Chambers İngilizce Sözlüğü’ndeki “Culture”, Störig Almanca Sözlüğü’ndeki “Kultur” ve ATLIF Fransızca Sözlüğü’ndeki “Culture”ün karşılıklarına baktığımızda her bir sözlüğün “kültür”ü farklı farklı tarif ettiğini görmekteyiz. Tarihî, içtimâî, siyâsî, iktisâdî, askerî ve daha birçok bakımdan birbirleriyle iştirak noktalarından bahsedebileceğimiz bu üç büyük Avrupa memleketinin herkesçe meşhur ve kabul gören sözlüklerinde irfânı farklı tarif etmeleri, esasında bir tenakuzun değil, bilakis bir şahsiyetin, millî olabilmiş olmanın bir ifadesidir ve gayet tabiîdir. Bu mesele ve farklılığa dikkat çeken Guy Deutscher “Dilin Aynasından” isimli eserinde bu mevzuyu pek güzel izâh eder: “ ‘Kültür’ denince aklınıza ne geliyor? Shakespeare? Yaylı çalgılar dörtlüsü? Çay fincanını tutarken küçük parmağın kıvrılması? Doğal olarak, ‘kültür’den ne anladığınız hangi kültürden geldiğinize bağlıdır”

Deutscher’in söylediklerini bir kıyas unsuru olarak ele alır ve oradan yola çıkarak bakarsak, bugünkü memleketimiz edebiyat manzarasının hangi kültürden geldiğini söylemek gerekir acaba? Çünkü hangi kültürden geldiğini bilmek demek, işinden dönen adamın evinin yolunu bilmesi yahut geçmişe atıfla bir yerleri işaret etmesine benzemez. Köklerimizde olsa dahî kendisiyle irtibat kuramadığımız bir kültür dünyasını uzaktan işaret etmekle o kültür geleneğinden gelmek bambaşka şeylerdir; hele ki, kendi tabiatımıza tamamen zıt bir kültürü yerleştirme gayreti ise apayrı bir fecaat. İlkinde, köklerine karşı en derin sevgi edası içinde en büyük saygısızlık ifadesi; ikincisinde ise Üstad Necip Fazıl’ın tabiriyle “Bu kubbeyi babam yaptı ama metelik etmez!” tavrı… İrfan köklerimize ve dâvâmıza zıt olanlar ayrı bir yerde olmak üzere söyleyelim ki, bugünkü asıl meselemiz, her gün işaret edilen o adresle, köklerimize dâir irfan-kültür ile bugün hangi kıstasların vazedildiği, işaret edilen yerle bugün arasında ne türlü bir iştibak sağlandığı, içtimâi problemlere ne türlü çözüm teklifleri getirildiğidir.

Bir memleketin irfan bakımından ne seviyede olduğunu idrak için birçok kıstas vardır. Bu kıstasların en başında ise edebiyat sahası gelir. Üstad Necip Fazıl “Edebiyatı olmayan millet zatiyle de mevcut değildir. Milletler kendilerini, teknik harikalardan ziyade geniş şümulüyle bu noktadan mizana çekerler.” (Necip Fazıl, Hitabeler) diyerek bu mevzuun en mühim kıstasını belirlemiştir. Yani, irfan dediğimizde esasında “mücerret idrak şubelerinin umumî çerçevesi” olan edebiyat’tan bahsediyoruzdur. Böyle olunca da, ister kültür-sanat faaliyetlerinde isterse de politik-siyâsî faaliyetlerde bulunalım, ikisi arasında umumî olarak zannedilenin aksine bir farklılık yoktur; burada farklılık gibi zannedilen şey, bu mevzuyu ta en başından bu yana galatı meşhurlar/herkesin doğru bildiği yanlışlar gibi içselleştirmekten kaynaklanmaktadır.

Galatı meşhurlar ile arasındaki fark ise, meşhur galatların edebiyat ve dilde kabul görmesine ve içtimâî bünyede yer etmesine mukabil, “mücerret idrak şubelerin umumî çerçevesi” içinde asla kabul görmeyeceğidir. Hoş, “Galat-ı meşhur, lugât-ı fasihten evlâdır” derler ama bahsettiğimiz mevzudaki hâl Galata Kulesi’ni bostan kuyusu zannetmek gibi bir kafa disiplinsizliğinden doğmaktadır…

Bu husus üzerinde niçin durduk?

İki vecheli bir mesele olarak, birincisi, aktüel meseleler etrafında tavrını ortaya koyacak pratik zekâ kabiliyeti olmayanların edebiyat sahasının günümüzdeki başıboş rüzgârı altında kendi siyasî çapsızlıklarını gizleyerek politik başarıları hor görme küçüklüğüne düşmeleri, “fakir züppelik”lerinden… “Fakir snob mu olur?” demeyin, bizim memlekettekiler bu tarz…

İkincisi ise daha hazin; aktüel meseleler etrafında önüne gelen siyasî dehâ edasıyla politik arenada biteviye boy göstermeyi marifet zannedip laf paralarken şunu bilmez ki, esasında bütün dâvâ bir kültür-irfan meselesidir ve bütün büyük politik aktörler aslında birer sanatkârdırlar… Bu tipler her memlekette aynı tarz…

Mevzuların kendini dayatmadığı yerde, aktüalite görünümü içerisinde fikir(!) beyan etmenin, yine mevzuların kendini dayatmadığı yerde edebiyat çerçevesi içinde faaliyet göstermenin olabildiğince ve alabildiğince geniş bir sahaya yayılmış olması, bir memleketin kültür vasatını, ne türlü bir kültür zemini içerisinde bulunduğunu gösterir. Bu bakımdan ele alındığında, hem dünya umumisinin hem de Türkiye’nin maalesef bu halet-i ruhiye içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Düzelir mi? Düzelir efendim düzelir, ya mevcut kafaları tamamen değiştireceğiz, ya o kafalardan tamamen kurtulup Mimar Sinan, Mikelanj edasıyla yeni kafalar şekillendireceğiz!
Ne demişti Hâce Nasreddin? Eğer kaybolan heybemi bulamazsanız, yapacağımı bilirim!

Baran Dergisi 510. Sayı