Bilmem işittiniz mi, Akdeniz’in ortalarında bir yerlerde en az 100 düzensiz göçmen taşıyan bir teknenin battığı ve yolcuların tamamının öldüğüne dair haberler dolaşıyor.

Aslında bu en az yüz kişi çok da önemli kimseler değil, dolayısıyla ölmüş olmalarının da pek bir ehemmiyeti yok(!). Mültecilerle alâkadar olan, bu sayede bağış toplayan, topladıkları bağışları da bir güzel ham yapan birkaç milletlerarası örgütün daha fazla bağış uğruna hadisenin yaygarasını yapması dışında çok ehemmiyetli bir gelişme değil. Hem zaten ilk cümlede de görüleceği üzere, ölenler “insan” da değiller, düzensiz göçmen bunlar.

Tekne nerede battı, nasıl battı falan gibi magazin bahisler tabiî ön plana çıkacaktır; fakat bu teknede bir orkestra olmadığına ve batış hadisesi gerçekleştiği esnada teknedeki “düzensiz göçmeler” “Nearer, My God, to Thee” çalacak kadar “insan” da olamadıklarına göre, vukuu bulan cinayet üzerine bundan fazla konuşmaya lüzum yok mudur?

Bütün bu “insanlar” -ki bakın insan olduklarını ne yazık ki vurgulamak gerekiyor, çünkü diğer türlü “düzensiz göçmen” diyorlar- gökten bir yerden zembille Akdeniz’in ortasında batan bir bota binmediklerine ve ortada bu kadar maktul olduğuna göre illâki bir yahut birden çok katilin de olması icab eder.

Aslında ben katili hemen bir çırpıda buluverdim. Batılıların bu ve benzer hadiselerin vicdanlarındaki tahribatı en aza indirmek için “düzensiz göçmen” dedikleri bu insanların katili, onlar, sizler ve bizleriz. Nasıl mı, hemen anlatayım.

Dünyadaki müesses nizamın varlık sebebi olan gelir dağılımındaki adaletsizlik, Afrika’nın en ücra köşelerine kadar kökleşmiş bulunan Batılı iktisadî ve siyasî düzenlerin meydana getirdiği tahribat, Batılı kültür hâkimiyeti dolayısıyla idealize edilen hayat tarzı ve en başta ifâde ettiğimiz gelir dağılımındaki adaletsizliğin tesisi için iliğine, kemiğine kadar insanlarının sömürülmesine çanak tutan rejimler. Bu insanları katleden organize suç şebekesini çizdiğimiz robot resme göre, işin bir tarafında yer alan “onlar”, işte bunlar.

Şimdi, kendisini burada “biz” tarafında değil de “siz” tarafında görenler muhtemelen diyorlar ki, e bizim ne kabahatimiz var? Sizin kabahatiniz de en az onlar kadar var, siz, yâni onların kurmuş olduğu düzenden nemalananlar, bu düzenden nemalandığı için gözünün önünde işlenen onca cürme sessiz kalanlar, siz de işlenen bu cinayet/cinayetlerin ortaklarısınız. Ölenleri “düzensiz göçmen” diye nitelemek zımpara hâline gelmiş vicdanlarınızdaki tahribatı hafifletse de, yarın burada yahut ötede mahkeme kurulduğunda bu hesaba siz de ortak olacaksınız.

Gelelim bize… Bu düzenin “iyi” olmadığını bilen; fakat onun yerine “yaşanmaya değer” bir düzenin tesis edilmesi için ister bezginlikten, isterse iş bilmezlikten gerektiği kadar mücadele etmeyen ve daha mücadeleye bile başlamadan mağlubiyeti peşinen kabul eden; esasında Allah’tan iddia edilenin aksine pek de ümidi olmayan “biz”e… Orucumuzu tuttuk, iftarımızı ettik, büyük ihtimâlle Akdeniz’de boğularak ölen çoluk çocuk en az yüz kişi için üzüldük, belki birer Fatiha’yı da ruhlarından esirgemedik. Sonra, sonra mı? Yahu bunun bir sonrası yok mu? İş bitti mi? Hani Allah insanı eşya ve hadiseleri teshir etsin diye halifesi olarak yaratmıştı? Biz yaradılış gayemizi unuttuk da eşya ve hadiselerin şakşakçısı yahut tu kakacısı mı olduk?

Hani dedik ya yarın burada yahut ötede bir mahkeme kurulacak diye, korkarım ki bu ve benzeri hadiselerin hesabını “onlar”dan ve “sizler”den ziyade “biz”den soracaklar, çünkü biz iman ettik dedik, gereğini yerine getirmedik!

İsterseniz daha da özele inelim. Bu “insan”ların katili benim, sensin ve o! Bunun hesabı inanıyorsak da, inanmıyorsak da bir gün illâ ki hepimizden sorulacak!

Yavuz Beyoğlu