İnsan ve hayvanı birbirinden ayıran husus, insanın iş ve oluşlarında düşünerek, şuurlu bir şekilde hareket etmesidir. Hayvanda ise böyle bir şey söz konusu değildir. Ancak onlar bizim ifade ettiğimiz gibi içgüdü sınırında yaşayan varlıklardır. Allah’ın hayvanlara, hayatlarını idame etmeleri için verdiği özel yetenekler vardır. Bunlardan bir tanesi, müşahhas sorunları çözme yetisidir. Misâl: Aç bir tilkinin karnını doyurmak için ölü taklidi yaparak kargaların dikkatlerini cezbetmesi, kendisinin ulaşamayacağı bir mesafede olan meyveyi almak için maymunun, bambu kamışlarını birbirine ulaması ve sair şeklinde misâlleri çoğaltabiliriz. Hayvanlarda yaratılıştan gelen bir özellik olarak, belli miktardaki nesneleri tanıyabilmeleri çok ilginçtir. Bir arada bulunan 3 veya 4 nesnenin azalması veya artması hayvanların gözünden kaçmaz. Meşhur bir misâl: “Bir şato sahibi şatonun gözetleme kulesine yuva yapan bir kargayı öldürmeye karar vermiş. Kuşu birçok kez ansızın yakalamaya çalışmış; ama o yaklaşınca karga yuvasını terk edip yakınlardaki bir ağaca konuyor, adam kuleden ayrılır ayrılmaz geri dönüyormuş. Sonunda bir gün bir hileye başvurmuş adam: Arkadaşlarından ikisini kuleye çıkarmış; bir süre sonra biri çekip giderken öteki kulede kalmış. Ama bu oyunu yutmayan karga, yerine dönmek için ikincinin de gitmesini beklemiş. Sonraki sefer ikisi daha sonra uzaklaşacak olan 3 kişi çıkmış. Üçüncü adam kargayı yakalama fırsatını bekleyedursun, kanatlı kurnaz ondan çok daha sabırlı çıkmış. Deney birçok kez baştan alınmış; ama hep başarısız. Sonunda hilenin dört ya da beş kişiyle işe yaradığı, karganın aynı anda 3 ya da 4 kişiden fazlasının varlığını görsel olarak kavrayamadığı ortaya çıkmış.”[1] Demek ki hayvanlar belirli miktardaki nesneler topluluğunun azalıp artmasını fark edebiliyor; ama fazla miktardakileri ise fark edemiyorlar. Bu da hayvanların sayamadıklarının bir alâmetidir. Onlar insanlar gibi mücerret olarak düşünemiyor ve genelleme yapamıyorlar. Yani tamamen simgesel bir malzemeyi kullanamıyorlar. Meselâ 1,2,... gibi sayıları… İnsanda ise vaziyet, hayvanlar nisbetle farklılık arzeder. İnsan ilk doğduğunda etrafında her ne varsa, onları bedahet olarak görür. Bununla beraber insan yavrusu müşahhas olarak düşünebilmede hayvanlar kadar becerikli değildir. Ama onlarda hayvanlarda olmayan bir şey vardır. Allah insanlara istidat bahşetmiştir. Tabiî olarak sebepler âleminde elbette bunun da bir sebebi vardır. İnsanın dünyaya gelme amacı ve memuriyeti şu ayet mealinde ifade edilmiştir: “Ben insanı eşya ve hadiseye hâkim olması, onu tefsir etmesi için, kendime halife olarak yarattım.” Kendisinde mevcut olan istidadı keşfedip onu parıldatmaya memurdur insan… Ayrıca bu istidat tohumunun büyüyüp dal-budak olabilmesi için, mensub olunan toplumun onu beslemesi gerekmektedir. Bu sebepten dolayı da müsbet veya menfi olarak insanda bir şuur süzgeci oluşur. Ama toplumun içinde bulunulması şarttır. Bununla alakalı ilginç bir misâl: “1920’de Hindistan’da bir kurt sürüsü içinde yaşayan, onlar gibi hareket eden, uluyan, beslenen, biri 4, öteki 8 yaşında 2 kız çocuğu bulunmuş. Bir misyoner onları yanına alarak, yeniden eğitmeye çalışmış; ama boşuna… Her şeye rağmen ruhsal bakımdan parçasını oluşturdukları insan türünün yaşam biçimine uyum sağlayamadıkları için, bir süre sonra ölmüşler. Küçüğü 1, öteki 8 yıl sonra…”[2] Çocukluk, insanın en dinamik devresidir. Ama bu devreden sonrakilerde, çocukluk devresine nisbetle bir zayıflama görülür. Aynı yeni alınan bir bilgisayarın çalışma performansının bir müddet sonra zayıflaması gibi, insan da çocukluk dönemi sonrasında öğrenme, merak etme ve ibda etme gibi hususlarda zayıflama görülür; çünkü çocuğun kalbi ve beyni tertemizdir. İçine doldurulan şeye göre istikametini belirler. “Çocuk hem netice, hem önsözdür”[A. Gesell] Çocuğun sayabilmesi için geçmesi gereken dönemler vardır. Beşikteki yeni doğmuş çocuğun etrafında olup bitenleri ışık ve gürültü farkıyla anlamlandırır, daha sonra sesleri ve nesneleri gittikçe daha seçik işitmeye başlar. 6-9 ay arası çocuk, aynı cinsten dağınık cisimleri bir araya getirebilir ve bir küme oluşturan nesnelerde azalma veya artma olursa fark eder. Yani çevresindeki kişilerin veya nesnelerin kapladıkları uzay hakkında muhasebe yapabilirler. “9-18 ay arasında, gittikçe ilerleyen bir biçimde bir, iki ve birçok nesne arasında bir ayrım yapmayı, az sayıda varlıktan ya da nesneden oluşmuş iki derlemin birbirinden farkını bir bakışta görmeyi öğrenir.”[3] Ama sayması için bu dönemi de atlatması lâzımdır. Bu dönemde çocuk 2=1+1 olduğunu kavrayamaz. “3-4 yaş arası çocuğun sayabilecek yaşa gelmesidir!” der Pieget… Uzmanlar bu yaştaki çocuğun “hesap öncesi düşünsel aşamada” bulunduğunu söylerler. Çocuk önce parmaklarıyla saymayı sonrasında ise mücerret olarak düşünmeyi öğrenir. Mücerret olarak düşünememek meseleyi bir misâl ile izâh edelim: 10 tane koyunu olan bir çobanın sayı sayamadığını, ağılının girişine her koyuna mukabil bir çakıl taşı koyduğunu farzedelim. Toplamda 10 çakıl taşı olan çoban, koyunları güttükten sonra ağıla döndüğünde eksik veya fazla koyun olup olmadığını öğrenmek için tek tek koyunları ağıla katarken, her bir koyun içeri girdiğinde bir tane taşı ayırsın. 10 koyunu da ağıla dolduran çoban eğer tüm çakıl taşlarını ayırdıysa koyunlarının sayısı tamam demektir. Burada çobanın yaptığı şey eşlemedir. Yani belli nesnelere tekabül eden başka nesnelerle sayılama yapması… Bu şekilde sayan bir çobanın bildiği bir sayı sistemi olmadığı için yani mücerret olarak düşünüp de nesneleri bir sayı sistemi ile sayamadığı için müşahhas şeylere başvurarak sayabiliyor. Başka hususlarda mücerret olarak düşünebilir; fakat burada kasteddiğimiz sayılardır. Netice olarak insan ve hayvan arasında bir fark vardır. Bütün yaratılanlar kendi nevîyeti içinde terakki eder; ama nevîyetini aşamaz. Hiçbir hayvan insan olamaz. Hayvanın da bir ufuk noktası var. Çünkü yukarıda da değindiğimiz gibi insanın memurdur. Her şeyin düğümlendiği büyük sır… Bu sırrı Üstad Necip Fazıl’dan dinleyelim ve yazımızı bitirelim: “(…) tek dâvası dünyanın, ebedî tekamül seyri içinde Allah’a doğru yol almak… Ama bu yol alış, Allah’a inkılâp etmeyi mümkün kılıcı bir gâye değil… Her gayede aslolduğu gibi, varılması muhâl, ancak yaklaşılması mümkün… Bu tekâmülü cemâddan insana doğru bir seyr hâlinde görüyoruz. Cemâd… Doğrudan doğruya madde parçası, tekâmül ede ede nihayet muayyen bir noktaya geliyor; o noktada âdeta bir kademe yükseliyor ve nebâta yaklaşıyor. Tasavvuf bunun da misâlini vermiştir: mercan ki bir cemâddır, tıpkı nebat gibi kök atar. Nebat, terakki ede ede hayvana doğru geliyor. Onda da ufuk noktası, hurma ağacıdır. Tıpkı hayvan gibi dişisinin üzerine abanan mahlûk… Nihayet hayvanda son merhale at… At, bugün fennî olarak da ispat edilmiştir ki, rüyâ görür. Ve nihayet insan… Onun ufku yok; sonsuz… Büyük ilâhî emanetin hâmili insan… Kur’an’da Hak buyuruyor: ‘Ben emaneti dağa taşa teklif ettim, ebâ ettiler, çekindiler, kabul etmediler. İnsan ki, zalûm ve cehûldür, kabul etti’” [4] DİPNOTLAR: [1] Georges Ifrah/ Rakamların Evrensel Tarihi 1-Bir Gölgenin peşine-/7. Basım/Sf:28 [2] Sf: 77 [3] Sf: 32 [4] Necip Fazıl Kısakürek/ Dünya Bir İnkılâp Bekliyor/ 3. Basım/ Sf: 9-10