Diriliş Postası yazarı Recep Yazgan, "Her hayvan yaşadığı mahallenin bir sakinidir" başlıklı yazısında Hayırsız Ada'da yaşanan hayvan katliamına değindi ve hayvanlara yapılan bu muameleden günümüze gelindiğinde çıkarılmayan derse dikkat çekti. 

İşte o yazı:

Sultan Abdülhamit’in tahta indirilmesinden sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi’nin İstanbul Belediye Başkanı Suphi Bey, şehirde büyük bir Sokak Köpeği Toplama Operasyonu başlattı.

Köpeklerin toplatılmasının sebebi bir Fransız şirketinin belediyeye yaptığı teklifti.

Şirket, toplanan köpekleri satın alarak, gemilere yükleyip Fransa’ya götürecekti.

Avrupa’da kimya sanayisinde kullanılmak ve kürklerinden faydalanmak için hayvan katliamı yapılıyordu ve Avrupa sokaklarda tek bir hayvan kalmamıştı.

İstanbul’un dört bir köşesinden köpeklerin toplanmasına halk karşı çıktı.

Çünkü her hayvan yaşadığı mahallenin ve sokağın birer sakini gibiydi.

Halka rağmen köpek toplama işi devam ederken bir isyan patlak verdi.

Halk bir gece Tophane Limanına baskın yaptı. Gemilerle Fransa’ya gönderilmek üzere burada bekletilen binlerce köpeği kurtardı.

Tabi Fransa’yla yapılan anlaşma nedeniyle köpekleri toplama işinden vaz geçilmedi.

Bu sefer daha organize ekipler kuruldu. İş, her mahallede paraya ihtiyacı olan serseri takımına ihale edildi, kısa zamanda 80 bin köpek toplandı.

Halk hayvanları kurtarmasın diye Tophane Limanı askerler tarafından koruma altına alındı.

Gel gelelim, şirket köpekleri almaktan vaz geçti.

Fiyat indirildi hatta bedavaya vermeye bile razı olundu ama Fransız şirket anlaşmayı tek taraflı olarak feshettiğini bildirdi.

Köpeklerin Tophane Limanında bekletilmesi zorlaşınca yeni bir kararla 80 bin köpek Sivri Ada’ya nakledildi.

Köpeklerin burada Fransız hükümetinden kesin bir karar gelene kadar bakımına devam edildi.

Fransa hükümetinden köpeklerin alınmayacağına dair kesin haber gelince hayvanlar Sivri Ada’da kendi hallerine terk edildi.

İstanbul’un hayvan severleri adaya bir müddet su ve yiyecek taşıdıysa da kış şartlarında bu iş imkânsız hale gelince köpekler unutuldu.

Tamamen kayalık, kuş uçmaz, kervan geçmez, bırakın yiyeceği suyu bile olmayan bu adada unutulan köpekler açlıktan ve susuzluktan teker teker can vermeye başladı.

Çaresizlikten gökyüzüne doğru uluyan, bağıran, haykıran köpeklerin acı çığlıkları Kadıköy sahillerin duyuluyordu.

Zayıflamış ve güçten düşmüş hayvanların hayatta kalabilmek için bir birlerini yemekten başka yapacakları bir şey kalmamıştı.

Öyle de yaptılar…

Bir yıl süren hayat kalma mücadelesi yerini derin bir sessizliğe bıraktı; bir kısmı açlık ve susuzluktan öldü, bir kısmı da hemcinslerinin dişleri arasında parçalanarak yenilip yutuldu.

Şimdi de köpek leşlerinin kokusu insanları rahatsız etmeye başlamıştı.

Hayvanların vahşice telef oluşuna karşı bir şey yapamayan, ellerinden bir şey gelmeyen halk, bu duruma çok üzülmüştü.

Bu olaydan sonra İstanbul’da hayvanlara eziyete etmenin büyük bir lanet olduğu ve büyük felaketlere sebep olacağı inancı hâkim oldu.

Ve lanet deprem olarak ortaya çıktı; Büyük İstanbul Depremi köpeklerin ahına, günahına yoruldu.

Sivri Ada Hayırsız Ada olarak anılmaya başlandı.

Sultan Abdülhamid zamanında sokak köpeklerine çok iyi bakılıyordu.

Kuduz vakalarına karşı dünyanın üçüncü Pasteur Kuduz Enstitüsü, Sultan’ın maddi desteğiyle İstanbul’da kurulmuştu.

Şimdi soru şu;

Sokak hayvanlarını toplayıp barınaklara kapatmadan önce, mahallesinin köpeğini kurtarmak için Tophane Limanı’na baskın yapan bir halktan, beslediği köpekleri sokağa terk ederek, insanlar için tehlike oluşturmasına aldırmayan halka nasıl gelindi?

Bunu düşünmek, bu ve benzeri durumlara karşı tedbir almak gerekmiyor mu?

Recep Yazgan, Diriliş Postası