Aklın eseri sistemler, alt sistemler ve anayasalar, yasalar, sanat, bilim, teknoloji v.b temellendirmeler, içlerine dolan “hayatı kuşatan formlar.” Daha doğrusu kuşatma gayreti içinde olan, kuşattığını zanneden formlar. Toplumsal hayat tecelli zeminini bu formlarda buluyor. Zira İbda Diyalektiğinden biliyoruz ki: “Suretler olmadan manâlar asla tecelliye gelmez.” Ve zaman bir bütün, geçmiş ve gelecek “an”a nisbetle var. Tek “an” da zamanın ucunda yaşıyoruz.

Hayatı kuşatan bu formlar, ortaya çıktıkları dönemin istek ve ihtiyaçlarını en iyi şekilde temsil ediyor gibi görünseler de; zamanla aşınıyor, geçip giden hayatı kuşatamaz, zamanın arzu ve ihtiyaçlarına cevap veremez hâle geliyor. Bu durum yeni formlar arayışını zaruri kılar. Bu arayış “Mutlak Fikir”den gelerek çözülmüyorsa, yanlış kendi doğrularını doğurur ve bu yanlışlar silsilesi böylece devam edip gider. Bu formlar sürekli akış içindeki hayatı kuşatamaz olduğu ve hayat bunlardan kurtulup kendini dolaysız olarak hissettirmeye başladığında, sistemin keli görünüyor. Eksiklik ve yanlışlığını görüp, sisteme itiraz edenler de kanun dışılıkla, anarşistlikle, teröristlikle suçlanıyor.

 “Mutlak Fikir”den bağımsız, sadece aklı baz alan böyle bir temellendirme hayatı kuşatmaya yetmiyor. Yine İbda Diyalektiğinden biliyoruz ki; “Akıl bir şeyi kuşattığı zaman anlar. Aklı da îlahi esrar kuşatmıştır ve akıl bağdır. İşi tahdid ile bir esasa bağlar. Oysa hakikat böyle bir sınırlamayı kabul etmez.” Sürekli akış içindeki hayatta böyle bir sınırlanmayı kabul etmiyor.

Geçmiş ve geleceğin “an”a nisbetler var olduğunun ve “an” da, zamanın ucunda yaşadığımızın idrakine varılsa, bir saatin, bir günün, bir senenin de geçip gittiği, geçmişe karıştığı bilinir ve “1400 sene öncesinin kanunlarıyla bugün devlet mi idare edilir” gibi dangalakça bir laf edilmez. Sırf eski olduğundan dolayı karşı çıkıyorsan, bir an öncesi de içinde bulunduğun “an” a nisbetle eskidir.

İdrakinde olunsa da olunmasa da her asrın kültür temelinde, her türlü entelektüel faaliyetin nihaî amacı olan bir “hakim fikir” yatar. Son tecritte bu fikrin muhatabını bulamamış olmasının, hatta sonraki nesillere kaynaklık edip etmemesinin de hiçbir önemi yok. Bu “hakim fikir” çok farklı şekillerde, değişik kılıklarda hayatın her vechesinde kendini hissettirecektir. Çünkü, o çağın yönlendirici ilkesi bu fikirdir. Çağımızın yönlendirici ilkesi de:  susulsa da, saklansa da, bağırılsa da yok sayılsa da BD-İBDA dünya görüşüdür.

Hayatın iktisadi vechesi de diğer oluşumlardan farksız ve kifayetsiz formların kuşatması altında: Üretim tarzları, plânlamalar, bütçeler, ekonomik kalkınmalar, carî açıklar, faiz dışı fazlalar v.b. gibi kimsenin bir b.k anlamadığı, özellikle anlaşılmaz, içinden çıkılmaz hâle getirilmiş, vaziyeti kurtarmaya dair, hiçbir derde deva olmayan bir sürü palavra. Bunların bir geçerliliği, bir gerçekliği varsa o zaman niye dünya nüfusunun yarıdan fazlası açlıktan, susuzluktan kırılıyor? Dünya niye yaşanmaz hâlde?

Kapitalizme göre; Çok üretmemiz, çok tüketmemiz gerek. Sebeb? Batı dünyası ayakta kalsın. Kendi insanı fazla yemekten lağım künküne dönerken, altta kalanın canı çıksın. Danayı bile delirten böyle bir sistemde insan, insanlığını kaybetmeden nasıl yaşayabilir ki? Kapitalizme karşı Marksizmin de söylediği şu: Yeteneğin kadar üreteceksin, ihtiyacın kadar alacaksın. O zaman düşünen yetenekli insanlarını niye kapı dışarı ettin? Ya da Gulak’larda, akıl hastanelerinde çürümeye terk ettin? Benim hangi müziğe ihtiyacımın olduğu kararını kim verecek? İzahı yok.

İslâm; “Zıt kutuplar arası muvazenenin mutlâk nizâmı.” Bütün izm’ lerin muhtaç olduğu mülkiyet ve malî adalet anlayışı da İslâm’ da:
Seninki Senin, benimki benim: Şeriat.
Seninki senin, benimki de senin: Tarikat.
Ne seninki senin, ne benimki benim: Hakikat.

Baran Dergisi 11. Sayı