrimci güçler denk kuvvet haline gelince halkı da yanına almaya başlar ve üstünlüğünü ele aldığı ân işi bitirir. Mücadele ise, örgütler arasında olur, iktidarı elinde tutan örgüt ile muhalif örgütlenme arasında geçer. Halk, sürü vasfından dolayı tarafsızdır veya iktidardaki güdücülerin yanındadır; sonra iktidara gelen muhalif güçlerin yanında olur. Ve herkes, her örgüt de, halka dayandığını iddia eder.
Halkı iyi örgütleyenler işi götürür. Devrimci-İhtilalci için halk, elemanlarını devşireceği kitledir, meşhur benzetmeyle, balığını yakalayacağı denizdir. Halka yönelik siyaset ise bu açıdan meşru olur. Bunun için halka ne düşündüğünü sorulmadan “halk, halkımız” denmektedir.
Salih Mirzabeyoğlu’nun Kökler eserinden:
-(Halk, bir üzüm salkımına benzer. Bu salkımdaki tanelerin sayısı suret yönündendir. Nasıl ki, bu salkımı bir kâse içinde ezer ve sıkarsak, artık tanelerden ve sayılardan eser kalmaz.)
Herkes, kendi inancına, kendi dünya görüşüne, kendi hayat tarzına göre halkı görmek, göstermek ister. Bizim inancımıza göre ise, ölçümüz şudur. Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Başyücelik Devleti eserinden, gösterelim:
“Biz, halka yaltaklanarak iktidar koltuğuna kurulanlara değil, halkı HAKKA inandıran, kendisiyle beraber onu inandığına esir eden hâkimiyete tutkunuz; hakikate esaretin insanlığına.”
Mutlak fikrin yokluğunda mihraksız tümevarımın zaafiyetiyle mâlul dalalet yolları da çağdan çağa renk değiştirmektedir. Kemalizm, Batıcılık, demokrasi, liberalizm, Ilımlı laiklik veya ılımlı İslamcılık ve benzeri şekiller alabilmektedir.
Bağımsızlık olduğu iddia edilen Atatürk’ün karakterinin ne hâle geldiğini, kendi ince üslubuyla Vakit gazetesinden Atilla Özdür’den verelim:
“Desem ki, Atatürk’ün karakterini kendi benliğimde yaşatmak, hurra edecek bütün devlet sınıfı… Kiminin elinde kasatura, kiminde altıpatlar, kimisi de kâğıtlı kalemli… Oysa Atatürk’ün karakteri, kendi deyimine göre bağımsızlık…
Bankalarımızın yüzde ellisi, sigortada yüzde yetmişi ve ortaklık yoluyla katılmışlar da dikkate alındığında şirketlerin hatırı sayılı bir kısmı yabancıların elinde. Askeriyenin, daha doğru ifadesiyle askerlerin bile bankası yabancılara satıldı…
O mu uyuttu milleti, yoksa biz mi uyutuyoruz onun adına kendimizi?.. Bundan daha masum ve kutsal bir amaç olabilir mi?.. Amacımızın merkezindeki çekirdek bu, yani bağımsızlık… Çeperindeki nötronlarını zikretmeye gerek yok… Hak, hukuk ve adalet mefhumu başta, tüm beşeri ilişkilerde güzellik…”
“Dünya bu işe ne der?” , “Dünya kamuoyu” gibi soru ve kavramlar bence mânâsız ve işlevsizdir. Gücü yeten yetene devrinde, böyle mücerret kavramlar kimin umurunda ki? Herkes kendi gücü ve etki alanı içinde kendi kavgasını vermektedir. Sessiz kitlelerin görüşü önemli değildir ve çoğu kere de kimsenin umurunda değildir.
Emperyalist güçlerin hâkimiyetindeki medyanın ise, Hakkın sesi olması beklenemez. Hatta tek taraflı bir propaganda, yönlendirme ve karalama söz konusudur. Çoğu kere eşkıya efendi, mücahid terörist gösterilmiştir.
Halk veya Müslüman denilen mücerret mefhumlardan bir şey beklemek safdillik olur. Ne ekersen onu biçersin! Yönlendirme ve yönetme sanatını icra edenlerindir halk. Onun için propagandanın gücü o kadar büyüktür ki, karaya ak, aka kara dedirtir. Yani, eşkıyanın eline bırakmamak gerekir. Hâkim propagandaya göre, Batıcı eşkıyalar yasal oluyor, İslâm ve BD-İBDA İslâma muhatap anlayışı yasa dışı oluyor. Hakikatte ise yasal olan İslâmdır, yasadışı olan Batıcı dalalet yollarıdır.
Demokrasi oyunu ve birbirleri arasındaki kayıkçı kavgaları ile bizi meşgul etmekteler.
Anadolu’da yeşeren, çağın insanının meselelerini kucaklayan, sözüyle özü bir, eşya ve hadiselere bütüncül (sistemli) bir bakış sunan fikirle aksiyonu birlikte götüren dünyada tek İslâmî mücadele örneği olan BD-İBDA dünya görüşü, artık bakılan yer olmuştur.
Bakılacak yerin önemine vurgu yapan Hyman Rıchover’in şu sözüyle vedalaşmak istiyorum:
“Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler ise kişileri konuşur.”   



Baran Dergisi 100. Sayı