Prof. Dr. Sami Şener, Cinsiyet bir yaşama tarzı mı oldu? başlıklı yazısında, fıtratın dışında bir cinsiyet anlayışı ve uygulamanın içine girildiğini, meşruluğun ve normal sınırların aşıldığını anlatıyor, günümüzde tacizin bir kişinin diğerine fiilen zarar vermesi olarak anlaşıldığını halbuki tacizin sadece fiili olarak değil, psikolojik ve sosyal taciz şekliyle de yapıldığını dile getiriyor.

Şener, her ferdin toplum hayatında cinsi tutum ve ilişkilerini ve başkaları üzerindeki etkisini, toplum değerlerini dikkate almadan istediği gibi gerçekleştiremeyeceğini aktarıyor.

İşte Prof. Dr. Sami Şener’in o yazısı:

“Cinsiyet, insanın en önemli ve tabii özelliklerinden biri. Fakat, karşılanma biçimine göre değerlendirilmesi gereken bir ihtiyaç.

Aslında insanın hayat içindeki birçok rol ve fonksiyonu da böyle bir özellik taşımakta. Her fiil ve hareket, yaşama kurallarına göre şekil alır. Sosyal olaylarda her kültürde farklı kurallar geçerli olmamaktadır. Kültür ve medeniyetin değerleri ile sosyal sistemi belirleyici kurallar kabul edilmektedir. Bu yüzden, cinsiyetin önem derecesi, karşılanma şekli ve hayat içindeki sınırları bu değerlere göre belirlenmektedir. Yoksa, şahsi seçim ve tercihlere göre değil. Çünkü bu ilişki, sadece kişiyi değil; toplumun ve nesillerin işleyişini ve geleceğini de ilgilendiren bir konudur.

Türkiye toplumu, değerleri itibariyle cinsiyet olayını gerekli, ölçülü ve mahrem sınırlar içinde kabul eden bir medeniyet anlayışına sahiptir. Bu değerler, İslam dininin kurallarına bağlıdır. Fakat, yönetim sistemin batılı bir yola girmesiyle, birçok konu gibi, cinsiyet konusu da sosyal değerlerin etki alanı dışına çıkarılmıştır. Buna rağmen, toplumun önemli bir bölümü; cinsiyeti dini ve ahlaki değerler çerçevesinde uygulamaktadır.

Cinsiyetin meşruluğu ve normal sınırları:

Cinsiyet konusu, aile ve evlilik ile gerçekleşen meşru bir ilişkidir.

Fakat, toplumda bazı kişiler, bu çerçevenin dışında bir cinsiyet anlayışı ve uygulaması içine girmişler ve çeşitli problemli durumlarla karşılaşmışlardır.

Bunun en belirgin işareti, çoğunlukla kadınların; bir miktar da erkeklerin, cinsi duyguları uyandırıcı giyim, tavır ve karşı cinsle olan yakın davranışlarıdır.

Bazıları, belki de “hala siz, eski kafada mısınız?” diye bu değerlendirmeye karşı çıkabilir. Fakat bu karşı çıkış’ın mantıklı bir gerekçesi olmalıdır. Sosyal hayat, önemli bir sistem olup, kişilerin “değişken ve keyfi” tutumları ile yürümemektedir.Bu konuyu açıklamaya çalışırsak, kişiler; toplum hayatında birbirlerini dikkate almak ve görüşlerine saygı durmak zorundadırlar. Duygu ve davranış birliği toplum hayatı için olmazsa olmaz bir özelliktir. Bu birliktelik ise, kültür ve sosyal değerlerle ancak mümkün olabilir. Bu değerler, toplum fertlerince benimsenip, şuurlu bir şekilde uygulamaya konmadan; toplumsal birlik, dayanışma ve huzurlu bir hayat sağlanamaz. Tarih, bunun şahididir.

Cinsiyeti kurallara bağlamak:

Bu yüzden, her ferd toplum hayatında cinsi tutum ve ilişkilerini ve başkaları üzerindeki etkisini, toplum değerlerini dikkate almadan istediği gibi gerçekleştiremez.

Çünkü hak ve hürriyetler, toplumca kabul edilmiş kurallara göre kullanılır.

Sokak’ta başkalarını tahrik eden, huzursuz ve hatta saldırgan hale sebep olan giyim, davranış ve ilişki tarzları “taciz” kavramı içine girer. Günümüzde taciz, bir kişinin diğerine fiilen zarar vermesi olarak anlaşılıyor. Halbuki taciz; sadece fiili olmaz. Psikolojik ve sosyal taciz şekli de vardır.

Bir gün, Kadıköy’de sefer yapan bir otobüste plaj kıyafetli birkaç kız vardı. Bir genç onların yanında kalkıp yanıma geldi ve “Bizi böyle tahrik ediyorlar. Ondan sonra da bize saldırdı diyorlar!..” diye bana içini döktü!..

Düşündüm: Aşırı dekolte giyenlerin, hangi maksatla bu şekilde giydiklerini bilemem ama, giyim şeklinin erkekleri etkileyip, normal dışı davranışlara sevkettiğine dair çok fazla örnek vardı. 

Her sosyal olayın bir sebebi ve bir de sonucu vardır. Kötü bir davranış ve eğilime fırsat ve imkân veren tutum ve hareketler de kötü olarak görülür. Bu yüzden, sosyal hayattaki davranış ve hareketleri, çok yönlü ele almak gerekmektedir.

Bazı kişiler moda, çağdaşlık ve modernlik gibi cümlelerle kendi davranışlarını meşru görebilirler. Fakat, o davranış ve tutum, diğer insanlar tarafından da aynı normallikle kabul edilmiyorsa, o konuda bir problem var demektir ve tartışılması gerekir.

İnsanımızı tahrik eden, onu huzursuz hale getiren ve normal davranışların dışına çıkarabilecek söz, hareket, giyim ve ilişkilerden kaçınmak gibi bir mecburiyetimiz var. Kaldı ki sosyal hayat; hiçbir zaman ölçüsüz ve kuralsız davranışlarla yürümemektedir.

Batı toplumu, din ve ahlak değerlerinin kilise tarafından istismarını görerek, onlara uymayı terk etti. Hayatını, ilahi ve toplumsal değerlere göre değil, keyfi ve cinsel isteklerine göre yürüttü. Sonuçta, ailesiz, dostsuz bir hayat; sapık ve vahşi duygular ile cinsel hayata tapan, ölçüsüz, duygusuz,  garip bir insan tipi meydana geldi.

Medeniyet adına; ilkel, güvensiz duygu ve yaşayış düzenine mahkûm oldu.

Şimdilerde ise, TV ve internet yardımıyla bu sahte hayatı başka toplumlara medya vasıtasıyla ihraç ediyor. Gençlerimiz de bu serbest ve kuralsız hayatın kendisine fayda getireceğini zannederek onun cazibesine kapılıyor.

Ama, hayatın bir eğlence ve oyun yeri olmadığı anlaşılmalıdır. Bu konuyu, uzun bir ömür süren büyüklerinden öğrenmeleri hayatı ve olayları anlamaları bakımından çok önemli bir tecrübe olacağını bilmeleri gerekir.”