Büyük Doğu-İBDA tarihinde Eskişehir’in apayrı bir yeri vardır...

Yarım asrı aşkın bir süre önce, Necip Fazıl bağlısı az-ama öz Büyük Doğucuların kalesi olan bu kadim şehir; İBDA’nın ana rahmine düştüğü mekândır.

Devlet Demiryolları’nda müfettiş olan rahmetli babam Turgut Emin Bey’in Eskişehir’e tayini çıkınca; tahsilime yatılı olarak devam etmek yerine, ben de birlikte gitmeyi tercih ettim...

Kadıköy Saint Joseph’ten Eskişehir Atatürk Lisesi’ne aldırdım kaydımı…

İyi ki de öyle olmuş...

Önceleri, kendimi cennetten zindana düşmüş talihsiz bir İstanbul çocuğu olarak hissettiğim bu şehirde; meğerse gerçek mânâda yeniden doğmam mukaddermiş...

Saint Joseph’teyken boksla ilgileniyordum. Bir gün, idman için gittiğim Eskişehir Demirspor tesislerinde İzzet isminde esmer, fidan gibi, yaşıtım bir gençle tanıştım. Aynı lisedeymişiz...

BJK’de boks yapıyormuş (Türkiye dereceleri olduğunu daha sonra öğrendim)... O gün üç-beş dakika karşılıklı eldiven de giydik.

Birbirimize kanımız ısınmıştı. O günden sonra da, kader ayırana kadar, bir daha hiç ayrılmadık... Gece gündüz beraberdik. Hangimiz hangi evin çocuğu belli değildi.

Rahmetli babası Şerif Muammer Amca’nın da, İzzet gibi fikirle aksiyonu atbaşı giderdi...

Dinlemeye doyamazdık...

Üstâd’ı onlardan tanıdım. Büyük Doğu’yu onlardan öğrendim... Rabbim onlardan razı olsun...

Onlar vesilesiyle tanıdığım ve üzerimde hakları olan Cevad Ağabey (Ülger), Suat Ağabey (Fıratlı), Hasan Özkeçeci Ağabey (Esnaftı, varını yoğunu bu davanın finans ve lojistiğine harcadı.) Eskişehir’deki mukaddesatçı gençliği korumaya ve toparlamaya kendilerini adamış büyüklerimizdi...

Bir dış halkadaki ağabeyler ise: Mustafa Tatlısu (tarihçi Müftüoğlu), Sadık Hoca (Yılmaz) ve Mehmed Sarıcaoğlu idi...

Bu ağabeylerden Cevad Hocam, öğretmenlik yaptığı Maarif Koleji'nde; Nabi Avcı, Ahmed Kot, Nejat Sezer gibi yüzlerce genci kaybolmaktan kurtarmıştır... Aynı ağabeylerin, o zamanlar Eskişehir İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi olan Eskişehir Aanadolu Üniversitesi’nden Haşim Kılıç gibi, İhsan Toksöz gibi, Mithat Nihat Ergöz gibi yüzlerce isim üzerinde hakları vardır...

Suat ağabey de, Cevad ağabey gibi, İzzet'le şehir teftişi esnasında mutlaka uğradığımız kapıydı...

Eskişehir Devlet Kitapları’nda çalışıyordu...

İzzetle (O zamanlar İzzet’ti, ta ki Üstad Salih’i kullan, diyene kadar) gece yarılarına kadar, konuşarak, bir teftiş titizliği ile şehri turlardık.

Cevad ağabeyin atölyesinden sonra İstasyon caddesine, Suat ağabeyin yanına geçerdik. Devlet Kitapları yalnızca çay içip fikir konuştuğumuz yer değildi... Sık sık vukuat sonrası gittiğimiz mekândı... Elimizi yüzümüzü yıkar, kanları temizler, üstümüze başımıza çeki düzen verirdik... Suat ağabeyin bize gömlek-tişört yetiştirdiği vâkiydi...

12 Mart’ın Özaydınlı’sının (12 Mart Muhtırası döneminde Eskişehir ve civar iller sıkı yönetim komutanı İrfan Özaydınlı) takibinin ardından, İzzet İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesine, ben Edebiyat fakültesine kapağı attıktan hemen sonra, Suat Ağabey de İstanbul Devlet Kitapları ve Basımevinin başına tayin oldu.

Ofisini Üsküdar’a taşıyan Cevad Ağabey gibi, Suat Ağabey’le de Üsküdar’da buluştuk.

O, Büyük Doğu’dan İBDA’ya su nakleden pınarların sonuncusuydu...

90’ını aşmıştı...

Ve, İBDA’ya yol açan bu yiğit süvarilerden sonuncusu da Hakk'a yürüdü...

Mekânları cennet olsun… Rabbim Resûlullah'ın sancağı altında buluşmak nasip etsin...